ALİ KOCA
Son Mektup, ‘eski’ Türkiye’nin Çanakkale tarihini kendince dönüştürmeye, mevcut iktidarın söylemlerine eklemlemeye çalışan, bunu yaparken de Mustafa Kemal‘i tasfiye etmeyi düşünen bir tarih yazıcılığına soyunuyor. Çanakkale Savaşı’nın sebebini İstanbul’un fethine bağlayacak kadar yüzeysel tarihselcilik anlayışıyla savaşa dair cılız sorgulamasında ilkokul seviyesini bile tutturamıyor.
Kültür Bakanlığı’ndan en yüksek para desteğini (1 milyon 750 bin TL) alan iki filmden biri olan Son Mektup, Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümünde gösterime girdi. Özhan Eren‘in yönettiği film, Pilot Yüzbaşı Salih Ekrem karakteri üzerinden anlatıyor Çanakkale’yi. Cephedeki tek Osmanlı tayyaresinin pilotu Salih Ekrem (Tansel Öngel), düşman kuvvetlerin cephe gerisindeki hazırlığıyla ilgili bilgi toplamakla görevlidir. Gönüllü olarak cepheye gelen Hemşire Nihal (Nesrin Cavadzade) ile tanışırlar ve aralarında duygusal bir yakınlaşma olur. Salih Ekrem, Çanakkale cephesinden ayrılıp Şam’a gittiğinde kızına yazdığı mektubu Nihal’e emanet eder; bu mektup ancak 40 yıl sonra sahibine ulaşır.
Çanakkale Savaşı üzerine çekilmiş ‘yerli’ filmlerin en büyük sorunu o döneme, savaşa ve karakterlere içeriden bakamaması. Sinemacılarımız, gerçek anlamda bir kahramanlık örneği olan Çanakkale Savaşı’na bugünün dar ve belirli koşullanmalara hapsolmuş algı dünyasından baktı ve bu tarihî olayı, ruhsuz bir hamaset ile perdeye aktardı. Dolayısıyla, ilköğretim kitaplarında gördüğümüze benzer, kötü bir tarih yazıcılığına tanık olduk.
ESKİSİNDEN YENİSİNE RESMÎ TARİH YAZICILIĞI
Bu türden tarih yazıcılığının en yeni örneği Son Mektup, arızalı dışarıdan bakışı bir adım daha ileri götürüyor ve mevcut iktidarın ‘Yeni Türkiye’ söylemini ve onun ardındaki zihniyeti Çanakkale’ye yamamaya çalışıyor. Savaş meydanındaki hitabetlerde bir Osmanlı subayını değil de, televizyonların günlük akışını aniden bölen sürpriz canlı yayınlardaki günümüz devlet adamlarını dinler gibiyiz. Çanakkale’de bir Osmanlı subayının “Bugün biz Bedr’in arslanlarıyız.” demesi ürpertici. Mehmet Âkif‘in bugün bile tartışmalı olan o mısrasını Çanakkale subayının cephede söylemiş olma ihtimali bile korkutucu. Dahası, “Bugün burası Bosna, Bakü, Mekke, Medine… Bugün biz Şeyh Şamil’iz, Selahaddin’iz” replikleri, bugünün siyasî dilinin kötü bir taklidi.
Son Mektup’un tarihselciliği ve savaşa dair sorgulaması ayrı bir garabet. İlkokul seviyesini bile tutturamayan bir tarih anlayışı var filmin. Yüzbaşı Salih Ekrem ile bir asker arasında Çanakkale Savaşı’nın sebebine dair diyalog şöyle:
“- Neden geldiler Çanakkale’ye?
– İstanbul!
– Nasıl yani?
– 1453. İstanbul’un fethi.
– Beş asırlık mesele için mi buradalar?
– Onlar için daha dün gibi, hiç vazgeçmeyecekler.”
Almanya’da eğitim görmüş bir Osmanlı subayının Çanakkale Savaşı’nı İstanbul’un fethine dayandırması, bunun da filmde ciddi bir tarihselci anlayış olarak yer alması, ilkokul seviyesinin bile altında kalır.
MUSTAFA KEMAL’SİZ ÇANAKKALE
Filmin tartışmalara konu olacak bir yanı da Mustafa Kemal‘siz Çanakkale tasavvuru. Aslında, Pilot Yüzbaşı Salih Ekrem karakteri ve Nusrat mayın gemisi üzerinden Çanakkale’nin deniz savaşlarını anlatan Son Mektup’un kara savaşlarının aktörlerinden Mustafa Kemal’e odaklanmaması teorik olarak makul. Evet, Çanakkale Savaşı Mustafa Kemal’siz de anlatılabilir. Ancak Türkçe konuşan Alman komutanların, İngiliz ve Fransız gazetecilerin, her şeyin Osmanlıca yazıldığı bir yerde Latin harfleriyle yazılmış Ziraat Bankası şubesinin olduğu bir Çanakkale filminde Mustafa Kemal’in sadece bir cümle içinde geçiştirilmesi elbette tartışılır. Malum, Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin şekillendirdiği tarih anlayışına göre Çanakkale, Mustafa Kemal ile anılır. Son Mektup, ‘eski’ Türkiye’nin resmî tarihini yok sayarak onun yerine ‘yeni’ Türkiye’nin söylemlerini inşa etmeye çalışıyor ve Mustafa Kemal’siz bir Çanakkale anlatıyor. Üstelik ana karakterini, bugünün başbakanının hamasi söylevleriyle konuşturuyor. Dolayısıyla sorunlu bir resmî tarihten kaçınırken başka arızalarla malul ‘yeni’ resmî tarihin sözcülüğüne soyunuyor.
Sinema anlamında ise başarılı uçak sahnelerini hariç tutarsak Son Mektup, “2 patlama, 15 dk dram” formülüyle ilerlemeye çalışan bir yapım. Karakterler arası bağlantı, motivasyon ve çatışma unsurları yok denecek kadar zayıf. “Nasıl olsa hepsi kahraman” anlayışıyla senaryo dinamikleri ihmal edilmiş. Zayıf bir aşk öyküsü üzerinden parça parça hikâyeler izliyoruz. Uçak sahneleri iyi olsa da Beyazıt Meydanı gibi bazı efektler sırıtıyor. Ağdalı bir Çanakkale dersi kıvamında olan film, finaldeki şarkısı ve jeneriği ile bu özelliğinin altını çiziyor; sinema özelliğini kaybederek ilk ve ortaöğretim kurumları için yeni döneme uygun tarih yazıcılığına göz kırpıyor.
(Zaman, 20.03.2015)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN