Hüseyin ŞİMŞEK
‘Kardeşini Doğurmak’ adlı kitabı sakıncalı bulunan Büşra Sanay, “Can yakacak zehri ve ilacı bir kapta verdim” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
“‘Kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışı o kadar egemen ki ensestin çok az kısmı yargıya taşınıyor. Aileden mahalleye, okuldan karakola uzanan, istismarcıyı değil mağduru suçlayan korkunç bir ikiyüzlü anlayış hâkim. Hem can yakacak boyutta bir zehir, hem de gözü kulağı uyandıracak ilacı aynı kapta vermek istedim…”
CNN Türk spikeri Büşra Sanay, “Kardeşini Doğurmak, Türkiye’de ensest gerçeği” isimli bir kitaba imza attı. Aile içi istismara yönelik mağdurların, siyasetçilerin, hukukçuların ve pek çok uzmanın görüşlerine yer verilen kitap o denli büyük bir etkiye sebep oldu ki Sanay’ın kitabı için düzenlemek istediği imza günü iki farklı AVM tarafından “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı.
Sanay, sarsıcı kitabının ortaya çıkışından Türkiye’deki ensest gerçeğine birçok konuda sorularımızı yanıtladı:
»Ürperten bir isim, “Kardeşini Doğurmak.” Nasıl oldu bu ismi bulmak? İlk kitabının isminin bu denli ağır olması sana neler hissettiriyor?
Aslında kitabın adı, yüzyıllardır yaşanan acının iki kelimeye dökülmüş hali. Ağırlığı acısından geliyor yani. Bunu insana yaşatmak, çocuğun çocukluğunu çalmak, üstüne de ona akla hayale gelmeyecek şeyler yapmak ve en güvendiğin kişi tarafından bunların yaşatılıyor olması… İşte tüm bunlar kimsenin hakkı değil. Kitap fikri çıktıktan iki ya da üç dakika sonra, ‘İsmi bu olmalı’ dedim. Ayrıca ‘ensest’ bu ülkede konuşulmayan, ama fazlasıyla okunan bir şey. Burada yazan bilgilerin herkese ulaşması için okuyucunun kitap rafına bakıp geçmesi değil, orada takılı kalmasını istedim. O yüzden gözleri kitabın adına değdiğinde kendilerini geri çekmediler ve ellerini uzatıp kitabı aldılar; evlerinin alt katında, yan dairesinde ve belki de sınıf arkadaşlarının neler yaşamış olabileceğini okuyorlar şimdi. Yani bunun her yerde olabileceğini anlatıyorum. O yüzden burada tüm anlatılanların iki kelimede zihne yerleştirilişidir, ‘Kardeşini Doğurmak.’ Korka korka aldılar; ama korkmadan okuyorlar.
»Bir gazeteci ve haber spikeri olarak neden bu konuya yoğunlaştın?
Çünkü bir buçuk aylık erkek bir bebek tecavüz sonucu bağırsakları patlayarak ölmüştü. Ve zaten bunun gibi haberler daha öncesinde de vardı. Fotoğrafa dışarıdan bakınca, ensestin çok olduğunu, bunların haberleştirildiğini, bunun üzerine ailelerin dikkat etmesi gereken noktalar için uzmanlarla röportajlar yapıldığını biliyoruz. Hâlâ da öyle; ama bu çok arkada kalıyor. Kalıcı bir şeylere ihtiyacımız olduğunu düşündüm. Ve hem can yakacak boyutta bir zehir, hem de gözü kulağı uyandıracak ilacı aynı kapta vermek istedim. Ama bunu önce insan olarak yaptım. Gazeteci olduğum için de daha fazla insana ulaşabilecektim; çok sebepten susmak zorunda kalan, bunu yaşayan, mağdur edilen insanlara ses olmak istedim. Çocuğun, neler neler yaşadıktan sonra hâkimin karşısına çıktığını ayrıntısıyla anlatmak istedim. Çok şeye sebepleriyle, sonuçlarıyla birlikte yoğunlaştım.
‘Hedefe kilitlenmiştim’
»Mağdurlardan uzmanlara pek çok kişi ile görüşme imkânı bularak hazırladın kitabını. Neler hissettirdi bu süreç sana? Yıpratıcı mıydı? Mağdurların gözlerinin içine bakarak yaşananları dinlemek sana neler kattı?
Süreç zorluydu; ama ben hedefe kilitlenmiştim. Bir çocuk da olsa kurtulmalıydı, o zaman yola çıkışım anlam kazanmış olacaktı. Zaman içinde tükenmeye başladım, etrafımdakileri de tüketmeye. Ama gücümü toparlayıp daha çok kişiye ulaşmalıydım ve ulaştım da. Üstelik gün geçtikçe daha fazla insana ulaşıyor kitap. Yurtdışından da çok merak edip soran var. Kitabı farklı ülkelerde kendi dillerinde de okuyucuya ulaştırmak istiyorum. Onların gözünün içine bakıp dinlemek ise beni hem eksiltti hem de çoğalttı.
»Sence Türkiye’de konuyla ilgili yeterli sayıda uzman var mı? Böyle bir durumla karşı karşıya kalan kadınların/çocukların ulaşabileceği, yardım alabileceği hizmetler var mı?
Yeteri kadar uzman yok. Psikologa gitmek isteseler çok pahalı. Devlet hastanesinde bir psikologdan randevu almak ise hiç kolay iş değil. Ayrıca alınan randevular aylar sonrasına veriliyor. Ki düşünün, destek görüp tedavi alması gereken kişinin aylar sonraki halini. Üstelik çok riskli bu durum. Sosyal hizmet uzmanı deseniz, onlar da ‘bizden yeterince yok’ diyor. Hem tedavi görmeye başlasalar bile istikrar yok. Takibi yapılmıyor ki, bu ciddi bir sorun.
»Son dönemlerde görünürlüğü artan istismar, ensest ve tecavüz gibi suçlara karşı Türkiye’de yeterli sosyal, siyasal, adli mücadelenin verildiğini düşünüyor musun? Farkındalık yeterince var mı?
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu ve mücadele eden dernekler var ama tahmin ettiğiniz üzere sayıca az, dolayısıyla yetersiz. Türkiye’ye baktığımızda çocuğa istismar haberleri çıktığında sosyal medyada çok tepki oluştuğunu biliyor, görüyoruz ama o kadar. Ciddi çabalayan dernekler dışında bireysel olarak pek mücadele görmüyor ve duymuyorum da. Son zamanlarda Meclis’te de bir komisyon kuruldu. Bakalım nasıl bir fotoğraf göreceğiz.
Sosyal medya tepkileri elbette bazı davalarda sonucu değiştirebilecek güçte oluyor ama yeterli değil. O zaman bugün iyi ki sosyal medya var mı diyeceğiz, demek zorunda neden kalalım? Hukuki anlamda birbiriyle uyuşmayan çok şey var. Kimi hâkim, istismar olaylarında gece gündüz ayrımı yapıp ceza verirken kimisi iyi hal indirimi uyguluyor. ‘Ceza artırımına gidilmeli’ diyor insanlar. Bence cezalar caydırıcı ama sorun cezadan çok toplumun bakışı. ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışı o kadar hâkim ki yaşanan ensest olaylarının çok az bir kısmı yargıya taşınıyor. Bırakın cezayı, istismarcının çeşitli nedenlerle toplum içinde korunması söz konusu. Aileden mahalleye, okuldan karakola uzanan, istismarcıyı değil mağduru suçlayan korkunç bir ikiyüzlü anlayış hâkim. Bu yüzden yasa maddeleri işlevsiz kalıyor. İstismarcıda ise yaptığının yanına kâr kalacağı anlayışı var. Sanırım görüşme yaptığım avukatlardan biriydi, ‘Yaparken utanmadıkları şeyi, anlatırken utanıyorlar’ demişti. Sanırım bu toplum olarak içinde bulunduğumuz durumu çok iyi anlatıyor. Evet, yapılmasında sorun yok; ifşa edilmediği, kelimelere dökülmediği sürece… Kitabıma gelen bazı tepkiler de bunu düşündürtüyor.
»Hükümet, istismarda cezaların artırılacağını ifade ederken “Hadım dahil pek çok seçeneği düşüneceğiz” dedi. Sence istismara verilecek en ağır ceza ne olmalı? Hadımı savunuyor musun?
Bana göre bunun çözümü idam ya da hadım değil. Bunun çözümü cezaların uygulanması, kişinin ifşa edilmesi. Üstelik cezaların uygulanması vicdana kalmamalı. Mesela Amerika’da çocuk istismarcısının cezaevinden çıktıktan sonra bile hangi semtte oturduğu biliniyor. Ve vatandaş, bunu bilerek o binaya ve sokağa taşınıyor ya da taşınmıyor. Ki, kim böyle bir şeyi bilmek istemez ki? Düşünsenize istismarcıyla aynı binadasınız, çocuğunuzun onunla aynı asansöre bile binmesini ister misiniz? Ben istemem. Bu gibi şeyler yapılmalı. Bu gibi şeyler yapılmalı. İstismarcılar, cezaevinden çıktıktan sonra artık sakıncasızlar diyemeyeceğim. İfşa olmalılar.
‘İstismarın hangi kurumda olduğu bilinmeli’
»Bakan Recep Akdağ, çocuğa cinsel istismarda “okulu, yurdu gibi yerlerle mağdurun tespit edilmesini sağlayanlara cezai yaptırımlar geleceğini” söyledi. Yani artık istismar haberinde, çocuğun istismara uğradığı kurumun adının yazılması engellenmek istiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?
Çocuğa istismarın hangi kurumda olduğu bilinmeli. Bu, illa çocuğun kim olduğunu deşifre etmek demek olmuyor. İstenirse çok güzel korunabilir o çocuk. Bütün bunlar çocuğu değil, kurumları korumaya yönelik çabalar. Oysa biliyorsunuz, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de ‘Çocuğun Üstün Yararı’ ilkesi benimsenmiştir. Korunan, çürümüş bir namus anlayışı ve aile değil, çocuk olmalıdır.
‘Hayalimde okul yaptırmak var’
»Sen çocuklarla yalnızca istismar, ensest gerçeği üzerinden değil, aynı zamanda sosyal medyada yaptığın kampanyalarla da ilişki kuruyorsun. Pek çok bölge okulunun ihtiyaçlarını belirleyip kampanyalar düzenledin/düzenliyorsun. Senin için önemini anlatabilir misin bunun?
Projemin adı, “Umut Çocukta.” Çocuklar üşümeden, karnı ağrımadan derslerini dinleyebilsinler diye onlara mont ve bot yardımı topluyorum iki yıldır. Sosyal medya hesabımdan yayımlıyorum öğretmenlerden gelen listeleri ve sonra kim görürse, yardım etmek istiyorsa bir bot, bir mont ya da daha fazlası ya da gönlünden ne koparsa onu gönderiyor. Böylelikle hem çocuklar kışın lastik ayakkabı, sandalet ya da babalarının montunu giymiyor hem de pek çok insan bunu kendine görev görüyor. Havalar ısınmaya başlayınca liste yayınlamayacağım; ama havalar soğumaya başlayınca insanların sosyal medyalarında görünür olmaya başlayacağım yeniden. Önemli benim için, çünkü çocuk onlar. Bu projemi uzun yıllar yapmak istiyorum. Herhangi bir ekibim yok, tek başına yettiğim kadar yapmaya çabalıyorum. Hayalimde de bir okul yaptırmak var. Umudum yüksek. Çocuklar hem kardeşlerini doğurmayacak hem de üşümeden okula gidecek.
***
YASAKÇILARIN İSİMLERİNİ AÇIKLAMIYORUM
Büşra Sanay, kitabının iki farklı AVM’de “sakıncalı” bulunmasına ve imza günlerinin iptal edilmesine ilişkin sosyal medyadan yaptığı açıklamada şunları kaydetti: “Kitabın konusunun önüne geçmemesi için AVM’lerin isimlerini açıklamadım. Amacım, orada çalışan insanların başının yanması değil, konunun özgürce tartışılması.”
(Birgün,13.03.2018)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN