Berkant GÜLTEKİN | @gultekinberkant
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov’u öldüren polis Mevlüt Mert Altıntaş hakkında cinayetin akabinde bazı iddialar ortaya atıldı. Reuters’a konuşan üst düzey bir emniyet yetkilisi, çevik kuvvet polisi Altıntaş’ın ‘FETÖ’ bağlantısının araştırıldığını ve çok güçlü emareler olduğunu ifade etti. Bunun dışında TV kanallarında Gülen Cemaati’yle bağlantısına dayanak olarak Altıntaş’ın; 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden önce izin aldığı, Cemaat dershanesine gittiği ve sınav sorularının çalınmasıyla ilgili dosyada şüpheli olduğu dile getirildi. Bir başka yaklaşıma göre ise Altıntaş’ın olay sırasında attığı sloganlar, onun bir El Nusra mensubu olduğunu gösteriyordu.
Kuşkusuz bu yorumlarda kullanılan argümanlar yabana atılacak ve değerlendirme dışı bırakılacak cinsten değil. Her iddia ve sav titizlikle araştırılmalı. Ancak sonuç her ne olursa olsun, dünya açısından yakın siyasi tarihin en önemli gelişmelerinden biri olan Karlov Suikastı, Türkiye’de 2000’li yılların başından bu yana yaşanan siyasi ve sosyolojik dönüşümün derin izlerini barındırıyor.
2002’de 8 yaşındaydı
Karlov’u öldüren Mevlüt Mert Altıntaş, AKP iktidara geldiğinde henüz 8 yaşında bir çocuktu. 1994 doğumlu Altıntaş’ın, suikastın ardından Aydın’da gözaltına alınan annesi ve kız kardeşinin profilleri, kendisinin çok da mütedeyyin bir ailesinin olmadığı yönünde izlenim veriyordu. Fakat 2,5 yıllık bu çevik kuvvet polisi, Karlov’u konuşması sırasında sırtından vurduktan sonra Ankara Çankaya’da bulunan sanat merkezini İslamcı sloganlarla inletiyor ve “Halep’i unutmayın” mesajıyla, Suriye’deki gelişmeler üzerinden Türkiye’de mezhepsel bir galeyanın fitilini ateşlemek istiyordu.
Altıntaş ister ‘FETÖ’cü isterse de Nusracı olsun, bu durum, ülkeyi yaklaşık 15 yıldır yöneten İslamcı aklın, toplumu ve devlet kadrolarını dinci bir anlayışla dizayn ettiği gerçeğini değiştirmiyor. Bilakis şimdilik bu iki örgütün isminin zikredilmesi, bu gerçeği daha da görünür kılıyor. AKP iktidara geldiğinde 8 yaşında olan bir çocuk, aynı yönetim 14’üncü yılını geride bıraktığında cihatçı sloganlarla büyükelçi öldüren bir emniyet mensubuna dönüşüyor. Bu durumda aklıselim, “Ülke bu hale nasıl geldi?” sorusunu cevaplamayı gerekli kılıyor.
İçeride ve dışarıda dinci akıl hâkim
Bir tarikatlar ve cemaatler koalisyonu olan AKP, iktidara geldiği günden bu yana İslam dinini siyasal ve toplumsal bir hegemonya aracı olarak kullandı. Farklı kademeleri, farklı cemaat ya da tarikatlara ‘emanet’ edilen devlet mekanizması, modern esaslara göre değil, dini usullere göre biçimlendirildi. Din, ülkenin ‘ortak paydası’ ve ‘insanları bir arada tutan güç’ olarak kurgulandı. Öyle ki Türkiye’nin en ciddi sorunlarından biri olan Kürt meselesi bile din ekseninde çözülmek istendi.
Dış politikaya da aynı ideolojik bakış açısı hâkimdi. Ortadoğu’da Batı kapitalizmiyle uyumlu ve AKP’nin liderliğini üstleneceği Sünni İslamcı bir İhvan kuşağı oluşturulması planlandı. ‘Arap Baharı’ adı verilen bir dalgayla, ‘ılımlı İslamcı’ iktidarlara alan açılmaya çalışılırken, AKP de bu dalganın Suriye ayağında, Esad karşıtı cepheyi destekleyerek aktif rol aldı. Suriye cihatçıların varlığıyla Afganistan’a benzedikçe, Türkiye de aynı oranda ‘cihatçı yatağı’ olarak tanımlanan Pakistan’ı andırmaya başladı.
Polis mi ‘mücahit’ mi?
Tüm bu süreçleri, Türkiye’deki milyonlarca genç gibi Karlov’un katili Mevlüt Mert Altıntaş da yaşadı. Altıntaş’ın bilinci; eğitimin gericileştiği, akademinin bilimsellikten uzaklaştırıldığı, dini kurumların yurtlar açtığı, mahallelerin tarikatların egemenliğine girdiği, devlet yetkililerinin meydanlardan Kuran salladığı, aynı kutsal kitaba polislerin el basarak göreve başladığı ve dini bir cemaatin ordu içinde kadrolaşarak iktidarı çalmaya yeltendiği bir ülkede şekillendi. Nitekim devletin resmi kurumlarınca polis olması için eğitilmiş olan Altıntaş, cinayetten sonraki tavırlarıyla modern devletlerde görülen bir ‘kolluk kuvveti’nden ziyade, din için canını vermeye ant içmiş bir ‘mücahit’ imajı çiziyordu. Saldırı için kameraların Büyükelçi’ye odaklandığı o özel anı beklediği anlaşılan Altıntaş, şehadet parmağını kaldırıyor, Arapça sloganlar atıyor ve “Cihada biat ettim. Benim buradan ancak ölüm çıkar” diyerek kısa ‘propaganda’ filmini tamamlıyordu. Belli ki her şeyi kurgulamıştı. Toplumdaki dincileşme ve son günlerdeki Halep gündeminin etkisiyle, kimilerinin gözünde “şehit” mertebesine ulaşmak istediği oldukça açıktı.
Başkent’te bir emniyet mensubu tarafından işlenen Karlov cinayeti, bir süredir Almanya başta olmak üzere Batı ülkelerini ‘teröristleri beslemekle’ suçlayan AKP yönetimini izahı zor bir durumla yüz yüze bırakıyor. İktidar açısından failin ‘FETÖ’cü ya da Nusracı olması soruşturmanın gidişatı için önemli bulunabilir. Ancak bu mensubiyet, laikliğin tasfiye edilerek dinin devlet ve toplumun temeli haline getirildiği Türkiye’de, büyük fotoğrafın bir detayı olarak kalacak.
(Birgün, 21.12.2016)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN