Sungu ÇAPAN
Bu yılki Cannes festivalinin Belirli Bir Bakış bölümünde gösterilip başta en iyi ilk filme verilen Altın Kamera olmak üzere Kuir Palmiye ve Sinema Yazarları (FIBRESCI) gibi ödüller de kazanmış, Belçika yapımı “Girl-Kız”, hem balerin olmak için vargücüyle çabalarken kafasını da mutlaka kız olmaya takmış, adını da Victor’dan Lara’ya çevirmiş olan 15 yaşındaki bir ergen trans bireyin hikâyesini anlatıyor. Başrolü (yani Victor-Lara’yı üstlenmiş Victor Polster’in aynı zamanda en iyi erkek oyuncu (?) ödülünü de aldığı “Kız”da, göğüsleri bir an önce büyüsün diye tamgaz hormon tedavisini girişen ‘kız gibi oğlan’ kahramanımız Lara, bir yandan yemeden içmeden kesilip apış arasını da sıkı sıkıya bantlayarak, arada bir bayılmak pahasına son derece zorlu bale eğitiminin üstesinden gelmeye çalışırken bir yandan da alabildiğine sorunlu ve huzursuz ergenlik döneminin sorunlarını çalkantılarını aşmaya gayret ediyor. Erkek bedenini öteki kızlara göstermemek için duşa girmiyor çalışma sonrasında.
Dozunda ve ikna edici
10 yıl kadar önce okuduğu bir gazete haberinden yola çıkarak bu filmi yapmaya soyunmuş Belçikalı klip yönetmeni Lukas Dhont’un yazıp yönettiği, Flamanca ve Fransızca konuşulan bu ilk uzun metrajı, genelde nasıl cinsiyet değiştirilir, nasıl pipi ameliyatla vajinaya dönüştürülür gibi son derece hassasiyet ve uzmanlık gerektiren konularda seyircisine dozunda ve ikna edici bilgiler verdiği gibi, görsel bakımdan da bir ilk filmden umulmayacak kadar zevkli, özenli ve yer yer şaşılası bir ustalık düzeyini tutturuyor. Aslında kısaca özetlenebilecek bir konuyu 105 dakikaya yayıp uzatarak anlatımı, görüntüleri, oyunculuğu, müziği, ışığı, dekoru-kostümü bakımından böylesi kaçırılmayacak nitelikte, seyre değer, ilginç bir filme dönüştürmenin üstesinden gelmiş, gelecek vaat eden genç yönetmen Lukas Dhont’a dikkat, bundan sonra çekeceği filmleri merakla bekleyip izleyeceğim ben şahsen. Lara’nın hoşgörülü, anlayışlı taksi şoförü babasını oynayan Arieh Worthalter’in de öne çıktığı “Kız”ı Filmekimi’nde ıskalayan tüm sinemaseverlere salık veriyorum.
Aile cehennemi manzaraları
Çoğu kez sıkıntısını içine atmış, bunalımlı gençleri perdede başarıyla canlandırdığı performanslarıyla anımsadığımız Amerikalı oyuncu Paul Dano’nun, bir romandan uyarlanan senaryosunu Zoe Kazan’la birlikte yazarak yönetmen koltuğuna da oturduğu “Wild Life-Yangın Yeri” de, yeni yılın ilk haftasının görülesi filmlerinden biri bence.
Konusu bakımından 1970’lerde çok sevdiğim Crosby, Stills, Nash and Young grubunun klasiklerinden
‘Our House’ şarkısını bana çağrıştırdı seyrettiğimde, bugün gösterime giren “Wild Life” filmi. Dışalımcı firmanın konuya cuk oturmuş “Yangın Yeri” adını taktığı “Wild Life”, kimi zaman birbirlerine küsen, soğuk savaş ilan eden anne-babalar yüzünden evin çocuklar için cehennemsi bir yangın yerine çevrildiği aile ortamına ilişkin bir dram çeşitlemesi. 1950-60’larda habire iş değiştiren, evden eve taşınan, orta sınıf bir çekirdek aile. Şehirli karısını(Carey Mulligan) uzaklarda bulduğu orman yangını söndürme işi nedeniyle ihmal ediyor çulsuz koca (Jake Gyllenhaal). Kocanın sürekli yokluğundan muzdarip yalnız kadının elinde olmaksızın ihanet girişimi. Üstelik kadının fotoğrafçıda çıraklık eden, yeni yetme oğlu da (Ed Oxenbould) çevredeki zengin bir savaş gazisinin (Bill Camp) annesine sarkmasına tanık oluyor ister istemez. “Yangın Yeri” çok iyi bir finale bağlanmış, duyarlı, iz bırakan, baştan sona ilgiyle seyredilen, dokunaklı bir aile dramı. Sevdiğimiz oyuncu Paul Dano’nun ilk yönetmenlik denemesinden başarıyla çıktığı söylenebilecek bu “Yangın Yeri” Dano’nun yönetmenlik kariyeri için de iyi bir başlangıç sayılabilir.
(Cumhuriyet, 04.01.2018)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN