Nuriye KIRMA
Türkiye’nin ‘yerli Agatha Chrıstıe’si’ olarak anılan Ayşe Erbulak, polisiye gerilim türünde yazdığı ve soluk soluğa okunacak bir romanla karşımızda… Erbulak ‘DOKUZ ODA CİNAYETLERİ’nde, istanbul’da işlenen cinayetler zincirini ve bu cinayetlerin ardındaki tüyler ürperten gerçekleri konu alıyor.
“Polisiye roman yazmak kurgu ustası olmayı gerektiriyor. Polisiye yazıyorum çünkü iyi bir okur olarak beklentiyi biliyorum” diyor efsane tiyatro oyuncusu Altan Erbulak‘ın kızı, yazar Ayşe Erbulak. Erbulak’ın yeni kitabı ‘DOKUZ ODA CİNAYETLERİ‘, diğer polisiye romanların aksine, katilin kim a olduğunu daha en başından gösteriyor. Ancak sonrasında yaşanan olaylar okuru bambaşka ve şoke eden bir finalle buluşturuyor. Yazarlığının yanı sıra gazeteci, tiyatro oyuncusu ve televizyoncu olan Erbulak, oğlu Dağhan Külegeç‘in yazarlık konusunda kendisinden daha yetenekli olduğunu söylüyor…
– Pek çok unvana sahip bir kadın Ayşe Erbulak; gazeteci, tiyatro oyuncusu, televizyoncu ve yazar. Sizin için hangisi daha önde ya da vazgeçilmez?
– Tiyatro oyunculuğunun yeri bambaşka, ama eğer başarabilirsem önce yazar olmak isterim. Müthiş bir hürriyet duygusu çünkü. Yazarken her şey insanın kendi elinde, uç uçabildiğin kadar. O nedenle “Büyüyünce yazar olmak istiyorum” diyorum hep. Ama ölene kadar tiyatro sahnesinde olmak isterim, çünkü sahneye doğmuş biriyim. Gözümü efsanevi Dormen Tiyatrosu’nda açtım ben…
– Yazarlık serüveniniz nasıl başladı peki? Size ne ilham verdi?
– İlk karalamava başladığımda günün birinde dördüncü kitabımın çıkacağını hayal bile edemezdim. Ödül almak gibi bir şey bu. Çok ilginçtir ki, dünyanın en iyi polisiye yazarları İskandinav ülkelerinden çıkıyor ve ben ilk kitabım ‘Çok Şekerli ölüm’e Norveç’te yaşarken başladım. Kitabın yarısını orada yazdım. Hatta ikinci kitabı aşk romanı olarak planlamıştım, sonradan cinayet romanına çevirdim ve ‘Limoni ölüm’ün neredeyse tamamını Norveç fiyortlarını seyrederken yazdım.
‘Polisiye yazmak kurgu ustalığı gerektiriyor’
– Kısa süre önce dördüncü romanınız ‘Dokuz Oda Cinayetleri’ ile karşımıza çıktınız ve konusu yine polisiye… Polisiye yazmanızın özel bir nedeni var mı?
– Okurken en sevdiğim tür polisiyedir. Bence kurgu ustası olmayı gerektiriyor. Polisiye yazıyorum, çünkü iyi bir okur olarak beklentiyi biliyorum. Zaten yazarken hep ben burada neye şaşırırım ya da ne isterdim, katili kim sanırdım gibi şeyler düşünüyorum. Ama günün birinde sırlarını ifşa etmeye hazır birinin biyografisini yazmayı çok isterim.
– Bir kadın olarak polisiye yazmanın zorlukları var mı?
– Kadın olarak bu son kitapta çok zorlandım. Çünkü bu kitap ilk üç kitaptan daha kanlı. Cinayetler çok hunharca işleniyor. Açıkçası yazarken başıma geliyormuş kadar etkilendim. Birkaç kez çalışma odamdan sokağa fırlayıp temiz hava alma ihtiyacı hissettim. ‘9 Oda Cinayetleri’nde iki acılı toplumsal yara var; pedofili ve ensest. Hayal ürünü bile olsa insan yazarken içi daralıyor. Sonuçta birilerini öldürüp kanıtları yok etmeye çalışıyor insan.
– ‘9 Oda Cinayetleri’ diğer polisiye romanların aksine katili baştan söylüyor. Bu bir hayli şaşırtıcı. Nasıl bir kurgusu var kitabın? Okuyucuyu neler bekliyor?
– Katil baştan belli, ama nedeni belli değil. Bu sefer bu türü denemek istedim. Kitabın kurgusu, okuru her bölümde bambaşka bir çıkmaza sürüklüyor. Esrarengiz olayların yaprakları teker teker açıldıkça okur çok şaşıracak. Bence bu kitap çıraklığı bitirme tezim olacak.
– Yazma sürecinde danıştığınız ya da “Mutlaka okuturum” dediğiniz birileri var mı? Mesela oğlunuz Dağhan Külegeç okur mu önceden? Ne düşünüyor kitaplarınızla ilgili? – Yazarken polisiye seven ve çok güvendiğim denek okurlarım var. Onlardan en acımasız eleştiriyi istiyor ve bekliyorum. Dağhan’a da bazı bölümleri yollayıp akıl sorduğum olur tabii. Ama en son kararı ben veririm. Oğlum kitaplarımla ilgili olarak hep şunu söylüyor: “Anne mutlaka yaz, sürekli yaz, durmadan yaz.”
– Oğlunuz da yetenekli mi yazma konusunda?
– Dağhan yazarlık konusunda benden çok daha yetenekli. Bence çok iyi bir senarist adayı.
– ‘Gösteri-Yorum’ adında bir de stand-up gösteriniz var. Türkiye’de stand-up erkek egemenliğinde. Nasıl karar verdiniz stand-up yapmaya? Seyirciden nasıl tepkiler alıyorsunuz?
– İlk başlarda bu konuda Cem Yılmaz kompleksinde kaldım. Siyah kıyafet filan. Sonra kendime has bir tarz buldum. Bana yakışanı keşfettim. Anlattıklarımı sahnede giyinip soyunarak, çeşitli peruk, gözlük, ayakkabı gibi aksesuarlarla süsledim. Bu çok yakışıklı oldu ve iyi tuttu. Sonra bir gün Londra’da gösterideyken meslektaşım ve aynı zamanda hayat arkadaşım Özden Özgürdal‘a seyircilerin arasından laf attım, o da bana cevap verdi ve seyredenler çok güldü. Sonra bunu ufaktan geliştirdik. Artık ‘GösteriYorum‘u kurumsal olarak çok büyük firmalann özel toplantılarında da sergiliyorum. Yanı sıra özden ile birlikte ‘Bir Çiftlik Komedi’ adı altında iki kişilik gösteri hazırlıyoruz. Sanırım eylül ayına hazır olur.
(Hafta Sonu, 06.08,2014)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN