Gamze AKDEMİR
Bilinmeze doğru sürüklenen hayatlarıyla en sert gerçeklere işaret eden uçurumların kıyısında dolanan dört insan… Karanlık geçmişi tuhaf olaylarla dolu, bacakları dizlerinden kesik yaşlı Efsun Abla… Kim olduğunu hatırlamayan, hafızasını yitirmiş Adnan Abi… Sokaklarda bedenini satarak para kazanan Hülya… Bir sabah ailesini, işini terk ederek sokaklardaki tekinsiz hayata karışan şair Musa… Ve çöpte bulunmuş, her daim gülümseyen bir bebek Matruşka… Mine Söğüt, yeni romanı Başkalarının Tanrısı’yla ( Can Yayınları) biri bebek insanınyarı hayal yarı gerçek hiyakesiyle, yanından geçip gittiğimiz insanların tanrısına ve medeniyetin (!) temellerine dair derin bir sorgulamaya girişiyor.
BİR VAROLUŞ HALİ
Her şeyin gözden çıkarıldığı bir kuytuda, ‘’ üşümekte ısınmak, donmakla çözülmek, var olmakla yok olmak arasında’’ kendilerine bir yer/ yurt / koza bulan insancıklar… Haklı dramlarına kapılmadan deli dolu eyvallahsız yola devam ediyorlar…
Başkarının Tanrısın’da kahramanları kurgularken neden böylesi bir yapıyı tercih ettiğinizi sormak romanın ana duygusunu açımlamanızı rica etmek de olacaktır…
Sanırım çağımızın temel meselesinin yıkılmakla ayakta durmak arasında verilen bir varoluş çabası olması yüzünden bu kahramanlara yöneldi zihnim.
Yıkılmak ya da dirilmek dışında bir ara formül olmadığını hissettiğimiz bir sıkışıklığın içinde sorguladığımız bir varoluş halinin yükü en yaşlı insandan en genç insana kadar herkesin sırtına aynı acımasızlıkla binmiş durumda.
Tüm canlılar gibi, en ağır koşullarda bile hayatta kalmaya görev edinen insanın bununla başa çıkmaya çalışırken cebelleştiği sorgulamaları en yoğun yaşadığı çağlardan birindeyiz. Bu tüm dünyada aynı. Her zamankinden belki daha fazla sorumuz var ve hala bir yatımız yok. Başkalarının Tanrısı işte bu meselenin romanı. Bu bir direnç romanı. Ama kahramanlarının ayakta kalmak kadar sürünmek için de gösterdiği bir direnç söz konusu.
‘BİZE RAĞMEN VAR OLAN BİR İNSANLIĞIN TARİFİ BU KAHRAMANLARI!’
Yıkıldı yıkılacak bir binanın altında, yıkıldı yıkılacak dünyalarıyla kim bu kimsesizler ve nasıl da vazgeçmiyorlar?
Vazgeçmiyorlar çünkü hayatta kalmaya programlılar ama kalmak istedikleri hayatın anlamını kavrayamıyorlar. Onları ve hatta bizleri inatçı kılan da sanırım anlam arayışı.
Bu insanlar Tanrı’nın hiç ama hiç umursamadığı insanlar. Her gün onların yanlarından kayıtsızca geçip gidiyoruz. Bizim yüzümüzden ve bize rağmen var olan bir insanlığın tarifi bu kahramanlar. Bizim yüzümüzden, dirençleri bize rağmen. Biz dediğim, binlerce yıldır özenle şekillendirdiğimiz zehirli ve dolayısıyla tehlikeli kolektif bilincimiz.
Ailesini, işini, kurulu kutsal düzenin terk etmiş şair Musa nasıl bir şiir yazıyor romanın kurgusunda?
Şiir insana soyutlama yeteneğini en bağımsız, en koşulsuz, en samimi şekilde kullanabileceği bir dünya vaat eder. Musa şiirin peşine düşerek aslında çekirdeğindeki kadim gücün anlamını kovalayan bir kahraman. Yapmak istediklerimiz, bu sadece şair Musa’nın değil hepimizin şiirsel yrajedisidir.
Devran… Romanın en karanlık gölgesi demek yanlış olmaz sanırım…
Evet, Devran tuhaf bir aşk hikayesinin kahramanı. Sorunlu soyut aşk kavramının neredeyse somut hali. Sevginin gaddarlıkla kurduğu derin ilişkiyi bünyesinde çoğaltan ve beden üzerindeki mülkiyet hakkında sorgulatan karanlık bir gölge.
‘MATRUŞKA KİLİT KAHRAMAN’
Çöpte bulunan ve her daim gülümseyen Matruşka bebek… Romanın tazelendiği, aydınlandığı, umutlandığı her anda bu bahtsız bebek var. Neler vaat ediyor onun varlığı?
Matruşka bu romandaki kilit kahraman bence. Ve okurun bana hakkında sormak için can attığım en özel karakter. Bir bebeğin masumiyetinde ve edilgenliğinde sorgulayabileceğimiz değerlerin ,hayatı ve kendimizi anlamlandırma uğraşımızda çok kıymetli olduğu düşünüyorum.
‘MÜLKİYET VE MAHREMİYET, İNSANLIĞIN BAŞININ BELADA OLDUĞU İKİ KAVRAM’
Metnin şehrin yıkıntılarının pek çok alanda sarsılan ülkemizin ve yeniden savaşa boğulan dünyanın yıkıntılarına işaret ettiği anlarına ilişkin neler söylersiniz?
Bitmek bilmez bir yıkım ve inşa sarmalı içinde kendini geliştirmeye çalışan ve sorularının yanıtlarının bu kaotik döngüde arayan insanlığın başının belada olduğu iki temel kavram var. Mülkiyet ve mahremiyet.
Ahlaktan, hukuka, inançtan geleneklere temel değerleri bu kavramlardan yola çıkarak belirlediğimiz zaman, denediğimiz tüm yollar aynı çıkmazda tıkanıyor.
Dünyanın savaşlarla, açlıkla, adaletsizlikle, eşitsizlikle verdiği savaşta bin yıllardır tökezlenmesinin temelinde bu kavramları sorgulamaya yanaşmaması var.
Başkalarının Tanrısı da evini terk edip sokakta yaşayan farklı nedenlerle de olsa ortak ve yeni bir mülkiyet ve mahremiyet arayışına girmeye çalışan kahramanların sorgulamaları üzerinden ilerliyor.
O yüzden yıkılan bir mahallede başlıyor, yıkılan bir sistemin içinden geçiyor vardığımız aynı yere ulaşıyor.
Son olarak Köpek Ahmet Ölü Komiser karakterleriyle de bütünlenen romanınızın fantastik yönüne ilişkin neler söylemek istersiniz?
Soyutlamanın sınırlarını genişlettiğinizde fantastik ögeler bir takım gerçeklerin aynası oluyor.
Her ne kadar dili ve kurgusu daha önceki romanlardan biraz farklı olsa da masalsı öğeler açısından diğerleriyle paralellik gösteren bu romanda da Ölü Komiser’in, Köpek Ahmet’in ve Kırların Hatçe’ nin dünyasından geçen yan hikayeler ana hikayeyi besleyen aynamalar.
(Cumhuriyet Kitap, 28.04.2022)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN