Fikret İLKİZ
Biz aşağıda imzası olanlar dün ne kadar çoktuk, bugünü anlamak için…
Tarih, iz bırakır. İzleri takip edin, olup bitenleri ve yaşamı kuşatan gerçekleri görürsünüz ve içinize sindirirsiniz tüm eylemlerinizi ve düşündüğünüz gibi yaşarsınız.
Bugün anlaşılır olur, dün ise öğretici…
Uygarlık böyle bir şeydir. Medeniyet Tarihi derstir.
Yetmişli yıllarda Doç. Dr. Server Tanilli’nin “Uygarlık Tarihi” isimli kitabının, İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler akademisi Şişli İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu öğretim üyeleri tarafından alınan kararla birinci sınıfta “Medeniyet Tarihi” ismi altında ders olarak okutulması zaruri görülmüştü. Alınan kararının altında Prof. Dr. Reşat Kaynar, Prof. Dr. Süleyman Barda, Prof. Dr. Vakur Versan imzaları vardır (22 Mayıs 1973).
1975 yılında İstanbul Cumhuriyet Savcılığı “Uygarlık Tarihi” isimli ders notlarında komünizm propagandası yaptığı, öğrencileri Marksist eylemlerde teşvik ve tahrik ettiği iddiasıyla Sayın Tanilli hakkında dava açılmıştır.
Dava dosyasında bulunan Prof. Macit Gökberk, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil, Prof. Dr. Berna Moran, Prof. Dr. Nuri Karacan ve Prof. Dr. Öztekin Tosun’un imzaları olan bilimsel görüşte ise tam aksi yazılıydı.
“Sözlerimize son verirken, Türkiye’mizde anlamamakta hala ısrar edilen şu önemli noktayı bir kez daha vurgulamak istiyoruz: Olayları bilimsel şekilde açıklama çabası ile TCK M. 142 arasında hiçbir bağıntı yoktur. Bu yol bir kere açılırsa, sosyal bilimlere mensup hiçbir bilim adamı, sosyal olayları açıklamaya cesaret edemeyecek ve bizzat bu olay Türkiye’de ilmin gelişmesini önleyecek ve bu açıklamalar yapılmış olsaydı alınacak politik tedbirlerin gecikmesine yol açacaktır. Bundan zarar görecek olan da toplumun kendisi olacaktır. Diğer yandan, bir üniversite öğretim üyesi, bilimsel yöntemler karşısında dilediği biçimde seçim yapmakta özgürdür. Bilimsel objektiflik açısından eleştiriye açık olan taraf, seçilen yöntem değil, yöntemin uygulanmasının başarı derecesi olabilir ki, bu konu da yargı mercilerinin değil, akademik çevrelerin işidir” (16 Mart 1976).
30 Eylül 1976’da Doç. Dr. Server Tanilli İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde yaptığı savunmada; “Doğrudur veya yanlıştır, taraftar olunur veya olunmaz, bir bilim adamı olarak kabul ettiğim metot, görüş ve düşüncelerimden dolayı kime karşı sorumluyum? Yaşadığım çağa ve topluma karşı. Ya Mahkemelere? Asla.” Demişti.
İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi davada beraat kararı verdi (1977/294 Esas, 1978/62 Karar ve 31.03.1978 tarihli karar). Kararın altında Başkan Yargıç Naci Tanverdi, Üye Yargıç Lamia Onat, Üye Yargıç A. Nuran Tosun’un imzaları var.
Server Tanilli’nin “Uygarlık Tarihi” ders notlarının altına dün/bugün imza atar mıydınız?
774 aydın ve kitle örgütleri temsilcileri 21 Mart 1976 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış olan Server Tanilli’nin yargılanmasını kınayan bir bildiri imzalamışlardı. Bu yüzden yargılanmadılar… Dediler ki;
“Biz aşağıda imzaları bulunan kişiler, demokrasinin ve özgürlüklerin savunulmasında ortak sorumluluğumuz olduğu inancıyla,
Anayasamızın demokrasiyi ve özgürlüklerin vatandaşların uyanık bekçiliğine emanet eden hükümden ilham alarak,
Ülkemizde demokrasi düşmanı çevrelerce öteden beri düşünce ve bilim özgürlüklerine ve demokratik düşünceye karşı yürütülen ve gittikçe yoğunlaşan saldırıları protesto etmek amacıyla,
Server Tanilli’nin “Uygarlık Tarihi” ders notlarında ileri sürülen bütün düşünce ve tahlilleri aynen paylaşıp paylaşmadığımız meselesinden ayrı olarak, bu bilimsel eseri kendi eserimizcesine imzalamayı demokrasinin düşünce ve bilim özgürlüklerinin ve akademik özgürlüklerin savunulması adına görev biliriz.”
Aşağıda imzaları bulunan kişilerden kaç kişi kaldı?
15 Mayıs 1984 günü açıklanan ve aynı gün Sıkıyönetim tarafından yasaklanan “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlıklı Aydınlar Dilekçesinin bir bölümünde:
“Aşağıda İmzası Bulunanların Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemleri
Demokrasi, kurumları ve ilkeleriyle yaşar. Bir ülkede demokrasinin temel harcını oluşturan kurum, kavram ve ilkeler yıkılırsa bunun zararlarını gidermek güçleşir. Demokrasiyi kendi öz değer ve kurumlarına yabancılaştırmak, biçimsel olarak koruyup içeriğini boşaltmak, onu yıkmak kadar tehlikelidir. Bu nedenlerle tarihsel birikime dayalı devlet yapımızı ayakta tutan kurum, kavram ve ilkelerinin korunmasını ve demokratik ortam içinde güçlenmesini savunmaktayız.
Halkımız, çağdaş toplumlarda geçerli insan haklarının tümüne layıktır ve bunlara eksiksiz olarak sahip olmalıdır. (….) Olağanüstü yönetim biçimlerinin olağan sayılan dönemlerde süreklilik kazanmasının çağdaş demokrasi anlayışıyla bağdaşmayacağı görüşündeyiz.”
Bütün bu cümlelerle tarihin yaşanmış hukuksuzluklarının utancına imza atılıyordu.
Aydınlar Dilekçesi hakkında Ankara 1. Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde 1984 yılında haklarında dava açılan 59 kişi hakkında beraat kararı verildi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren bu metne imza atanları “aydın müsveddeleri” ve “vatan haini” olmakla itham etmişti.
Aydınlar Dilekçesi davasında Aziz Nesin’in savunmasından “imzalamak” üzerine bölümler:
“Bizler bu dilekçeyi yazar ve imzalarken bunun karşılığında aydın olduğumuz için bir minnet beklemiyorduk ve aydın olmanın ayrıcalıklarından yararlanmaya kalkmış değildik. Emekli olduktan sonra holdinglerin yönetim kurullarında ve büyük sermayeli ticaret kuruluşlarında ve bankalarda ve benzeri büyük sermaye gruplarında ve özel girişim kuruluşlarında ve dış alım- satım firmalarında, yüksek çıkarlar karşılığında hiç anlamadıkları işlerde ve hiç çalışmadan görev alan ve aç gözleri hiç doymayan yaşlı kişilerin aydın olduklarını söylemelerinden utanmaları nasıl gerekirse, bu dilekçeyi yazıp imzalamak karşılığında -bugünkü yönetimin tutumunu bildiğimizden- nimet değil külfet, ödül değil ceza bekleyen bizler de kendimizi aydın sanmaktan onur duymaktayız.Bu dilekçeyi imzalayanlar arasında salt ulusal düzeyde değil uluslararası düzeyde sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilimciler, hukukçular, eski bakanlar vardır. Bunlar aydın değillerse, Türkiye’de Aydın ilinden başka aydın kalmaz.”
Tarih boyunca tanık olduk…
“Barış İçin Yargıçlar ve Savcılar İnisiyatifi” oluşturan 19 yargıç 12 Ocak 1987’de eksi 22 derece dondurucu soğukta Almanya Mutlangen’de Amerikan füze deposuna giriş kapısını bloke ettiler. Yargıçlar ve savcılar barış için eylem yaptı. Atom silahları “ne adalete ne de barışa hizmet eder”, bu silahlar bütün “insanlığı rehin almıştır” dediler. Protesto ettiler ve “… bizler bugün Mutlangen’deki depoyu bloke ediyoruz” diyerek oturma eylemi yaptı.
Onlar tarih yazdı; Savcılık yargıçların fiilini hukuka aykırı gördü. Dava açtı. Yargıçlar neden böyle bir eylem yaptıklarını 15 Ocak 1987 tarihinde “Rehine İnsanlık” başlığı altında, Frankfurter Rundschau’da yayınlanan aşağıdaki açıklamalarıyla duyurdular:
“Biz yargıçlar, ‘Barış İçin Yargıçlar ve Savcılar’ inisiyatifindeniz. Bizler, yerel barış gruplarıyla birlikte çalışarak, gazete ilanlarıyla, eylemlerle ve kararlarla, 1983 yazında Bonn’da ve Kasım 1985’te Kassel’deki barış forumlarımızla insanları uyardık ve onlara hatırlatmalarda bulunduk. Barış hareketinin uyarıları, elbette duyulduğu kadarıyla, etkisini yavaş yavaş yitirdi. Bugün bizim güvenliğimiz, geçmişte olduğundan daha fazla tehlike altında bulunmaktadır. Reykjavik’teki silahsızlanmaya yönelik kapsamlı anlaşma başarısızlığa uğradı. Dünya çapında atom silahlanmasının devam etmesi tehlikesi bulunmaktadır.
“Bu nedenle bizler bugün Mutlangen’deki depoyu bloke ediyoruz. Bunun, bugüne kadarki bütün sözlerimizden daha iyi duyulacağını düşünüyoruz.
“Atom silahları ne adalete ne de barışa hizmet eder. Bu silahlar bütün insanlığı rehin almıştır ve hem Doğu’da hem Batı’da bütün insanları tehdit etmektedir. Bu toplu imha silahlarının kullanılması sadece düşünülebilir değil, aynı zamanda burada ve bugün her an mümkündür. (…)”
Yargıçsınız; yüzlerce vatandaşı oturma eyleminden mahkûm ediyorsunuz, sonra utancınızdan mahkûm ettiğiniz vatandaşlarınızla dayanışma için “oturma eylemi” yapıyorsunuz…
“Bunlara ek olarak, yaptığımız abluka eylemi, bu tür eylemler nedeniyle haklarında savcılar tarafından dava açılmış ve yargıçlar tarafından cezalandırılmış olan yüzlerce vatandaşımızla bir dayanışma hareketedir de ayrıca. Doğu ‘da ve Batı ‘da barış ve Silahsızlanma için attıkları adımlara en ağır cezanın verildiği insanlarla da dayanışmadır.
“Bizim gösterdiğimiz ilgi herkes için geçerlidir. Ve onlarla, yüksek sesle diyoruz ki; biz HAYIR! diyebiliriz.” (Duyurudan bir bölüm)”
Yargıçlar, savcılar ve avukatlar yargılanan yargıç ve savcılarla dayanışma gösterdi. “Biz aşağıda imzası bulunan kişiler” olarak “Atom silahlanması çılgınlığına son verin” çağrısını imzaladılar. 554 yargıç ve savcının, 228 avukatın görüşlerini içeren 14 Temmuz 1987 tarihli Frankfurter Rundschau’da yayınlanan bu duyurunun aynı zamanda sanık yargıçlarla dayanışma ilanı olduğunu kamuoyuna açıkladılar.
“Sorumluluk bilinciyle düşünerek, atom silahlanması çılgınlığına karşı cephe alan insanları her kim cezalandırırsa, atom silahlanmasına ve barış hareketine verilen gözdağına yönelik uygulamaya yargısal yardımda bulunur. Bu politikaya ve içtihada karşı gösterilen dirence artık hukuk çevresinin de katılması, bizim için daha anlamlı ve memnuniyet vericidir.
“Bizler, nükleer çılgınlık nedeniyle bütün insanlığın maruz kaldığı mevcut tehlike bakımından, yaşamın ve Anayasamızın korunmasına yönelik seslerini ölçülü olarak değil, duyulabilir şekilde yükselten meslektaşlarımızı kendimizi yakın hissediyoruz.”
19 yargıç ve savcı hakkındaki bu dava Alman hukuk tarihinin en utanç verici saçmalığı olarak tarihte yerini aldı. Ceza davaları hukukun utancına dönüşebilir.
Utanç duyulan davalarla anılanların geçmiş hukuk tarihi; müstebitlerin tarihidir.
Gelecek “biz aşağıda imzaları bulunan” kişilerin tarihidir. Hukukun utancından utanmayan müstebitlerin tarihlerini insan haklarına dayalı gerçek hukuk devletine dönüştürmek için inisiyatif alırlar; geleceğin imzacılarıdır.
Tarihin izlerini silmekle uğraşıyorlar ve bugünü dünden anlamayalım istiyorlar.
İddianameyle dava açan, açtığı davada terör propagandasını düzenleyen mülga 8 inci maddesini ifade özgürlüğüne ve Anayasaya aykırı olduğu iddiasında bulunarak kendi iddianamesine imza atan DGM savcıları vardı Devletin Güvenlik Mahkemelerinde…
Ses gelirdi Üniversitelerden, meslek kuruluşlarından, kurumlardan kişilerden… Halk sorardı ve beklerdi ne diyorlar diye meraklanırdı insanlar…
Ne imzalar gördük atıldıktan sonra geri çekilen… Ne imzalar gördük; imzalarına gözünü kırpmadan sonuna kadar sahip çıkanlar, attıkları imzanın onuruyla hapis yatanlar…
Tarihte iz bırakan “biz aşağıda imzaları bulunan kişiler” her zaman imzaladılar demokrasiyi.
İmzaladılar çünkü; sorumluluk bilinciyle düşündüler. Dediler ki; atom silahlanması çılgınlığına karşı cephe alan insanları her kim cezalandırırsa, atom silahlanmasına ve barış hareketine verilen gözdağına yönelik uygulamaya yargısal yardımda bulunur…
Tarihte adlarıyla bilinse de bilinmese de imzalarıyla “bilimsel eseri kendi eserimizcesine imzalamayı demokrasinin düşünce ve bilim özgürlüklerinin ve akademik özgürlüklerin savunulması adına görev biliriz.” dediler. Sorumluluk duydular. Ve “biz aşağıda imzaları bulunan kişiler” vardı eskiden bu ülkede, imzalarıyla kendilerini görevli sayan…
Birçok haklı nedeni ve birçok haklılığı vardır elbette…
Biz aşağıda imzası bulunanlar dün daha çoktular; bugün dünden daha azlar…
Nisan 2021
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN