Post image
Bir vahşet çağının içinde yaşıyoruz

 

Mustafa KÖMÜŞ
mustafa.k@birgun.net

Yazar Ahmet Ümit, son romanında devlet içindeki suçluları, uyuşturucu ticaretini ve ülkede cirit atan yabancı çetelerin nasıl korunduğunu anlattı. “Bir vahşet çağı yaşandığını” belirten Ümit, “Ahlak denilen kavram ortadan kalktı. Çürüme öyle ki, gömülmemiş ceset gibi kokuyoruz” dedi.

Usta Yazar Ahmet Ümit’in son romanı geçen günlerde yayımlandı. Yırtıcı Kuşlar Zamanı adlı kitap günümüzde yaşananlara yer veriyor. Kitapta devlet içindeki çeteler, uyuşturucu ticareti, yabancılara satılan vatandaşlıklar gibi birçok konu yer alıyor. Ümit’le Yırtıcı Kuşlar Zamanı ve kitapta geçen konular hakkında konuştuk.

Kitabın arka kapağında “Alıştığımız ülke, alıştığımız İstanbul, alıştığımız hayat kayıp gidiyordu avuçlarımızın arasından” ifadeleri yer alıyor. Bunu biraz açmanızı isteyeceğim sizden.

Son 20 yıldır bir iktidar var ve bu iktidar çok ideolojik ve bilinçli olarak bir değişim ve dönüşüm programı uyguluyor kendi açısından. Türkiye’yi kendi düşüncelerine göre dönüştürmek istedi. Geçen 20 yıllık süre boyunca aslında gördük ki maalesef her şey olduğundan çok daha kötü bir yere gitmeye başladı. Temelde ekonomi olmak üzere manzara şudur: Giderek zenginleşen ve sayısı azalan bir sınıf, giderek yoksullaşan ve sayısı hızla artan yoksul, neredeyse açlık sınırına gelmiş bir kitle. Buna bağlı olarak da liyakatsizliğin hâkim olduğu, hukukun hiçe sayıldığı bir ülke. Hukuksuzluğun da at başı gitmesiyle beraber sadece Türkiye’de değil dünyada Avrupa’daki pek çok baronun, uyuşturucu baronunun, mafyanın ülkedeki hukuksal boşluklardan da yararlanarak ülkemize geldiği ve burayı adeta birer çatışma alanına çevirdiği bir ülke. Sonuç olarak da giderek bölünen bir ülke. İnsanların kamplara ayrıldığı, bölündüğü, birbirinden nefret ettiği bir ülke haline getirildi Türkiye. Bu ülke, bizim eski ülkemiz değil.

Eski ülkemiz şahane miydi? Değildi. Eski ülkemize yönelik de eleştirilerimiz vardı. Ancak Cumhuriyet’in 101’inci yılında 20 yıl öncesine kadar çok daha korkunç bir yerde olduğumuzu görüyorum. Değer yargıları artık ortadan kalkmaya başladı. Ahlak tümüyle ortadan kalktı. Erozyona uğradı ve bunun somut örneği olarak da uyuşturucu ülkede ne yazık ki büyük bir yaygınlık kazandı. Eskiden Türkiye bir geçiş ülkesiydi. Şu anda hedef ülke haline geldi. Gençlik çok umutsuz. Son yaşanan kadın cinayetleri… Vahşi cinayetler. İş çığırından çıkmış durumda. Gerçekten bir vahşet çağı yaşanıyor.

 

 

Söylediğiniz şeylerin bir kısmını kitapta çok net bir şekilde okuyoruz. Mesela yabancı uyuşturucu tacirlerinden bahsettiniz. Burada bir Darko Samartic karakteri var. Okurken Timur Soykan’ın haberlerini okuduğumu hissettim.

Bu benim 15’inci romanım, 26’ncı kitabım. Timur Soykan’ın haberlerinden de çok faydalandım. Romanlarımın bir kısmında da güncel politika vardır ama bu kadar güncel bir roman hiç yazmadım. Mesela Kukla’da Susurluk meselesini anlatmıştım. Ama Susurluk’tan beş-altı yıl sonraydı. Sis ve Gece’de yıllar önce Milli İstihbarat Teşkilatı içindeki asker-sivil çatışması meselesini anlatmıştım ama o da o yıllardan sonraydı. Bu gerçekten en güncel olanı; yani şu anda kitapta yazılan konuları aynı zamanda yarın gazetede okuyabilirsiniz. Bir güncel fotoğraf çekmek istedim. Sözcüklerle, edebiyatla, sanatla günümüz Türkiye’sinin bir resmini, panoramasını çıkarmak istedim. Neden bunu yapmak istedim? Çünkü içim sızlıyor, çünkü gördüklerim karşısında bir şey yapmak gereği hissediyorum. Her haber duyduğumuzda, vahşetle karşılaşıyoruz, yoksul insanların çığlığını duyuyoruz, geçinemeyen insanları görüyoruz. Kira meselesi almış başını gitmiş. Ben böyle bir dönem hatırlamıyorum. 64 yaşındayım. Çok farklı dönemler yaşadım. Milliyetçi Cephe dönemlerini gördüm ben, Ecevit dönemlerini gördüm. Turgut Özal ve darbe dönemlerini gördüm. Bunların hepsini yaşadım. Ama yoksulluğun bu kadar belirgin hale geldiği sınıflar arasındaki uçurumun bu kadar net olduğu bir dönemi ben hatırlamıyorum. Böyle bir şey görmedim. Ve bu tabii sadece bu değil. Biraz önce konuştuğumuz gibi ahlaki bozulma, yozlaşma, liyakatsizlik aklınıza ne gelirse hepsi tavan yapmış durumda. O nedenle bu kitabı yazdım. Bu kitap aynı zamanda benim ülkeme karşı duyduğum sorumluluklardan biri. Bir sanatçı olarak yapmam gereken şey buydu.

Emniyet içindeki çetelerden hep bahsedilirdi. Ama artık başka bir noktaya geldiği hep söyleniyor. Kitapta da onu okudum. Kitapta anlattığınızı sizden dinlemek istiyorum.

Aslında uyuşturucu meseleni temel alarak yola çıktım. Ama bunu Başkomiser Nevzat’ın karısıyla kızının yedi yıl önce ölümüne bağladım. İkisi de Balat’ta Nevzat için konulan bir bombanın patlaması sonucu ölmüşlerdi. Kavim kitabından beri bundan bahsediyordum. Bugün gerek yargıda gerek kolluk kuvvetlerindeki bozulma ve Türkiye’yi getirdiği noktayla birleştirerek entrikayı böyle kurdum. Bu kitabı yazarken Mersin’e gittim. Mersin önemli bir alan. Mersin limanı uyuşturucu açısından çok sık uyuşturucu yakalanan bir geçiş yeri. Orada bu davalara bakan savcılarla konuştum. Oradaki savcı bizzat bana şunu söyledi: “Biz operasyona giderken alnımızda kamerayla gidiyoruz. Hepimiz töhmet altındayız.” Her gün bir vahşet, her gün bir korkunç bir olayla karşı karşıyayız. O zaman devlet niye var? Hukuk niye var? Bu toplum niye var? Bu toplumun birliği nasıl korunacak? Bu halk nasıl bir halk olacak?

Biraz Başkomiser Nevzat’la devam etmek istiyorum. Az önce “Tarihe bir not olarak bu kitabı bırakmak istedim” dediniz. Aslında Başkomiser Nevzat romanları Kavim’den itibaren 90’lardan bugüne bir Türkiye tarihi.

1968’den sonra toplumsal romanın yerini dünyada polisiye romanı aldı. Özellikle Fransa’da, İspanya’da, Avrupa’nın belli kesimlerinde polisiye roman bir sistem eleştirisi haline geldi. Yani suçtan yola çıkarak sistemi eleştirmek, kapitalizmi eleştirmek yanlış giden şeyleri eleştirmek… Çünkü suçun kendisi aslında o toplumun bize ne olduğunu gösteriyor. Bir ülkedeki suçlara bakın. O suçlardan yola çıkarak o ülkenin sosyoekonomik yapısını, sosyopsikolojik yapısını hatta tarihsel geri planını da anlayabilirsiniz. Başkomiser Nevzat cinayet masasında bir polis ve elbette gittiği her suç da aslında bir anlamda toplumu bize analiz edecek ipuçları sunuyor. Kaçınılmaz olarak Türkiye’nin sosyoekonomik yapısına değinmek zorunda kalıyorum. Bugüne değinmek zorundayım. O nedenle Başkomiser Nevzat günümüz Türkiye’sinin anlatmak açısından çok elverişli bir karakter. Bizzat suçun içinde olduğu için, bizzat iyi suç çözdüğü için değil, o suçları analiz ederken aynı zamanda Türkiye toplumunu da anlatma olanağı veriyor.

BİR KERE SINIRI GEÇEN HEP GEÇER

Nevzat’la birlikte her kitapta başka polisler, başka insanlar giriyor romanlarınıza. Kavim’de bir Cengiz müdür vardı. O da yine çeteye bulaşmış bir müdürdü. Burada başka emniyet müdürleri var. Kavim’in aksine bu kitapta arkadaşları için mücadele eden insanlar yok. Siz anladığım kadarıyla devletin içindeki çete üyelerinin arkadaşları için mücadele eden değil kendileri için çalışan insanlar olduğuna bir gönderme yapıyorsunuz.

Romanın cümlesi şu: Bir kere sınırı geçen için başka sınır yoktur. Bir zamanlar şöyle diyorlardı: Bürokrasi var ve bürokrasi olduğu için de biz yeterince mücadele edemiyoruz suçla. Yahut arkadaşlarımızı yeterince koruyamıyoruz. Ama artık Susurluk’tan bu yana geçen süreçte bambaşka bir durumla karşı karşıyayız biz. Susurluk olayını yaratanlar, yaşatanlar “Biz yurtseveriz, ülkemizi korumak için bunu yapıyoruz” dediler. Ancak anlaşıldı ki aslında öyle bir şey yok. Bunun altında kişisel çıkarlar var, kişisel menfaatler var. Şimdi bu çok daha belirgin bir şekilde yapılıyor. Bazı insanlar, kirli polisler, kirlik hukukçular açıkçası kendi çıkarları için bunu yapıyorlar. Bakanların nasıl kirli ilişkilere bulaştığını görüyoruz. Uyuşturucu kaçakçılığıyla yapılan görüşmeler, fotoğraflar, suç örgütleriyle temaslar bunların hepsini görüyoruz. Burada yazdığım her şey aslında biraz da mahkemelerde bu bugün konu olmuş gazetelere konu olmuş meseleler. Asıl mesele bu. Bir tuğgeneral Gaziantep’te kendi makam arabasıyla insan kaçakçılığı yapıyordu. İnanılmaz bir şey bu. Bazı polisler araçlarıyla uyuşturucu kaçırıyorlardı. Gelinen yer korkunç. Geldiğimiz yer çürüme. Kokuyoruz. Gömülmemiş ceset gibi olduk. Bu kitap o yüzden bir çığlık. Kitabın sonunda Nevzat’ın Evgenia’yla Azez’e sarılması da bir mesaj. Birbirimize sarılmak. Bir olmak. En azından adaletten, hukuktan, emekten ezilenlerden yana olan güçlerin bir arada olması gerekiyor.

∗∗∗

POLİSİYE ÇAĞIN ROMANI

90’lardan itibaren siz, Osman Aysu, Celil Oker polisiye yazarları olarak ortaya çıktığınız zaman “Türkiye polisiye yazılacak bir ülke değil” eleştirisi olurdu. Konuştuklarımıza bakınca artık bunu söyleyecek bir kimse olmaz herhalde.

Gerçekten de öyle. Timur Soykan’ın ve Murat Ağırel’in haberlerini okuduğum zaman hepsi polisiye hikayeler anlatıyor gibi. Ama bunlar gerçek hikayeler. Yazdıklarını al, kurgula polisiye roman olsun. Dolayısıyla polisiye roman şu anda sadece Türkiye’nin değil çağın romanıdır. Çünkü sadece işler Türkiye’de kötüye gitmiyor. Dünyanın her yerinde kötüye gidiyor. Dünyanın her yerinde bir suç iklimi bir vahşet iklimi yaşanıyor şu anda. Her yerde bir vicdansızlık var ve bence bunu anlatabilecek en iyi tür polisiye roman.

(Birgün, 10.10.2024)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN