Evin TURGUT
İstanbul – Üniversite çoğumuz için çok farklı bir deneyim ve bambaşka bir heyecandır. Genellikle yeni bir şehir, yeni arkadaşlar, yeni ortamlar ve aslında yepyeni bir hayat… Benim için öyleydi Okuduğum İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü beni hep çok cezbediyordu zaten, yeni bir şehre gidiyor olmak da eklenince heyecanım misliyle artmıştı. En çok da yeni arkadaşlar edinip, yeni insanlar tanıyacağım için. Çünkü dinlemeyi, gözlemlemeyi, farklılıkları hep çok sevdim ve kalacağım yurt ortamı bunun için gayet müsaitti.
Bambaşka yerlerden gelen birbirinden farklı ve heyecanlı bir sürü kadın. Kaldığımız yurttaki tek ortak kullanım alanımız olan mescitlerde, geceleri 20’ye yakın kadın toplanır sabaha kadar sohbet ederdik. Sohbetlerimiz genellikle okul, bölüm, hocalar ve dersler hakkında olurdu. Fakat bir yerden sonra muhabbetimiz tıkandı ve herkes daha fazla ortak paylaşımda bulunabileceği küçük gruplar ile sohbet etmeye başladı (Aynı bölümden, sınıftan, memleketten yahut odadan insanlarla). Artık yavaş yavaş dağılmaya başlayan bu sohbetlerimizde herkesin konuştuğu, bir şeyler anlattığı tek konu ise kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzdü çünkü o odada bulunan her kadının muhakkak ya maruz kaldığı ya da tanık olduğu bir taciz olayı vardı.
Anlatmak hiç kimse için kolay olmuyordu. 25’e yakın üniversiteli kadınız ve ortak tek paydamız yaşadığımız/tanık olduğumuz tacizler, o travmalar ve korkularımız… Üstelik hiç sekmedi bu. Hepimiz farklı şehirlerde, farklı kültürlerde, farklı tarzlarda muhakkak tacize uğramıştık. Şortlu olan da vardı feraceli olan da, gece vakti tacize uğrayan da vardı, gündüz vakti hiç tanımadığı biri tarafından ya da en yakını tarafından tacize uğrayan da. Zaman değişti, mekân değişti, kişiler değişti… Değişmeyen tek şey hikayelerimiz ve her seferinde hissettiklerimizdi.
YAKIN YA DA UZAK; TEHDİT, KORKU, TEHLİKE VE NEFRET…
Bölümde okuduğumuz ilk kitaplardan biri olan Canterbury Masalları Thomas Becket’ın mezarına giden 30 hacının yolda anlatacakları 4’er hikayeden toplamda 120 masaldan oluşuyordu fakat gelin görün ki Caucer’ın ömrü yalnızca 24’üne yetmişti. Hocalarımız bu 24 hikayeden yola çıkarak dönemi anlayabileceğimizi, anlatılan hikayelerin bize o günler hakkında bir fikir verebileceğini söylerdi. Ne kadar farklı hikayeler olsa da Canterbury’nin okuduğumuz 24 hikayesi ile bir kız yurdunun mescidinde 20 genç kadından dinlediğimiz hikayeler bize yaşanan günlerin gerçekliğini anlatır, bir dönemi yansıtır. Biz kadınların da anlattığı, maruz kaldığı, tanık olduğu her taciz ve tecavüz olayı esasında yaşadığımız dönemi anlatıyor/yansıtıyor. Kadın cinayetleri, taciz, tecavüz, istismar, şiddet… Asla gündemden düşmeyen fakat bir yandan da asla gündemimiz değilmiş gibi sürekli üstü örtülmeye çalışılan bir “mesele” haline geldi.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme sonrasında 4. Yargı Paketi’nin kabulü ile resmileşen “çocuk istismarında somut delil aranması” hiçbir kadını güvende tutmuyor. Gittikçe artan kadın cinayetleri ve kadınlara dönük yaşam haklarının ihlalleri hepimizin malumu. Bugün bir rakam olarak andığımız bu kadınların da bizimkiler gibi hikayeleri vardı önceden, ama bunlar sonunun nereye varacağı bilinmesine rağmen sürekli göz ardı edildi, normalleştirilmeye çalışıldı. O mescit odasında birbirimize anlattığımız hikayelerde de durum böyle. Esnafı, akrabası, sevgilisi, eski kocası, tanıdık/tanımadık birileri, bazen en yakınımız bazen en uzağımız ama hep bir tehdit, korku, tehlike ve nefret…
GÖRMEZDEN GELİNEN MUSA ORHANLAR…
Bölgedeki bir ilde üniversite okuyan 20 kadın olarak hikayelerimizde ortak olan bir başka şey ise “fail tipi”ydi. Bölgede görev yapan askerî personeller ve uzman çavuşların cüretkârlığı, kadınlara yönelik söylemleri ve tacizleri, arkalarında kimin/neyin olduğunu ve neye güvendiklerini kanıtlar niteliktedir ki bunu ayan beyan söylemekten, göstermekten de çekinmezler. Musa Orhan örneğinde gördüklerimizin potansiyelini içinde taşıyan taciz örnekleri oralarda okuyan pek çok genç kadının başına gelmiştir. Devletin ve de güya güvenliğimiz için kimlikleri haline gelen silahlarının verdiği güven ile kadınları taciz ediyor, kadınlara şiddet uyguluyor ve reddedilmeye/terslenmeye tahammülleri olmadığından her türlü hakkı kendilerinde görüyorlar. Musa Orhan kamuoyu baskısı ile gündem olup, naylon gündemler ile tekrar unutturulan örneklerden yalnızca biridir. Medyaya yansımayan, üstü örtülen, görmezden gelinen o kadar çok Musa Orhan vakası var ki… Bu denli cüretkâr oluşları bulundukları bölgeye mi has bilmiyorum, fakat emin olduğum bir şey var ise o da kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz söz konusu olduğunda bu devletin gösterdiği umursamaz ve faili koruyan tavırlarının sürekli ve sistematik olarak canımıza mâl olduğu.
Bir kadının boğazını sıkıp hayatını elinden alırken, kendi boynuna bir kravat, beline afili bir kemer takıp iyi hâlden birkaç yıl yatıp çıkmak bu faillere ve katillere müthiş bir güven ve cesaret veriyor. İstanbul Sözleşmesi bu yüzden en çok onları rahatsız etti, çocuk istismarında somut delil şartı bu yüzden getirildi. Bu ülkede tam da bu yüzden asla güvende değiliz ve tüm bunlar bizi yıldırmaya, sindirmeye yetmeyecek. Çünkü biliyoruz ki bu ataerkil, kapitalist sistemi ancak bir arada durarak ve mücadele ederek yıkacağız! Belki o mescit odasında paylaşılan taciz ve tecavüz hikayelerini anlatmaya ne ömrüm ne de gücüm yeter, ama eminim ki kadın dayanışması ve mücadelesine de bizi ezen bu çarkın gücü yetmeyecek! O gün bambaşka hikayeler anlatacağız birbirimize.
(Günlük Evrensel ekmek ve Gül, 07.08.2021)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN