Atilla DORSAY
Salvador Dali‘yi kim tanımaz? Yani yalnıza resim sanatına değil, genel anlamda sanat denen şeye birazcık da olsa ilgili olanlar için… İspanyol sanatçı Dali (1904- 1989) özetle sürrealizm (gerçek-üstücülük) denen akımın belki en önemli ressamıdır. Eserleri yıllar boyu ilgiyle izlenmiş, yüksek fiyatlara satılmış, müzeleri doldurmuş bir sanatçı…
Ama işte, biyografik filmler bunun için yapılıyor; bu açıdan önem taşıyor. O emsalsiz sanat insanlarını bize en ilginç ve en gizli yanlarıyla tanıtmak için… Bu kez karşımıza öyle klasik değil, özenle ve özel biçimde tasarlanmış bir film çıkıyor. Bence her açıdan görmeye değer olan…
Önce Dali’yle daha 50’lerde yapılmış bir TV söyleşisi izliyoruz. Sonra, artık iyice şöhretin zirvesindeyken, 1974 yılında onu eşi Gala ile birlikte lüks bir hayat sürerken yakalıyoruz. İkili neredeyse 20 yıldır lüks bir otelde kalmaktadır. Yardımcısı ve ajanı Christoffe Dufresne‘le birlikte, artık iyice yaşlanmış, eşi Gala’ya deli gibi tutkun, ama artık eskisi kadar ilgi görmediği bir dönem geçirmektedir.
O arada sanata meraklı, birkaç sergi için küratörlük yapmış genç bir yardımcı çıkagelir. Onun biraz prestij kaybettiği ve New York’ta çok iddialı bir sergi açmaya hazırlandığı bir dönemde, İdaho kökenli (yani Amerikalı), son derece sempatik ve yakışıklı James.
Aslında Dali’nin gerçekten en çılgın dönemidir. Birkaç düzine imza yapmıştır kendi kendine; canı hangisini isterse onu atar resmin altına… Ama imzanın bir eserin baş kanıtı olduğu bir alanda, bu kabul edilebilir mi? Öte yandan alabildiğine eksantrik projeler hayal eder. Örneğin ‘dünyanın en büyük penisi’ni içeren bir tablo!…
Arada New York’taki ‘lüküs hayat’ süregider. Görkemli partiler; seksle uyuşturucunun iç içe olduğu eğlenceler… Birinde üçlü seks yapılırken, perde arkasında Dali’nin utanmaz röntgenciliği belirir!.. Giderek yaşlanan Dali upuzun saçları, karikatür gibi kıvrık bıyıkları, habire boyadığı suratıyla hayli pitoresk bir ihtiyara dönüşmektedir.
Ama bir şey değişmez, bir temel tutkusundan vazgeçemez. O da Gala’dır, yani karısı… Aslında onların gençliklerini de biliriz; film sayesinde… Çünkü bir bölümde birden geçmişe gider, iki aşığı en taze halleriyle yakalarız; Ki bu filme bir-iki yerde daha ve hep ustalıkla yerleştirilir. Çok uygun biçimde seçilmiş oyuncularla…
Arada bir Paris bölümü de gelir. Yine o aşk yıllarında… Ki o yıllarda Dali’ye ve sergilerine kimler gelmez ki… Vatandaşı yönetmen Luis Bunuel, meslekdaşı Rene Maigritte, şair Paul Eluard…
Ama iyice yaşlanmış Gala kendisine yeni aşıklar arayıp bulur. Bunlardan biri o yıllarda Broadway’de büyük sükse yapan Jesus Christ Superstar oyununda İsa’yı oynayan bir genç adamdır: şarkıcı Jeff… Tüm bunlara rağmen, Dali eşinden vazgeçemez: “O benim oksijenim!” diyerek… Öte yandan, etrafta gencecik kızlar da dolaşır; ki birine Dali “Amanda, mon ange – Amanda, meleğim” diye kompliman yapar. Öte yandan, yakışıklı genç dostu James’e ise nedense Aziz Sebastian diye seslenmekten vazgeçmez…
İşte böyle bir film bu… Karışık, karmaşık, zengin, seksi, ürkünç, çekici… Sinemaya son yıllarda gelen biyografilerin en özgünlerinden biri. Daha önce The Moth Diaries, American Psycho gibi ilginç filmler yöneten Kanadalı kadın yönetmen Marry Harron’un sanırım filme büyük katkısı var. Özellikle cinsellik içeren sahnelerde kadın bakışı öne çıkıyor. Yıllar önce bir İstanbul festivalinde birlikte olmak (ve ona içinde kendi resmi de bunan fotoğraflarımdan oluşan bir albümü hediye etmek) keyfini tattığım büyük oyuncu Ben Kingsley’i bunca zaman sonra bulmak çok hoş oldu. Bu filmde harika bir dönüş yapan sanatçının bugün 80 yaşında (1943 doğumlu) olduğunu belirteyim.
Daliland
Yönetmen: Mary Harron
Senaryo: John Walsh
Görüntü: Marcel Zyskind
Müzik: Edmund Butt
Oyuncular: Ben Kingsley, Barbara Sukowa, Christopher Briney, Rupert Graves, Ezra Miller, Andreja Pejic,Suki Waterhouse, Alexander Beyer, Marc McKenna, Avital Lvöva, Zachary Nachbar-Secker
ABD-Kanada filmi, 2022
(T24, 01.06.2023)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN