Atilla KESKİN
SON yıllarda özellikle 12 Eylül Darbesi’ne ilişkin birçok roman ve anı yazıldı. Ali Rıza Orman‘ın “Film Koptu” kitabı da aynı süreci anlatan bir cezaevi romanı. Ne var ki şimdiye kadar yazılanlardan çok farklı bir roman. Bu tür anı ve romanlarda cezaevlerindeki baskılara, işkencelere karşı direniş anlatılır genellikle. “Film Koptu” da bir cezaevi direnişinin romanıdır.
Ama salt bir direnişin romanı değil… Cezaevinde ve dışarıdaki anlatılan ilginç olaylar zincirinin dışında; insana, yaşama, doğaya, duygulara ilişkin derin felsefi tartışmaların olduğu bir roman bu. Yazar, felsefi düşüncelerini roman kahramanlarının ağzından dile getirerek, okuyucuyu da düşünmeye ve tartışmaya yönlendirmekte.
BİNBOĞALARIN ETEĞİNDE BİR KÖY
Roman, yazarın doğup büyüdüğü ve hâlâ sevgiyle, dostlukla bağlı olduğu Binboğaların eteğindeki köyünün anlatımıyla başlıyor. Ama sıradan bir anlatım değil bu… Çok ustaca betimlenmiş bir Binboğalar anlatımı. Ali Rıza Orman, resim sanatıyla da ilgili ve resimler de yapıyor. Ve öylesine bir Binboğalar betimlemesi ki yazdıkları, rengarenk çiçekleri, karlı dağları, kağnıları, insanları, yıldızları, bağı bahçesiyle bir resim çiziyor bu anlatıda. Salt resim de çizmiyor. Aynı zamanda en duygulu, en neşeli, en külhani müzikleri, türküleri de dinliyorsunuz okurken.
Daha sonraki bölümlerde romanın baş kahramanı Kemal’in okuduğu kasabayı, belli ki birbirine sımsıkı sevgi bağlarıyla bağlı ailesini ve arkadaş çevresini okuyoruz.
Yazar çocukluğundaki bir anısını dile getirirken “Erik ağacı bize ihanet etmezdi. Kim bilir belki de herkesin hikayesinde bir erik ağcı vardır” diyor. Niye böyle dediğini kitabı okuduğunuzda anlayacaksınız.
‘UMUT YOKSA GERÇEK DE YOKTU, HAYAL DE’
Daha sonra yüksek okul günleri… Romanımızın kahramanı artık Ankara’da ve devrimci kavganın içindedir. Bir gösteride yanındaki arkadaşı silah kullanır ve karşı taraftan bir insanın ölümüne neden olur. Çekilen resimlerde silah, Kemal’in elinde gibi gözüktüğü için cinayet suçlusu olarak aranmaya başlanır ve sonunda yakalanıp cezaevine atılır. Ama silahı kullananın başkası olduğunu açıklamaz.
Cezaevindeki günleri bir derviş sabrıyla geçmektedir. “Umutsuz olmuyordu içeride. Umut yoksa gerçek de yoktu hayal de. Gerçek ne olursa olsun ona uygun hayaller hep vardı” diyor Kemal. Sevdiği Hülya’nın yazdığı satırlara, cümlelere sığmayan sevgisini dile getirdiği tekrar tekrar okuduğu mektupları direnme gücü vermektedir Kemal’e. İnsan garip şeyler özler cezaevinde. Kemal; “Kızarmış kestane tadında yaşamak isterdim” derken, mutlu, sevecen ailesini anımsıyor sık sık. “Herkes geleceğinin güzel olmasını ister. Ve biz geleceğin ipuçlarını bazen bir şiirin mısralarında, bazen yeşil bir dalın ucundaki çiçekte, bazen bir gülüşün dalgın derinliğinde, bazen de yaşanan anlarda buluruz. Lakin asıl bilmemiz gereken şey şu ki kimse dalından elma koparıp verir gibi vermiyor geleceği.”
ÇİÇEK TOHUMLARI İÇİN DİRENMEK
Süreci ve devrimci çalışmaları felsefi bir içerikte açıklamaktadır yazar. Nedir insanın içeride en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden birisi? Elbette doğa. İyi de dört bir yanın beton duvarlarla çevrildiği bir cezaevinde bu doğa ilişkisi nasıl kurulabilir?
“Çiçek yetiştirerek” der içlerinden birisi.
O günden sonra artık, ‘derin’ teorik tartışmaların yerini bu işin nasıl kotarılacağının planları öne çıkar. Dışarıdan gelen elbiselerin ceplerinde, yakalarında çiçek tohumları getirilirse, yoğurt kaplarında çiçek yetiştirmek olasıdır. Bu konuda en bilgili olan liseli bir genç olan Suat’tır. Suat çiçek konusu gündeme gelinceye kadar hep sessiz kalan; tartışmalara katılmayan ve hep bir şeyler öğrenmeye çalışan bir gençtir. Şimdi ise öğreten ve öne çıkan bir bilgedir artık. Evinde annesi envaiçeşit çiçek yetiştirdiği için ona yardımcı olan Suat bu konuda çok bilgilidir. Tohumlar gelip yoğurt kaplarında çimlendirilmeye başlandıktan sonra artık herkes Suat’ın önerilerini dikkate almaktadır.
YAŞAM, DOĞA VE SOSYALİZM İÇİN
“Çiçek yetiştirmek artık yaşama içeride dört elle sarılmanın yöntemiydi. Yaşamın anlamını belirleyen çiçek tohumlarıydı artık.” Ne var ki her türlü güzelliğin düşmanı zorbalar çiçek yetiştirilmesini de hoş görmediler. Çiçekleri toplamak için koğuşlara baskın yapmaya karar verirler. Ama ciddi bir direnişle karşılaşırlar. O güne kadar hep geri planda kalan genç Suat şimdi bir önderdir. Çiçeklerini teslim etmemek için en önde o direnir. İdareyle yapılan pazarlıklar sonucu çiçeklerin bir kısmı toplanır, bir kısmı ise yetiştirilmeye devam edilir. Kemalin sevgilisi Hülya, Kemal’e menekşe tohumları getirmiştir. Ama zorbalar yeni yapraklanan menekşeleri de toplarlar. Koğuşlarda, yaşama, direnmeye, doğaya, sosyalizme ilişkin tartışmalar devam eder. Yazar bu konularda hep felsefi bir açılımı kitabında dile getirir. Kitabın sonunda Kemal’in insan öldürmediği anlaşılınca serbest bırakılır. Ve kahramanımız çok özlediği “kızarmış kestane tadındaki yaşantısına” kavuşur.
(Günlük Evrensel, 06.12.2024)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN