Kitabın adı bu…
“Beni Ödülle Cezalandırma!”
Piyasaya çıkalı üç gün oldu, “En çok okunan 10”dan listeye girdi.
Görün bakın 1 numara da olacak.
Çünkü eğitim bilimci Dr. Özgür Bolat yazdı.
Ve konu, çocuklarımız ve onları nasıl yetiştirdiğimiz.
Daha doğrusu nasıl yanlış yetiştirdiğimiz.
Ben çok önemsiyorum Özgür Bolat’ı.
Bir tabu yıkıcı ve devrimci olduğuna inanıyorum.
O, bizim eğitim ve çocuk yetiştirme anlayışımızı değiştirmeye çalışan devrimci…
Bu kitap da 2 yıllık bir çalışmanın ürünü.
70 yılda eğitim, psikoloji, sosyal psikoloji, antropoloji ve ekonomi alanlarında ödülle ilgili yapılmış bütün çalışmaları okumuş, ilginç sonuçlarla karşılaşmış ve bilimsel bulguları bizim anlayabileceğimiz gibi gerçek olaylarla örneklendirerek aktarmış… Dili de sade ve normal insan dili…
Akademik dil değil yani…
Kitap bence bir mücevher, bir sürü yerin altını çizdim, Alya, “Bu kitapta bu kadar önemli ne var? Her satırın altını çizmişsin. Niye?” dedi.
“Sana daha iyi bir anne olabilmek istiyorum!” dedim.
Gülümsedi.
“O, zor!” mu demek istedi.
“Zaten öylesin!” mi anlayamadım.
Ama bildiğim şu, Özgür Bolat, kıymeti, ileride daha da çok anlaşılacak çok değerli bir çalışmaya imza atmış.
Hoppala… “Beni Ödülle Cezalandırma!” diye bir kitap yazdın, kafamızı karıştırdın! Biz, “Ödül yararlıdır” diye biliyoruz ve kullanıyoruz. Sense tersini söylüyorsun…
Bence kafaların karışması iyi! Kafa karışmadan öğrenme de olmaz, gelişim de… Ben herhangi bir şeyini tersini söylemiyorum, sadece bildiğimi söylüyorum. Kitap için son 70 yılın tüm bilimsel literatürünü taradım ve gördüm ki, ödülün zararını ispatlayan binlerce araştırma var…
Ne zararı varmış ödülün, hadi say…
İç motivasyonu öldürür, öğrenmeyi ve değer öğretimini engeller, gelişimi durdurur, ilişkileri bozar, performansı düşürür ve mutsuzluğa yol açar. Araştırmalarla her birini tek tek işliyorum kitapta…
Şu araştırmalardan da örnek verir misin?
-Birinde mesela, çocuklara ödülle bulmaca yaptırıyorlar. Ödül ortadan kalkınca, çocuklar bulmaca çözmeyi bırakıyor! Ama ödül almayan grup, aynı zevkle devam ediyor. Başka bir araştırmada, ödül verilen grup, çok kolay işleri seçiyor ve kendini geliştiremiyor ama ödül almayan grup sürekli kendini geliştiriyor. Başka bir deneyde, arkadaşlarına yardımcı olan çocuklar ödüllendiriliyor. Ödül olmayınca bu çocuklar yardımcı olmayı bırakıyor. Böyle sayısız araştırma var…
“Ödül, yapay sevgidir!” diyorsun…
– Aynen öyle! Mantık çok basit. Gerçek sevgide, koşul var mı? Yok… Peki ödülde? Var… O zaman ödül, bir yapay sevgi aracı… Bir arkadaşım anlattı. Babası “Matematik sınavından 100 al, seni lunaparka götüreceğim” demiş. Ama arkadaşları, o hafta sonu, her koşulda lunaparka gidecekmiş. Fakat arkadaşımın gitmesi, koşula bağlı. Şöyle düşünmüş: “Benim mutluluğum, babam için her koşulda önemli değil mi?” Diğer kızlar sadece mutlu olmak için lunaparka giderken, babam benimle neden gitmiyor? Neden gitmesi için benim 100 almam gerekiyor? Babam beni önemsemiyor mu? Sevmiyor mı?” Kendisini değersiz hissetmiş… Özgüven, çok önemli. Özgüven, “Ben sadece ben olduğum için değerliyim” duygusunu içselleştirebilmek. Ama ödül bunu engelliyor. “Sen bu işi yapınca, ben sana ödül veririm!” demek, “Ben seni ancak o zaman severim!” demek…
KARNE HEDİYESİ ÇOK TEHLİKELİ
İyi de, her sevgide, az bir miktar da olsa, “koşul” yok mudur? Allah, bizi sevsin diye dinin gereklerini yerine getirmiyor muyuz? Ya da ahirete inandığımız için… Din de insana ödül sunmuyor mu?
– Mükemmel soru! New York Üniversitesi’nde bir hoca var. İsmi de Jacqueline Mattis. Dindarlar üzerinde araştırmaları var. Ne keşfediyor biliyor musun? Cennet ve cehennem için dini yaşayanlar mutsuz, Allah sevgisi için yaşayanlar mutlu. Yani, dini, ödül almak için araç olarak görenler, gerçek mutluluğu yaşayamıyor. Ama Mevlana ve Yunus Emre gibi, dine, Allah sevgisi için yönelenler yaşıyor. Bu durumda cennet, amaç değil, sonuç oluyor. İstediğimiz, sevgi dolu koşulsuz din anlayışı olmalı…
Hepimizin sınırsız sevme kapasitesi mi var?
– Evet. Örneğin, çocuğun boğulma tehlikesiyle karşılaşsa, Allah korusun, hemen denize atlar onu kurtarırsın. Oradaki tek amacın, onun yaşamasıdır. Başka hiçbir beklentin yoktur. İşte gerçek sevgi budur. Ama kendi beklentilerin doğrultusunda sevgi gösterdiğin an, yapay sevgi devreye girer. İşte bu tür aileler sıkça ödül ve övgü kullanır.
Peki “Hedonist alışma” nedir? Bu da kitapta işlediğin kavramlardan biri…
– Bazı şeylere çabuk alışırız, bazı şeylere alışmayız. Eşyalara, mallara ve objelere alışırız. Ama ilişkilere, yemeklere, dostluklara veya eğlenceye alışmayız. Bunlardan bıkmayız. İşte eşyalara hemen alışmamıza “hedonistik alışma” denir. Bunlardan çabuk bıkarız da. Ödül, bu gruba girer. Çocuğu tablet ile motive edersen, çocuk buna alışır. Seneye onu motive etmek için daha büyük bir şey alman gerekir. Anaokulunda çocuğa bir yıldız verirsen, çocuk bir yıldıza alışır. Sonra ona iki yıldız vermen gerekir. Bunun da sonu yoktur. Aynı bağımlılıklar gibi, sürekli dozu artırman gerekir. Ödül, kendi girdabını yaratır. Ödülle iş yaptırmaya başladığın an, geri dönüş olmayan tehlikeli bir yola girersin…
Karne hediyesi de mi almayacağız çocuğumuza!
– Kesinlikle hayır! Çok tehlikeli. Neden? Karne hediyesiyle çocuğa bir mesaj gidiyor: “Sınıf geçmek kendi içinde değerli değildir!” Çocuk, öğrenmek için değil, hediye için çalışmaya başlıyor. Okul, hiçbir dış motivasyon olmadan kendi içinde değerli olmalı. Karne hediyesi için çalışan çocuk ne yapar biliyor musun? Öğrenme ve gelişim olmasa da, bir şekilde yüksek not almanın derdine düşer. Kopya bile çeker. Oysa çocuk sadece öğrenmek için çalışmalıdır…
İyi de daha büyüğünü istemesin diye hiç bilgisayar mı almayacağız çocuğumuza…
– Bir anne dedi ki, “Çocuğum sınıf geçince, tablet alacaktım. Almayayım mı?” Ben de seminerden çıkınca, “Gidin alın ve verin!” dedim. “Hediye zararlı değildir ama hediyeyi koşula bağlamak zararlıdır!”. Çocuğun ihtiyacı varsa, herhangi bir koşula bağlamadan zaten o bilgisayarı almalısınız. Asıl bencilce olan şudur: Çocuğun ihtiyacı olan bir şeyi hemen almamak ve bir koşula bağlayarak, onu ileride almayı vaat etmektir. Çocuğun daha büyük bir bilgisayarı ihtiyacı varsa, sen de “Sınıf geçince alırım!” dersen, bu benciliktir. Tabii bu arada çocuklar kendi harçlıklarını biriktirerek istediklerini almalıdır. Emek vermeyi öğrenmelidir…
Ödül, neden sorumluluğu öldürür?
– İşten geç çıkan anne, evdeki çocuğunu arıyor ve “Oğlum, yemekleri ısıtır mısın?” diyor. Çocuk da “Isıtırsam ne vereceksin?” diyor. Çocuk bunu neden söylüyor? Çünkü anne, onu ödülle iş yapmaya alıştırmış̧. Çocuk da, ödül olmayınca iş yapmıyor. Her çocuk ailenin bir üyesidir ve sorumlulukları vardır. Bu sorumluklarını hiçbir ödül olmadan yerine getirmelidir. Anne her iş için çocuğa ödül vererek aslında, “Evdeki işler, senin sorumluluğunda değildir” mesajı vermekte, başka bir deyişle çocuğuna sorumsuzluğu öğretmektedir.
Ödül aldığı halde şımarmayan çocuk yok mudur peki?
– Sevgi ve güvene dayalı bir anlayış varsa, arada sırada verilen ödüle çocuk çok anlam yüklemez…
“Ödül yemekten bile soğutur!” diyorsun, o ne iş?
– Bir gruba, “Kefir içerseniz, ödül vereceğiz” diyorlar. Diğer gruba, “Sadece deneyin!” diyorlar. Hangi grup daha çok içiyor? Tabii ki ödül alan grup! Çünkü kefir içmek çok mekanik bir iş. Çocuk, ödül için içiyor. Burada sorun yok. Ama iki hafta sonra çocuklara soruyorlar: “Kefiri sevdiniz mi?” Ödül alan grup çok sevmediğini söylüyor. Neden? Çünkü onu ödül için yaptı! “Bir iş, ödül için yapılıyorsa, o iş kendi içinde değerli değildir!” mesajı gider. Kısacası, ödülle insanlara iş yaptırabilirsiniz ama o işi sevdiremezsiniz! Çocuk ödülle bir yemeği yer ama onu sevmez…
“Ödül, ahlaksızlığı tetikler” de diyorsun…
– Ee tabii. Prim sistemiyle çalışan satıcı, parasını alamayacağını bilse de mal satıyor. Bazı hastanelerde doktoralara kotaya bağlı prim veriliyor. Doktorlar gereksiz ameliyat yapıyor. Ödül için, not için çalışan çocuklar kopya çekiyor. Söndürdüğü yangın başına para alan yurtdışındaki itfaiyeciler, yangın çıkma ihtimali olan yerleri görmezlikten geliyor. “Yangın çıksın ve prim alayım!” diye. Hatta bazıları yangın çıkartıyor. Yıldız sistemi olan anaokullarında çocuklar arkadaşlarının yıldızlarını çalıyor. İyileştirdiği hasta başına para alan hastaneler, ağır hastaları kabul etmiyor. Hatta Amerika’daki bu tür hastanelerin, Obama araştırılmasını istedi. Ekonomide “Kobra Etkisi” diye bir şey var. Geçmişte Hindistan’da, kobra sayısı artınca, azalsın diye İngiliz Hükümeti, kobra getirenlere para vermiş. Ama kobra sayısı artmış çünkü insanlar kobra çiftliği kurmuş! Ödül yüzünden etik dışı davranış gösteren, kendisini kötü de hissetmez! Çünkü ödülü kullanarak davranışlarını rasyanolize eder. “Ben bu kötü işi yaptım çünkü ödül vardı” der…
20 BİN KİŞİYLE ARAŞTIRMA YAPTIK
Dr. Ömer Antalyalı’yla 20.000 kişiden veri toplayarak bir araştırma yaptık. Ortaya çıktı ki, mutluluğun bazı kavramlarla ilişkisi var. Mesela, “iç kontrol odaklı” (Hayatta olup bitenler bana bağlıdır diye düşünen) ve özdenetimi yüksek insanlar (kendi davranışlarımı kendim denetleyebilirim) daha mutlu. Ödül, insanları mutsuz ediyor çünkü kişi “dış kontrol odaklı” oluyor. Neden? Çünkü ödül, kişiyi kontrol ediyor. Ödülü veren ne isterse, kişi onu yapıyor. Türkiye’de çoğumuz dış odaklıyız. Müdür gidince, çalışanlar çalışmayı bırakıyor. Öğretmen çıkınca, çocuklar çalışmıyor. Zaten çoğu öğretmen çocuğu evde de kontrol etmek için ödev veriyor. Polis olmayınca, emniyet kemeri takmıyoruz. Oysa iç odaklı insanı kimse gözetlemek zorunda kalmaz. Anne ödül verse de, vermese de, iç motivasyonu olan çocuk ödevini yapar. Yani kendini denetler. Maalesef okullarımız ve çoğu aile dış kontrollü çocuklar yetiştiriyor…
ÖDÜL YARATICILIĞI AZALTIYOR!
Ödül, yaratıcılığı nasıl etkiliyor?
– Ödülle kompozisyon yazan çocuklar daha uzun ve daha çok kelime kullanarak yazıyor ama daha az yaratıcı oluyor. Çünkü çocuk, ödüle ulaşmak için kısa ve mekanik yol seçiyor. Yaratıcılık mekaniklik değil, karmaşık düşünmeyi gerektirir. Dahası ödül olunca, çocuk odaklanır. Buna “bilişsel daralma” diyoruz. Ama yaratıcılık bilişsel daralma değil, bilişsel genişlik ister. Ödül, bilişsel daralma sağladığı için yaratıcılığı öldürüyor. Ressamların sipariş üzerine yaptığı resimler bile daha az yaratıcı çünkü sipariş de, ödül gibi kontrol ediyor. Dostoyevski bile arkadaşına, “Sipariş üzerine yazı yazmanın acısını hiç çektin mi?” diye sormuştur. Sipariş de bir kontroldür…
KAN BAĞIŞI İÇİN PARA VERİLİNCE BAĞIŞ AZALMIŞ!
İsviçre’de yapılan bir araştırmada kan bağışı için para verilince, kan bağışı azalmış. Neden?
– Neden kan bağışlarız? İnsanlara yardımcı olmak için. Yani, kendi değerlerimizden dolayı kan veririz ve iyi hissederiz. Ee ben sana “Kan verirsen, sana ödül ya da para vereceğim” desem? Sen ne dersin? “Ne ödülü! Ne parası?! Biz, o kadar ucuz muyuz?” dersin. İnsanlar iyilik yapınca iyi hisseder. Bunun karşılığında para veya ödül verirseniz, iyi hissetme hakkını elinden alırsınız. İnsanlar, ödül karşılığında yardım ettiklerinin düşünülmesini istemez. Çünkü ucuz hissederler. Onun için iyilik karşında para veya ödül verilirse, insanlar daha az yardımcı olur. Dünya Sağlık Örgütü tüm ülkelere kan toplama kampanyalarının gönüllü yapılması gerektiğini öneriyor. Hatta 2020 yılına kadar tüm ülkelerdeki kan toplama kampanyalılarının gönüllülük esasına dönüştürülmüş olması için çalışıyor.
Ödül ilişkileri de bozuyormuş, o neden!
– Sınıfta yarışmalar yapılıyor ve ödül veriliyor. Bu durumda ne oluyor? Becerisi düşük olan çocukları kimse takımına almak istemiyor. İlişkiler bozuluyor. Yarışınca ödül kazanan kişiden diğer arkadaşları nefret ediyor. Şirkette ödül alan çalışana diğer arkadaşları gıcık gidiyor. Ödül için yarışan kişiler, diğer kişileri engel olarak görüyor. İnsanlar birbirini destek olarak görmeli, engel değil. İlişkiler bozluyor. Hatta rekabet ortamında vücutta testosteron oranı artıyor, oksitosin azalıyor. İlişkileri güçlendiren de oksitosin hormonu. Bundan dolayı bu hormona “sosyal tutkal” denir. Ödüllü ortamlarda oksitosin azalıyor…
KOLAYI SEÇTİĞİMİZ İÇİN ÖDÜL VERİYORUZ
E bu kadar bela bir şeyse neden ödül veriyoruz?
– Çünkü kolayı seçiyoruz. Ödevini yapmayan çocuk neden yapmaz? İç motivasyonu oluşmamıştır. Öğrenmenin keyfini almamıştır. İç motivasyon oluşturmak zaman alır. Aileler bu zamanı vermek istemez ya da nasıl iç motivasyon oluşturur bilmez. Dahası kontrolcü aileler, çocuklarını kontrol etmek için ödülü kullanır. Çocuk, kendi kontrollerinin altından çıksın istemez. Çocuk, birey olursa, aileyi terk edecek zannederler ve çocuğu ödül, övgü gibi kontrol mekanizmalarıyla elleri altında tutarlar. Ödül, çocuğun değil ailenin ihtiyacını karşılar…
Yani hiç mi ödüllendirmeyeceğiz çocuklarımızı???
– İnsanlar sevdiği için yaptığı işlerden ödül beklemez. Sen, Ömer için Hindistan’a taşındın. Neden? Onu sevdiğin için. Bunun için ödül beklentin var mı? Yok. Onla olman, senin için zaten değerli…
İŞ YERLERİNDE PRİM YARARLI BİR SİSTEM DEĞİL!
Hepimiz işyerimiz de arada bir bizi ödüllendirsin isteriz. Ama sen, şirketlerin prim vermenin de iş verimi açısından yanlış olduğunu savunuyorsun…
– Şirketler, yapay sevgi üzerine kuruludur ve öncelik performanstır. Bir kere bu konuda anlaşalım… Prim de, yapay sevgi olduğu için aslında sisteme uygundur. Ama prim, kötü oyunu, iyi oynama aracıdır. Çoğu şirket, değerler sistemi üzerine kurulu olmadığı için insanlar motive olmaz. Prim bu motivasyonu sağlar. Ama kendi sorununu da beraberinde getirir. Kişi, daha fazla para veren şirkete geçer. Bağlılık olmaz. Prim alma ihtimali düşük olan işler yapılmaz. Kişiler, prim getirecek işlerle uğraşır. Primini alamayan kişi de kedini cezalandırılmış hisseder. Şirkete zarar vererek öcünü alır. Primler asla adil dağıtılmaz. Düşmanlık oluşur. Kişiler primlerini artırmak için birbirlerini katkı sağlamaz. Prim almak için etik dışı davranışlar yapılır. Kişiler primlerinin üstünde performans göstermez. Satış elemanı yeteri kadar satış yapınca, fırsatı olsa bile satış yapmayı bırakır. Kişiler o kadar prime odaklanır ki değerler, gelişim ve ilişkiler zarar görür. Mesela Google, yaratıcılık için ödül vermiyor. Ne diyor? “Sen, zamanın yüzde 20’sini istediğin gibi harcayabilirsin!” diyor. Bir sürü yaratıcılık projesi oradan çıkıyor. Özerklik, motivasyonu artırır. İnsanları primle değil, değerlerle motive etmek gerekir. Zaten primle yaparsanız, sürekli primi artırmanız gerekir. Hiçbir şirket de o kadar parayı çalışanına vermek istemez…
ÇOCUĞU DEĞİL KENDİMİZİ DEĞİŞTİRECEĞİZ
Peki ne yapacağız? Çocuğumuza yaptığın şeyi iyi yapması gerektiğini, şişirmeden yapması gerektiğini nasıl öğreteceğiz?
– Çocuğu değil, kendimizi değiştireceğiz! Çocukları kontrol edilmesi gereken kişiler olarak görmeyeceğiz. Ödülle, övgüyle, ceza ile onları kontrol etmektense, onlarla ilişki kurup anlamaya çalışacağız. Onlara iş yaptırmaktan vazgeçip, iç motivasyon oluşturmaya gayret edeceğiz. Bu nasıl olur? En önemlisi model olmak. Mesela, bir araştırmada annelere bedenlerinde nerelerini sevmediklerini soruyorlar. Sonra aynı soruyu kızlara soruyorlar. Kızlar da anneler de aynı yerlerini söylüyor… Neden? Çünkü çocuk, anneyi modelliyor. Anne, kendini sevince, çocuk da kendini seviyor. Gerçek ilişki kurarak, onların gelişim ihtiyacını karşılayarak ve sorumluluk bilinci kazandırarak da değişime başlayabiliriz. Kitapta bu dört mekanizmayı çok detaylı anlattım…
(Hürriyet, 08.10,2016)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN