Siyasetçi-yazar, avukat Mahmut Alınak, farklı bir romanla okuyucunun karşısına çıktı. ’Keşke’ adlı romanı, yazarın babasından adeta bir af dilemesi. Romanında bir baba-oğul ilişkisinden farklı bir anlatıyla ören yazar, babası ölen herkese armağan ediyor kitabı.
-Kültürümüzdeki baba-oğul ilişkisini tarif edecek olursanız neler söylemek istersiniz?
– Kültürümüzdeki baba-oğul ilişkisi, daha çok babalar üzerinden yürüyen bir emek ve fedakarlık ilişkisidir. Babalar oğullarını çok severler; öyle severler ki, onlar için hayatlarını bile feda edebilirler. Bunun içindir ki, yaşlanıp iş göremeyecek hale gelinceye kadar çocukları için çırpınıp dururlar. Ama oğullar öyle değil, büyüyüp hayata atıldıktan sonra belki de -ağır ekonomik şartların dayatılmasıyla- çocukken dizinin dibinden ayrılmadıkları babalarından ruh ve fizik olarak uzaklaşır, başka diyarlara savrulurlar. Her halde bu durumu anlatmak içindir ki, ‘Babalar oğullara, oğullarsa Kaf Dağı’na bakar.’ Sözü asırlardır halkın dilinden eksik olmaz.
– Böyle bir romanı size yazdıran ruh halini anlatır mısınız?
–Babam kanser illetine yakalandığında ben milletvekiliydim. Beni seçen insanlar, halk, benim ‘’kabe’mdi’’. Aldığım her nefeste sadece onlar vardı. Bu bir tapınma haliydi. Mademki onlar beni milletvekili seçmişlerdi, o halde ne yapsam üzerimdeki haklarını ödeyemezdim. İşte o yoğunluk içinde canım babacığımı unuttum; Kabe’m dediğim halka olan delice bağlılığım, babamın hastalığını bana unutturmuştu. Babamı ihmal etmemin cezasını yıllarca çektim ve çekmeye devam edeceğim. Çok pişman oldum, yazık ki çok geç kaldım. KEŞKE romanımı bir yönüyle de babama beni affetmesi için bir yalvarıştır. Babam yaşasaydı, biliyorum ki her baba gibi kusurumu affederdi. Ama artık çok geç!
İşte KEŞKE romanı bu nedenle babası ölenler için gecikmiş bir romandır. Romanı babası yaşayanlar için yazdım, umarım onlar için bir faydası olur.
– Kitabınız ‘Babalar Günü’nü de içine alan haftada yayımlanıyor. Neler söylemek istersiniz?
– Keşke babam yaşasaydı, yılın her gününü bir Babalar Günü gibi kutlardım, elini hiç bırakmazdım. Üç yaşında bir çocukmuş gibi, dizinin dibinden ayrılmaz, hep gözünün içine bakardım. Ve ondan uzakta olduğum zamanlar gün içinde defalarca arardım. Sabahları onu telefonla arayıp, canım sesiyle güne başlardım; yatmadan önce de yine onun telefondaki sıcacık sesiyle yatağıma girerdim.
– Kitapta bir dönemin kars’ına yer verdiğiniz ezgiler, türküler, oyunların dönemi daha açıklayıcı kılıyor. Siz, babanız söz konusu olunca en çok hangi türküyü hatırlarsınız?
– Babamın dokunaklı bir sesi vardı. Türkü söylerken nedense hüzünlenirdi. Ben bencillik eder, türkü söylemesi için onu sıkıştırırdım. Beni kırmazdı babacığım. O ses, ah o ses, şimdi hep çınlayıp duruyor kulaklarımda. Babamın en çok Edille adlı türküsünü severdim. Bu türkü içimi çok acıtsa da, yine de dinlerdim. Babam Erivan Radyo’sundan Kürtçe türküler dinlerken, nedense efkarlanır, derin hayallere dalardı.
‘Babalarının ellerine sarılsınlar’
– Romanın adından da anlaşılacağı gibi içinde keşke’ler var. Bu hayıflanma sözcüğünü kullanmamak için hem babalara hem de oğullara (aslında tüm evlatlara) söyleyecek bir sözünüz vardır sanırım.
– Onlara bir değil, binlerce sözüm var. Benim yaşadığım pişmanlığı duymak ve sonradan azap çekmek istemiyorlarsa, çocukluk günlerindeki babalarının eline sımsıkı sarılsınlar ve o emektar elleri öpüp öpüp yüreklerine bassınlar. Ve KEŞKE romanını okusun, sonrada babalarına armağan etsinler. Romanı tüm babalara armağan ediyorum.
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN