Mustafa BALBAY
Atatürk filminin ikincisini izledikten sonra da birincisinde olduğu gibi yoğun duyguyla, bilinçle, heyecanla salondan ayrıldık.
Atatürk de herkes gibi etten kemiktendi ama muhteşem bir ruhtan ve iradedendi. Mucizeler yaratan bir insandı. O mucizeler doğaüstü güçlere değil, tarih bilincine, vatan tutkusuna, zafere inanmaya, ufkun ötesini görmeye, elindeki olanakları en iyi şekilde kullanmaya, karşı tarafı iyi tanımaya ve neler yapabileceğini öngörmeye dayanıyordu.
Savaşların ortasında tutkulu bir aşk yaşayan, Doğu Anadolu dağlarında iki yalnız çocuğu evlat edinen, kadınların da yaşamın içinde olmasını savunan Atatürk…
Film bütün bunları sinema sanatının her türlü inceliğini kullanarak sunuyor, söyletiyor.
***
Atatürk, Çanakkale’de düşmanın bütün dünya ölçekli stratejilerini boşa çıkarıp, zaferden zafere koşarken bunları başarması için kendisine komutanlık sunulmadı. Başlangıçtaki bütün öngörüleri doğru çıktıktan sonra “büyüklüğü” kabul edildi.
Çanakkale için, “Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü” denir. Film bunu da yaşatıyor. Kâzım Karabekir’den Fevzi Çakmak’a Kurtuluş Savaşı’ndaki silah arkadaşlarının çoğuyla Çanakkale’de hemhal oluyor. Savaşın Conkbayırı bölümünde en yakınındaki askerinin çocuğu olduğu haberi cepheye ulaşıyor. Asker o karanlıkta bembeyaz dişleriyle gülümseyip mırıldanıyor:
“Bahtıyla, vatanıyla büyüsün!”
Asker o gün şehit düşüyor!
Ah o şehitlerin yan yana, üst üste yattığı sahne! İnsan kendisini şehit dağının en altında hissediyor, bir an nefessiz kalıyor.
O sahne Atatürk’ün gözünden hiç gitmiyor. Savaştan sonra İstanbul’a döndüğünde, 1918 Mondros Mütarekesi’yle Osmanlı kayıtsız şartsız teslim olduğunda, ne yapmalı sorusuna yanıt ararken şehitler canlanıyor Atatürk’ün beyninde. Hepsi ona bir şeyler soruyor.
Atatürk’ün Çanakkale zaferleri sonrasıyla Samsun’a çıkışı arasındaki zaman dilimi gölgede kalır. Özellikle Suriye’den dönüp Samsun’a hazırlandığı altı ay içinde neler yaşadığı çok iyi anlatılmış. Saray merdivenlerinde geleceği ararken söyleniyor:
“Cephe, saraydan güvenli!”
***
Film, Mustafa Kemal’de kalıyor, Atatürk’e geçmiyor. Zaten başta bunu dürüstçe ifade etmişler; filme “Atatürk 1881-1919” adını vermişler.
Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilanından, Cumhuriyet Devrimlerinden sonra “Atatürk” oluyor.
Yönetmen Mehmet Ada Öztekin’i, başrol oyuncusu Aras Bulut İynemli’yi bir kez daha kutlarken film çıkışı arkamızdaki grubun söylediğini paylaşalım:
“Herhalde devamı olacaktır!”
Bizce de!
Birinci film Çanakkale Savaşı’na hazırlıkla bitiyordu. İkinci film, Kurtuluş Savaşı’na hazırlıkla ve sinema salonunda alkış kopartan sözle bitiyor:
“Ben yapmazsam kimse yapmayacak!”
Örneğin… Üçüncü film, Kurtuluş Savaşı’nın hazırlığını, zaferle sonuçlanmasını içerebilir. 9 Eylül 1922’de İzmir’de, “Bitti paşam, başardık” diyen askerine, “Şimdi başlıyor” yanıtıyla bitebilir.
Dördüncü film, Cumhuriyetin ilanı ve devrimleri içerebilir. Cehaletle savaşın adım adım sonuçları konu edilebilir. Yıllar önce sıraladığı devrimler listesine bakıp “Nerede kaldık” sorusuyla noktalanabilir.
Beşinci film, savaşlar kadar barışların da kahramanı olan Atatürk’ün Balkan Antantı’ndan Montrö Sözleşmesi’ne kadar diplomasi cephelerindeki zaferlerini konu edebilir. Hatay sorununu tek bir Mehmetçiğin burnu kanamadan çözmesi, bunun kendi sağlığını daha kötüye götürüşü, Hatay’ın vatan toprağına katılışının kesinleşmesiyle ölüm döşeğinden kalkıp kendisine “boğaz turu” armağan etmesi anlatılabilir. Bu filmin adı da “Hatay Şehidi” olabilir.
Bize, “Vatanımızda yaşıyoruz” dedirten Mustafa Kemal Atatürk ve bütün şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyoruz.
(Cumhuriyet, 11.01.2024)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN