Fikret İLKİZ
Acaba hukuk tarafından “hukuk” askıya alınabilir mi?
Askıda hukuk olur mu ve olursa ne kadar sürer?
Söyleyecek sözünüz var mı?
Söylemek yerine sözünüzü askıya alır mısınız?
Siyaset yapıyor musunuz, siyaset yapmak ister misiniz?
Siyaset yaşamınızın neresindedir?
Yaşamınızın bir yerinde “totaliter egemenlik” tarafından baskıyla ve durdurmayla karşılaştığında direnebileceğinizi düşünür ve direnir misiniz?
Demokraside baskı altında tutulmak var mıdır?
Söyleyecek sözünüz varsa ve söylemeniz engellenirse buna karşı “direniş”, yaşamınızda demokrasinin doğal hali midir? Demokratik hakkınız için seçiminiz direnmek midir?
Demokrasinin ne olduğunu anlatmayalım. Ama birey için demokrasinin ne olmadığını dayatan ve buyuran devletler totalitarizmi seçerler.
Totaliter rejimde düşünce ve ifade özgürlüğü yoktur. Yönetim aleyhine ileri sürülen fikirler, görüşler, düşünceler olamaz. Yalnızca totaliter görüşlü bireyler görüş ve düşünce açıklayabilir, başkalarının böyle bir hakkı yoktur.
Böylelikle ötekileştirilen kişiler karşısında rejime inanan ve biat edenler vardır. Devlet yöneticisi olan bu kişiler elitlerdir. Bireyler için gelecek ve ideal toplum inşa ederler. Aile; bu düzen için ve bu düzende kurulur. Özgürlük yoktur.
Kişiler kendi geleceklerini kuramaz, düşünemez bile…
Düşünmelerine gerek yoktur, onlar adına rejime inananlar düşünür ve onlar için ne gerekiyorsa yaparlar.
Bunun için tehdit, korku, cezalandırma, hatta işkence ve öldürme metotları sistemin en basit uygulama yöntemleri arasındadır.
Devleti yöneten lider güçtür ve güçlüdür. Tek otoritedir. Her şeye hakkı vardır, her şeye karar verir. Hukuk sadece O’dur, ona aittir, onundur.
Totalitarizmin, devlete mutlak itaat bekler. Yetkilerin tümü merkezileştirilmiştir. Totaliter devletlerde bireysel özgürlükler sınırlandırılır ve izin verilmez. Bireyin tüm yaşamı devlet kontrolündedir.
İlk defa 1920’lerde Benito Mussolini tarafından kullanılmış olan bu rejimde devletin birey üzerinde üstünlüğü ve sınırsız gücü vardır, bireyler üzerinde uygulanmıştır. Uygulayan, devlettir ve böylece demokratik bir düzen yerine faşizm “tek kişi, tek lider, tek parti” olarak ortaya çıkmıştır. Mussolini’nin uyguladığı faşizmde her şey devlet içindir ve devletin içindedir. Demokratik bile olsa, devlet bütün yolları faşizm için kullanır.
Tarihte iz bırakan totalitarizmin aynı zamanda insan yaşamında iz bırakmıştır.
Verona Üniversitesi Felsefe bölümü öğretim görevlisi Giorgio Agamben; Irak işgalinden sonra yazdığı kitapta batı demokrasisi ile totalitarizm arasındaki ince çizgiyi anlatıyor.
Totalitarizmin tarihte bıraktığı izlere bakarak soru soruyor: “Siyasal olarak hareket etmek ne demektir?”
Bu temel sorunun yanıtını ararken üç şey; kamu hukuku, siyasal olgu ve hukuk düzeni ile “yaşam” arasındaki ara bölgeyi inceliyor Agamben…
Ona göre bu hal; istisna halidir…
Ona göre istisna hali; siyasal belirsizlik veya nedeni her ne olursa olsun herhangi bir kriz durumunda, siyasal düzenin devamının sağlanması adına hukukun kendini askıya almasıdır.
Siyasal ve hukuki boşluk vardır ve buna karşılık alabildiğine kriz ve belirsizlik yaşama egemen olmuştur. Krizin veya belirsizliğin egemen olduğu veya egemen olması için her şeyin devlet için yapılmasının şart olduğunu savunan otoriteler istisna halinden memnundurlar.
Agamben’in de temel derdine dönüşen böyle bir “istisna hali” yani kesintiye uğramış olan toplumsal işleyişin devamını sağlamaya yönelik yasasızlık veya boşluk halinin “süreklilik” kazanmasıdır.
İsterseniz bu süreklilik haline “istisna halinin” normale dönmesi denilebilir. Sanki her şey normalmiş gibi gözükür. Tıpkı olağanüstü halin olağanlaşması, Kanun Hükmünde Kararnamelerin kanunlaşması gibi…
İstisna halinin en önemli tanımı; bir nitelik olarak yasasızlığın ve hukuk dışılığın bir yasaya, bir hukuka dönüşmüş olmasıdır.[i]
İstisna halinin sonucu olan “zorunluluk hali” meşru olmayı ister. O nedenle olup biten kriz hali siyasal yaşamda yasal biçimi olmayan bir şeyin ve bir olgunun yasal biçimi haline dönüşür. Siyasal hareketin yasal görünüm biçimi olur ve sanki düzenin meşru halidir.
Örneğin Hitler iktidarı ele geçirdiği zaman Halkın ve Devletin Korunması Kararını açıkladı ve bu yolla Weimar Anayasasının kişisel özgürlüklerle ilgili maddelerini askıya almış oldu.
On iki yıl boyunca hukuki açıdan “istisna hali” olan bu hukuka aykırılık yürürlükte tutuldu. Bu durum siyasi olarak hareket eden Hitler için totalitarizmin aracılığıyla meşru zorunluluk oluşturdu. Tarihte görülen örneklerden biri olarak, hukuk; kendini askıya aldı. İstisna hali, kural oldu, hukuksuzluğun hukukuna dönüştü.
Günümüze kadar uzanan “hukukun kendisini askıya alması” sonuçlarından birisi de 26 Ekim 2021 tarihli ABD Yurtsever Yasasıdır (USA Patriot Act). Bu Kanuna göre baş savcılık ABD’nin ulusal güvenliğini tehlikeye sokacak faaliyetlerinden kuşkulanılan her yabancıyı gözaltına alabilirdi. Yedi gün içinde yabancının salıverilmesi ya da göçmenlik yasasını ihlal etmekle veya başka bir suçla suçlanması gerekiyordu. ABD Başkanı 13 Kasım 2001 tarihli “askeri buyruk” la terörist faaliyetlere karıştığından kuşkulanılan, ABD vatandaşı olmayan kişilerin “süresiz alıkoyulmasına” ve askeri komisyonlarca yargılanmasına (askeri mahkemeler değil) yetki vermiştir. ABD Başkanı Bush’un bu buyruğu ile bir bireyin bütün hukuki statüsü ortadan kaldırıldı. Afganistan’da yakalanan Talibanlar Guantanamo’da tutulmaya başlandı. Ne Cenevre Konvansiyonundan ne Amerikan Yasalarından ne de başka bir ulusal üstü yasadan yararlandırıldılar. Sanık veya mahkûm bile olamadılar. Böylece ortaya çıkan hukuki durum hukukun kendisi tarafından askıya alındığı bir alıkoymanın nesnesi haline dönüştürülmüş oldular. Yalnızca “tutuklu” olarak kaldılar. Yasaların, hukukun ve yargının denetiminden çıkarıldılar. Kimliklerini yitirdiler ve hukuken kendileri olmaktan çıkarıldılar. Böylece ortaya çıkan hukuki duruma göre hukukun kendisi tarafından askıya alındığı bir alıkoymanın nesnesi haline dönüştürülmüş oldular.
Hatırlayalım, Nazi kamplarında Yahudiler hukuklarını tümden yitirmişti ama Yahudi olarak kimliklerini koruyorlardı.
İstisna hali, hukukun, yasanın ve Anayasanın askıya alınması tartışmalarını başlattı.
Ortaya çıkan bu durumlar nedeniyle direniş hukuku ve istisna hali insan yaşamı ile siyaset ve hukuk arasındaki gri bölgede neler olup bittiğini tartışmaya açtı ve bu tartışma sürüyor…
Anayasa ve anaya yapımında kurucu meclislerin en büyük sıkıntılarından birisi de direniş hukuku sorunu ile istisna halinin gösterdiği benzerliklerdir. Direniş hukukun anayasa metinlerine dahil edilip edilmemesi çok tartışılmıştır.
Tartışmalar sırasında İtalyan Anayasası taslağına şöyle bir madde dahil edilmişti: “Kamu güçleri, Anayasa’nın güvence altına aldığı temel özgürlükleri ve hakları ihlal ettiğinde, baskıya direnme yurttaşın hakkı ve ödevidir.” Katolik görüşün en saygın temsilcilerinden biri olan G. Dossetti’nin bu öneri maddesi çok tartışıldı ve kabul edilmedi. Buna karşılık Federal Alman Anayasasındaki 20. Maddede direniş hakkı kayıtsız şartsız kabul edildi: “Bu düzeni (demokratik anayasa) ortadan kaldırmaya kalkışan kişiye karşı, başka çareler olanaklı değilse, bütün Almanların direnme hakları vardır.” (Age. Syf 18-19).
Direniş bir hak, hatta bir ödev haline gelirse, anayasada kesinlikle dokunulmaz olan ve her şeyi kapsayan bir değer durumuna gelmekle kalmayacak yurttaşların siyasal seçimleri de hukuki normlarla belirlenir hale gelecektir.
Sonuçta her durumda kendi içinde hukuk dışı olan bir eylem alanının hukuki anlamının ne olduğu sorunu kamu hukuku, siyasal olgu ve hukuk düzeni ile “yaşam” arasındaki ince çizgide ortaya çıkmaktadır.
Demokrasi ile totalitarizmin arasındaki ince çizgide tercihimiz olmalıdır.
Söyleyecek sözümüz olmalıdır.
Sözümüzü söylediğimizde istisna hali hukuku ve hakları askıya almak isteyebilir…
Hukukun kendini askıya alması meşru bir zorunluluk değildir.
İstisna hali ve askıda hukuk; yaşamımızın sadece istisnasıdır, direniş hukuku esastır.
24.10.2022
[i] İstisna Hali. Giorgio Agamben. Çeviri Kemal Atakay. Otonom Yayıncılık. İstanbul. Şubat 2006 (Otonom Yayıncılık “Sunuş” Bölümü Sayfa 7’den alınmıştır)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN