BÜŞRA SÖNMEZIŞIK
20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da öldürülen Kürt aydın Musa Anter‘in hayatı film oldu. Filmin hem yönetmenliğini hem de senaristliğini yapan Aydın Orak, Musa Anter için ‘Kürt’ten çok Türk dostu vardı. Selçuk ilhan, Necip Fazıl Kısakürek, Neyzen Teyfik, Ahmet Arif bir çok Türk ve Kürt dostu vardı. Barışçıl, iki kültür arasında köprü görevi görmüş biriydi’ diyor.
Musa Anter, yaşadığı dönem boyunca pek çok Kürt’ün hayatında derin izler bıraktı. Benzer bir etkiyi yönetmen Aydın Orak’ın yaşamında da yapmış. Orak’ın babası ve Anter aynı cezaevinde kalmışlar. Orak da Anter’i anlatmayı kendisinin ona ve halklara olan bir borcu gibi görmüş. 3 Ekim’de vizyona giren filmde Anter’in üç çocuğu Anter, Rahşan ve Dicle de rol alıyor. Biz de kendisiyle film gösterimi sonrası Musa Anter üzerine konuştuk…
– Filmden önce Musa Anter’le ilgili yıllardır oynadığınız tiyatro oyunu var. Film üzerinde 4 yıldır çalışıyorsunuz. Filmin çekimi neden bu kadar uzun sürdü?
– Musa Anter’i çalışmak 10 yılımı aldı. Bu 10 yıl filme ön hazırlık değildi. Araştırma, okuma ve dinleme üzerine kuruluydu. 7 senedir tiyatroda Araf adıyla onun hayatını anlatıyorum. Oyun yurt dışında da oynandı ve bu sayede çok gezme fırsatım oldu. Gezdikçe, biriktirdikçe onu tanımadığımı fark ettim. Zaman içinde Musa Anter’le ilgili çok materyal topladım ve topladıkça ortaya başka bir şey çıktı.
– Özellikle Kürtler için önemli bir figür olduğunu göz önünde bulunduracak olursak bu zamana kadar Musa Anter’in hayatı üzerine bir şey yapılmamasını neye bağlıyorsunuz?
– Kürt sinemasında ve tiyatrosu son 10 yılda bir şeyler yapılıyor.
AYDIN CİNAYETLERİ ÇÖZÜLSÜN
– Filmde Musa Anter’i metaforlarla anlatıyorsunuz. Neden belgesel yapmak yerine böyle bir dil tercih ettiniz?
– Musa Anter’i biyografik anlatmaktansa simgelerle anlatmanın daha doğru olacağını düşündüm. Ben bile Musa Anter’i hala tanımaya çalışıyorken insanlara öğretmen edasıyla yaklaşmayı doğru bulmadım. Amacım seyirciyle beraber analiz edecek interaktif bir film yapmaktı. Metaforlar içinde birden fazla anlam barındırır. O yüzden bence herkesin Musa Anter’i ayrı. Benim için bir felsefik arayıştı.
– Musa Anter’in sizinle bağlantısı babanızla 40 gün aynı cezaevinde kalması. Sizin onun hayatı üzerine bir film yapmaya iten sebep de bu muydu?
– Hayır. Ben de Musa Anter gibi Nusaybin’de doğdum, onunla aynı atmosferi soludum. Fakat İstanbul’a geldikten ve tiyatroyla ilgilendikten sonra Musa Anter’i tanımaya anlamaya başladım. Çünkü Hrant Dink cinayetinden sonra aydın cinayetlerini gündeme getirmem gerektiğine inandım. Bana en yakın isim Musa Anter’di ve o yüzden tiyatroda hayatını biyografik yaptım. Film ise tamamen benim iç sesimdi ve tamamen kişisel bir yolculuktu.
– Babanız Musa beyi anlatır mıydı?
– En az tanıyan babamdı. Onu ailesinden, çocuklarından, Canip Yıldırım, İsmail Beşikçi, Orhan Miroğlu, Almanya’daki akrabalarından, İsveç’teki yeğenlerinden dinledim. Hepsi bir şeyler anlattı. Benim Musa Anter’le ilgili topladıklarımın bir sonucudur.
– 11,5 yıl mahkûm edildi. Mahkûm arkadaşlarıyla görüştünüz mü?
– İsmail Beşikçi ile görüştüm. Musa Anter anılarında da cezaevi süreçlerini anlatıyor. Özellikle 1959 yılında 49’lar davasında en büyük işkenceyi orada yaşıyor. 49 kişi farelerin ayağına bağladıkları notlar sayesinde hücreler arasında iletişim kurabiliyorlar. 49’lar davası sürecinde Necip Fazıl Kısakürek ile bir anısı vardır. Harbiye Askeri Cezaevi’nde 40 tane hücre var. Necip Fazıl 3 gün, Musa Anter ise 5 buçuk ay kalmış. Bir gün vapurda karşılaşıyorlar. Necip Fazıl, Musa Anter’e ‘Hocam 3 gün beni harbiye hücrelerinde kapalı tuttular öbür dünyayı gördüm. Nasıl kurtuldum bilmiyorum’ diyor. O da cevap olarak ‘Üstat ben orada 5 buçuk ay yattım’ diyor. Necip Fazıl, cevaben ‘Sen 5 buçuk ay orada yaşamışsan ermiş insansın’ diyor.
O’NA MİLLİYETÇİ DEMEK HAKSIZLIK OLUR
– Musa Anter’in bir Kürt milliyetçisi olduğu vurgusu yapılır. Bir kesim de onun çok barışçıl olduğunu söylüyor. Siz filmde iki görüşe de yer veriyorsunuz. Sizce hangisine daha yakın?
– Musa Anter eğer Kürt milliyetçisi olsaydı, her şeyden önce İstanbul’da yaşamazdı. İkinci dünya savaşında günde 3 bin kişinin karnını doyurmazdı. Kürt’ten çok Türk dostu vardı. İlhan Selçuk, Necip Fazıl Kısakürek, Neyzen Tevfik, Ahmet Arif bir çok Türk ve Kürt dostu vardı. Bunlar şu an aklıma gelen isimler. Barışçıl, iki kültür arasında köprü görevi görmüş birinden bahsediyoruz. Ona milliyetçi demek haksızlık olur.
– Ölümünün ardından 22 yıl geçti. O günün siyaseti ile bugün arasında çok fark var. Bugün yaşasaydı nasıl muamele görürdü?
– Akil adam pozisyonunda olurdu ve Kürtlerin danışacağı biri olurdu. Türkiye’nin siyaseti, genel kültür yapısı, aydın, yazar ve entelektüeli dâhil onu akil insan pozisyonunda görürdü ve ona birçok anlamda danışırdı. Çünkü Musa Anter’in hayatı Türkiye’nin tarihiyle doğrudan bağlantılı. Onun 74 yıllık hayatını okuduğunuzda Türkiye tarihini öğrenmiş olursunuz. 23’ler ve 49’lar davasında neler olduğunu, Kürtçe konuşmanın kelime başı cezasının 5 Türk lirası olduğunu, Kürtçe ıslık çalmanın yasak olduğunu öğreniyorsunuz. Mısır’da filmi gösterdik, filmden sonra insanlar çok komik replikler yazdığımı söylediler. Onların hepsi gerçekti dediğimde ‘Böyle komik bir şey olamaz’ dediler.
BARIŞ VEYA SAVAŞ FİLMİ DEĞİL
– Filmde Musa Anter’in kendi sesinden okuduğu Ahmed-i Hani’nin Mem ve Zîn eserinden bir bölüm yer alıyor. Anter’in barışçıl olduğunu vurgularken bu bölüm neden var?
– Siz bir karakter oluştururken eğer ilahlaştıracağım diye yola çıkarsanız olmaz. İlahlaştırmak ve putlaştırmak istemedim. Bir karakterde her şey vardır. Olumlu veya olumsuz özellikleri de yansıtılmalı.
– Filme tepkiler nasıl oldu?
– Ben bu filmin vizyona girip girmeyeceğini de bilmiyordum. Hala pek çok salon filmi kabul etmiyor. Nedeni de politik sebepler. Hala bir endişe ve tedirginlik hâkim. Hala bazı film eleştirmenleri o ön yargıyla yaklaşıyorlar. Kürtçeyle yüzleşmeyen biri Musa Anter’le nasıl yüzleşebilir ki?
BU FİLM OKUNMALI
– Turneye çıktınız. Seyirciden tepki nasıl?
– 10 günlük bir turne yaptık. Mardin, Hakkari, Ağrı ve Van’a gittik. Genel sinema izleyicisinde bir alışkanlık vardır; bir hikâye anlatılır ve herkes evine gider. Bu film böyle tasarlanmadı. Bir şey sunuldu fakat beraber yorumlayalım diye yapıldı. Seyirci burada aktif konumda. İnsanlara alışılmışın dışında bir şey sorduğunuz zaman insanlar garipsiyorlar. Filme kafa yormak isteyenler de var istemeyenler de. Sinema sadece izlenen değil aynı zamanda okunan bir şeydir de. Bunun bilincinde olan seyirci bu filmin seyircisidir.
– Politik anlamda tepki nasıldı?
– Filmin bağırmayan ve slogan atmayan bir film olduğunu söylediler. Duyarlı olduğu düşünüldü. Bir grup ise kalıba sokmaya çalışıyor.
Bavul ve şapka ana metafor – Filmde Musa Anter’le özdeşleşen fötr şapka, bavul gibi öğeler sıkça karşımıza çıkıyor. Musa Anter’in orijinal sesi de filmde yer alıyor.
Musa Anter’in kızı Rahşan Anter: Hala babamın öldüğüne inanamıyorum
Otuz senedir İsveç’te yaşayan, Musa Anter’in ortanca çocuğu Rahşan Anter, Asasız Musa filminin bir bölümünde oyuncu olarak yer alıyor. Sahnede babasına mektup yazan Anter’le 22 yılın ardından neler yaşadığını konuştuk.
– Babanızı 22 yıl önce kaybettiniz. Filmde de rol alıyorsunuz. Bütün anıların tekrar ortaya çıkarılması size ne hissettirdi?
– Babam öldüğünden beri biz hiçbir olaydan uzak kalmadık. Çünkü hep bir mücadele içindeyiz. Çeşitli şekillerde babamızı hep hatırladık ve hep andık. Babamdan hiçbir zaman uzaklaşmadık. Fakat film yapılması onu ölümsüzleştirmiş oldu. Babamın filminde oynamak gurur vericiydi. Babam ‘Türkler ve Kürtler et ve tırnaktır fakat biz hep tırnak olduk ve kesiliyoruz’ derdi. Babamın söyledikleri ve yazdıkları ne yazık ki şu anda da geçerli.
– Siz onun yokluğunda neler yaptınız? Öldürüldüğü andan itibaren sizin için nasıl bir hayat başladı?
– Benim için hala travmatik bir olay. 22 sene dahi olsa atlatabilmiş değilim. Çünkü kızlar ve babalarının arasında daha farklı bir yakınlık oluyor. Benim babamla özel bir ahbaplığım vardı. Hükümetin bize yaptığı çok büyük bir acıydı. Babam Pazar günü öldürüldü. Biz ancak İsveç’ten Salı günü gelebildik. Geldiğimizde babamı Diyarbakır’a gömmüşlerdi. Ben babamın ölümünü somut olarak göremediğimden bu umut zamanla kronikleşti ve travma haline geldi. Bazen babamın öldüğüne inanamıyorum ve gel gitler yaşıyorum. Babamı vasiyet ettiği yere kendi bahçesine gömmemiz bile çok zor oldu. Bu acıyı hiçbir zaman unutmuyorum.
BABAM ‘BU İŞLERİN ADAMI DEĞİLİM’ DERDİ
– Musa Anter cinayeti henüz çözülemedi. Bunu neye bağlıyorsunuz?
– Çözmek istenilmiyor. Bu cinayet Yeşil kod adı altında işlendi. Tansu Çiller, Mehmet Ağar zamanında olan hikâye bu. Kimse bunun hesabını sormuyor. Eğer Musa Anter cinayeti çözülürse o zaman faili meçhul cinayetlerin hepsi çözülecek. Babamı öldüren tetikçi şimdi hapiste. 20 sene önce 45 kiloymuş şimdi ise 85 kilo. Evi ve Amerikan arabaları var. Karargâhlara giriyor, generallerle ve paşalarla arası gayet iyi.
– Çok acı yaşadınız. Babanızla ilgili anlatabileceğiniz ne var?
– Çok şey. 1990 yıllarında babam köye gitme kararı aldı. Annem hastaydı, ona sahip çıkamıyordu. Eskiden solcu ve komünist arkadaşlarıyla buluşuyordu. Bir gün geldi ve bana ‘Ben köye gitmeye karar verdim’ dedi. Hayal kırıklığına uğradığından bahsetti. Düşünce ve fikir arkadaşlarıyla buluşmaya gittiğinde yanlarında genç kızlar, ellerinde içkileriyle tamamen ideallerimizin dışına çıktıklarını anlattı. ‘Ben bu işlerin adamı değilim onun için köye gitmek istiyorum’ dedi. Bu beni çok hüzünlendirdi.
– Çözüm sürecini nasıl yorumluyorsunuz?
– Mehter marşı gibi. Çözüldükçe dolaşıyoruz. Çözüm çok yavaş ilerliyor. Bu artık ameliyat masasına yatırılmış bir mesele, kanseri temizlenmediği müddetçe de devam edecek. Kürtlerde de Türklerde de milliyetçilik giderek yükseliyor. Halbuki bir arada yaşamamız gereken bir topluluğuz. Babam hümanist bir insandı ve Türkler ve Kürtler için ‘Hıyar mıyız ikiye bölünüyoruz’ derdi. Türkler ve Kürtlerin bir arada yaşamaları gerektiğini savunurdu.
(Yeni Şafak Pazar, 5.10.2014)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN