Post image
Açlık Grevleri Üzerine

fikret-ilkiz_259133

Fikret İLKİZ

Geçmiş yıllarda yaşadığımız günlere ve benzer süreçlerin acılarına dönmemek dileğiyle…

Açlık grevi yapan tutukluları zorla beslemek çözüm müdür? Bu yola başvurmak suretiyle yaşam hakkının zorla korumak acaba tutukluların özgür iradesine uygun mudur?

Açlık grevi; içinde bulunulan duruma başkaldırma amacıyla başvurulan son çare olarak görülebilir. Sorunun çözümü için dikkat çekmenin binbir türlü yolundan birisidir. Öğretim görevlisi Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça, KHK ile işten atılınca işsiz ve ekmeksiz kaldılar… Seslerini duyurmanın bir yolu olan ve son çare olarak gördükleri süresiz aç kalmaya kendi özgür iradeleriyle karar verdiler. Tutuklandılar ve cezaevindeler… Aç kalmayı içeride sürdürüyorlar!

Açlık grevleri üreten hukuk düzeni insan haklarına aykırıdır. Başka çare bırakmayan bir düzen adalet üretemez. Böyle bir yola başvurulmasına neden olan bir hukuk düzenin kendisi hukuka aykırıdır. Demokratik hukuk devleti; açlık grevini yaratan ortamın her halini; hukuki ve siyasal dayatmalarını gözden geçirip çözüm üretmelidir. İnsan onuru ve her şeyden önce yaşam hakkını korumalıdır.

Bilinmelidir ki, açlığa ve ölüme yatmaya karar veren kişinin kişisel kararı; sorunların çözümde bir insanın ölümü veya sakat kalması pahasına kazanılacaksa eğer; üstün tutulması gereken asıl değer insan yaşamının korunmasıdır. Bir kişi bile ölmemelidir, sakat kalmamalıdır.  İster hukuki, ister siyasal ve isterse politik tercihlerden kaynaklanan ve kimseye zarar vermeyen ama kendi bedenini taleplerinin kabulü için kendi kararı ile açlığa ve ölüme yatıran her insanın yaşamı korunmaya değerdir.

Açlık grevi tasvip ve teşvik edilmemelidir, etmiyorum.

Zorla besleme yoluyla baskı ve işkence arasında nasıl bir ilinti vardır?

Tartışılıyor ama yaygın kabüle göre zorla besleme bir tür işkence olarak kabul edilmektedir.

Dünya Tıp Örgütü’nün 1975 Tokyo Bildirgesi, hekimleri aktif ya da pasif bir biçimde veya tıbbi bilgi tedarik ederek işkence eylemine katılmaktan men etmiştir. Tokyo Bildirgesi’nin 5. maddesi açlık grevindeki mahkumların zorla beslenmemesini özel koşul olarak kabul etmiştir.

Bildirge’nin açlık grevi ile ilgili beşince maddesi; “Bir hükümlü beslenmeyi reddettiğinde, eğer hekim, beslenmeyi gönüllü olarak reddetmenin yol açacağı sonuçlar üzerinde kişinin tam ve doğru bir yargıya varacak yetenekte olduğu kanısında ise, bu kişiyi damardan beslemeyecektir. Hükümlünün böyle bir yargıya varma yeteneği ile ilgili karar, en azından bir başka bağımsız hekimce onaylanmalıdır. Beslenmeyi reddetmenin yol açacağı sonuçların hekim tarafından hükümlüye anlatılması gerekir.”

İşkence gören bir mahkum kendisine yapılan baskıyı protesto etmek amacıyla açlık grevine başlarsa doktor mahkumu rızası dışında gıda almaya zorlamamalıdır. Bir başka deyişle böylelikle mahkumu ileride daha fazla işkence görmek üzere sağlığına kavuşturmamalıdır.  Madde 5’in Tokyo Bildirgesinin kapsamı içine alınmasının temel nedeni budur. Özellikle zorla beslemeyi yasaklayan 5. madde işkence mağduru mahkumlarla ilgilenen doktorlara destek sağlamayı amaçlar.

1989 yılında, Güney Afrika’da madde 5’in uygulanmasını gerçekleştiren hekimlerin tavrı geniş yankılar uyandırmıştır. Johannesburg’da Kalk ve Veriava adlı doktorlar (1991) mahkumiyet koşullarını protesto etmek amacıyla açlık grevine giden 33 mahkumu tedavi ettiler. Mahkumlar hastahaneye kaldırıldığında, Tokyo Bildirgesi’nin 5. maddesi gereğince bilgilendirildiler. Zorla yemek yedirilemeyeceği kendilerine izah edildi.  Dahası, Dr. Kalk mahkumların yargısız mahkumiyetlerinin bir tür işkence olduğunu öne sürerek, açlık grevinin etkilerinden kurtulan hastaların mahkumiyetlerine geri dönmelerini engellemek için hastahaneden tahliye edilmelerini de kabul etmedi. “Kalk reddiyesi” olarak anılagelen bu karar tam da Tokyo Bildirgesi’nin açlık grevi hükmüyle gerçekleştirmek istediği amaca örnektir.

Dünya Hekimler Birliği 1991’den itibaren Malta Bildirgesini benimsemiştir.  Bu bildirge işkencenin olduğu durumlara atıfta bulunmaksızın, sadece gönüllü olarak sınırsız aç kalma/oruç tutma eylemini ve bu durum bağlamındaki mahkum-doktor ilişkisini içerir.

Eğer açlık grevcisi zorla beslenmeyi net bir ifadeyle reddetmişse, o zaman hekim klinik ve ahlaki muhakemesini hastanın yararını gözeterek en iyi biçimde kullanmalıdır.  Doktor hastanın ölümden döndürülmekten memnuniyet duyacağına ikna olmuşsa, hastanın isteklerine “karşı gelmek” ve onu hayata döndürmek gerekebilir.  “Malta” bildirgesi doktorlara oruç tutan hastaya son bir şans verme imkanını tanır. (…)  Mahkumların zorla beslenmesine (….) doktorlar asla iştirak etmemelidir.  Bu tür davranışlar bir nevi işkencedir ve doktorlar “açlık grevcisinin hayatını kurtarma” kisvesi altinda bu eylemde hiç bir şekilde yer almamalıdır.  Oruç tutan mahkumun insanlık onuruna saygı duyma, karşılıklı güvene dayanan doktor-hasta ilişkisi çerçevesinde açlık grevcisinin bilinçli rızasını dikkate alma hastasının yararını gözeten doktorun mesleki sorumluluğunun bir parçasıdır  (Hernan Reyes. Tutukluluk Halindeki Açlık Grevlerinin Tıbbi ve Etik Yönleri ve İşkence Meselesi).

Malta Bildirgesi de her tür zorla besleme durumunu reddetse de, doktorların nihai olarak hastalarının yararı doğrultusunda hareket etmesini şart koşar.

“Açlık grevcilerinin sağlığından sorumlu hekimler için bir rehber niteliğindeki, Açlık Grevleri Üzerine Deklarasyon, Kasım 1991’de Malta’da toplanan, 43. Dünya Tıp Kongresi tarafından kabul edilmiştir. Malta Bildirgesi’ne göre: “Hastanın kendi kararına saygı göstermek hekimin görevidir. Hekim müdahale etmeden önce hastayı bilgilendirerek iznini alır, ancak acil durum ortaya çıktığında, hekim, hasta için en iyi olanı yapmak zorundadır” (md.1/2). “Bu çelişki özellikle müdahaleyi reddettiği konusunda açık bir beyana sahip olan açlık grevcisi komaya girdiğinde ve ölmek üzereyken ortaya çıkar. Ahlaki yükümlülükleri açısından hekim, hastanın iradesine aykırı da olsa hastayı yaşama döndürmek zorundadır; mesleki sorumluluğu açısından ise hastanın iradesine saygı göstermek durumundadır” (md.2). “Müdahale etmek ya da etmemek konusundaki son karar, temel çıkarları hastanın iyiliği olmayan üçüncü tarafların müdahalesi olmaksızın hekimine bırakılmalıdır. Gerektiğinde hekim, hastaya açıkça, onun (hastanın)  tedaviyi reddetme, koma durumuna ilişkin olarak, yapay beslenme ve ölüm riski gibi konulardaki kararını onaylayıp onaylamadığını belirtmelidir. Eğer hekim, hastanın reddetme kararını onaylamıyorsa, onun başka bir hekim tarafından takip edilmesini sağlamalıdır” (md.4). “Açlık grevi yapan kişi baskı altında tutulabileceği ortamlardan korunmalıdır. Bu durum onun diğer grevcilerden ayrılmasını gerektirebilir” (md.5) (Sevinç, Murat. Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak: Açlık Grevleri. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi.  www.Politics.Ankara.Edu.Tr).

Hukuk devleti, bireylerin hukuken kendilerini güvende hissettikleri ortamı yaratmak zorunda olduğunu ve kendisinin de hukuk kurallarıyla bağlı olduğunu bilir, bilmelidir. Hukuk devletinin asıl varlık nedeni, kişi haklarını koruyacak ve güvence altına alacak bir hukuk düzeni yaratmaktır. Demokratik hukuk devletinde, devletin sahip olduğu gücün hukuki sınırları, insan temel hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Çünkü “özgürlüklerimizi koruyan, biçimsel anlamda yasalar değil, haklardır”. Herkes, içeriği adil olan yasaların var olduğu adaletli bir toplumda yaşamaya hak sahibidir.

Yasalara aykırı görülse bile hukuksal olan, eylemleri siyasal olsa bile hukuka, adalete ve hakka uygun olan; iki öğretim üyesi Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın başlattığı ve tutuklandıktan sonra sürdürdükleri açlık grevlerine duyarlı olunması ve onların yaşam hakkının korunması hepimizin görevidir. Sorunların çözümü için son çareyi kullanma yolundalar ve cezaevindeler… O halde sokaktaki vatandaştan az biraz daha çok, onların yaşamları devletin koruması ve hukukun teminatı altındadır.

Sorunların çözümü için hayatlarını açlık grevlerine yatıran insanların hiçbirisi “düşman” değildir. Türkiye’nin ceza hukuk sistemi “düşman ceza hukuku” hiç değildir, olmamalıdır.

12.06.2017

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN