Celal Üster
“Sayın Başkan”, romanda adı hiç geçmemekle birlikte, Guatemala diktatörü Manuel Estrada Cabrera‘ya yöneltilmiş ağır bir yergidir. Ancak bu roman, giderek, tüm bir Latin Amerika diktatörlüklerini eleştirenlere esin veren bir yapıt olup çıkmıştır.
Yordam Kitap’ın Edebiyat dizisinden birbiri ardı sıra sökün eden üç kitap var elimde. Uzun süredir, her nedense, yayımlanmayan kitaplar bunlar; ama değişik açılardan üç önemli klasik.
Biri, Maksim Gorki’nin Rus devrimci hareketine adadığı tek uzun yapıtı olarak bilinen “Ana”. Pudovkin‘in 1926’da çektiği sessiz filmi bir zamanların Sinematek’inde 1960’ların sonlarında izleme olanağı bulmuştum; Bertolt Brecht‘in tiyatro uyarlamasını ise 12 Mart askerî darbesinin zindanından çıktıktan kısa bir süre sonra, 1974’te Ankara Sanat Tiyatrosu’nda.
“Ana“, kanımca, Gorki’nin daha sonraki “Çocukluğum”, “Ekmeğimi Kazanırken” ve “Benim Üniversitelerim”den oluşan özyaşamöyküsel üçlemesi ve “Artamonovlar”ının düzeyinde olmasa da bir dönemin simge kitaplarından.
Yordam Edebiyat’tan çıkan “Ana”yı benim gözümde değerli kılan bir etken de, Türkiye’de düşüncelerinden ötürü baskılara uğrayıp hapis yatan; Varlık Vergisi yüzünden yaşanan büyük acıları dile getiren “Babam Aşkale’ye Gitmedi” romanının yazarı Zaven Biberyan tarafından Türkçeleştirilmiş olması.
19. yüzyıl Rusyası’nın en önemli siyasal düşünürlerinden Aleksandr Herzen’in “Suçlu Kim?” romanında ise bugünün meraklı okurları, adım adım 1917 Devrimi’ne uzanan yılların toplumsal ve felsefi tartışmalarının temellerini bulabilirler.
Yordam’dan art arda yayımlanan üç kitaptan biri de Guatemalalı yazar Miguel Ângel Asturias‘ın (1899-1974) kült romanı “El Senor Presidente”, Türkçe adıyla “Sayın Başkan”. Evet, “Sayın Başkan” pek çok yönüyle kült roman niteliğini hak eden bir yapıt ama öncelikle elimdeki kitabın benim için birkaç yönden özel bir önem taşıdığını söylememe izin verin. Kitabın başında, ortaokul ve lisede bana edebiyatın kapılarını açan, halkbilim ve edebiyat tarihine azımsanmayacak katkılarda bulunan Tahir Alangu’nun Asturias üstüne kapsamlı bir incelemesi yer alıyor.
Asturias’ın, Güney Amerika’nın Ispanyollarca fethinden önceye tarihlenen Maya söylencelerinden esinlenen dokuz öyküsünden oluşan ilk kitabı “Leyendas de Guatemala”yı, “Guatemala Efsanelerini” dilimize kazandırmış olan Alangu, yazarın Nobel Edebiyat Odülü’ne değer görüldüğü 1967’de kaleme aldığı incelemesini şu sözlerle sonlandırmış:
“M. A. Asturias, ele aldığı temalara ve yurdunun gerçeklerine uygun düşen canlı, Avrupa roman geleneğini aşan bir anlatım tekniğine de ulaşmıştır. Dünya romanında başka öncüleri de olan bu yeni ve güçlü roman anlayışında, gündelik gerçekleri olağanüstü bir söz gücü ve canlı bir lirizmle, iklimin, tropikal bitkilerin, eski inançların, büyücülüğün, geleneklerin, kültür çatışmalarının, iktisadi savaşlann birleşerek ortaya koyduğu, okuyanları sarsan bir etkileme gücü var.”
“Sayın Başkan”ı, edebiyatımızın en kendine özgü yazarlarından Zeyyat Selimoğlu‘nun çevirmiş olması da kitabı benim için özel kılan etkenlerden biri. Zeyyat Bey, Heybeliada’dan babamın gençlik arkadaşlarındandı. Yıllar sonra bizim aramızda da güzel bir dostluk kurulmuştu. Şimdi, uzun zaman sonra “Sayın Başkan” çevirisini yeniden okurken, günümüzde hasret kaldığımız sağlam, doğru, incelikli Türkçenin bir kez daha tadına vardığımı fark ettim. Onun “Direğin Tepesinde Bir Adam”, “Kıç Üstünde Toplantı”, “Koca Denizde İki Nokta” gibi deniz insanlarının yaşamlarını işleyen öykü kitaplarındaki Türkçenin çevirisine de yansıdığının ayırdına vardım.
Asturias ve romanına gelince. LatinAmerika edebiyatını dünya ölçeklerine eriştiren büyülü gerçekçilik akımının babalarındandır Asturias. Kuşkusuz, Juan Rulfo’yla birlikte. Garcia Marquez’ler, Günter Grass’lar, Isabel Allende’ler, Toni Morrison’lar, Laura Esquivel’ler, Salman Rushdi’ler onların izinden yürümüşlerdir. Düşle gerçeği, masalsı bir dünyayla gerçek dünyayı nerdeyse birbirinden ayırt edilmez bir harmanda buluşturan, gerçek olan ile düşlemsel olan arasındaki sınırı ortadan kaldıran bu yazarların yapıtlarında bence gerçeküstücülüğün ve bilinç akışı yönteminin etkileri de az değildir.
Yaşadığı yörenin ruhuna sinmiş Maya mistisizmini toplumcu bir başkaldırı doğrultusunda destansı bir anlatımla birleştiren Asturias’ın ilk yapıtının, İspanyolların gelişinden önceki Maya kültür ve yaşamını anlattığı “Guatemala Efsaneleri” olması rastlantı olmasa gerektir.
Ama onun bir romancı olarak ustalığını ve etki gücünü kanıtlayan yapıtlarının başında, birçoklarınca başyapıtı sayılan “Mısır Toplayıcılarımla birlikte “Sayın Başkan” gelir.
Asturias, 1960’ların “Latin Amerika” edebiyatı patlamasından çok önce, 1940’larda kaleme aldığı “Sayın Başkan”da, dönemin romanlarındaki tarihsel ve gerçekçi yaklaşımı kırarak, yeni bir anlatıma yönelmiş; Paris günlerinde Andre Breton’dan edindiği Avrupa gerçeküstücülüğü ile Latin Amerika büyülü gerçekçiliği arasındaki dirimsel bağı kurmuştur.
“Sayın Başkan”, romanda adı hiç geçmemekle birlikte, Guatemala diktatörü Manuel Estrada Cabrera’ya yöneltilmiş ağır bir yergidir. Ancak bu roman, giderek, tüm bir Latin Amerika diktatörlüklerini eleştirenlere esin veren bir yapıt olup çıkmıştır. Kaldı ki, kimi edebiyat eleştirmenleri, “Sayın Başkan”ı, “diktatör romanı” diye niteledikleri bir tarzın ilk örneği sayarlar. Diktatör romanı, Latin Amerikalı yazarların, yönetimi ve tekmil yetkileri tek elde toplayan, tek adam olma heveslisi “başkanları eleştirmek üzere geliştirdikleri bir tarzdır.
Burada, Marquez’in “Başkan Babamızın Sonbaharı” adlı romanı geliyor aklıma. Can çekişen, ama bir türlü ölemeyen, yaşama tutunmak adına cinayetler işleyen, kan döken bir diktatörün öyküsünü anlatan “Başkan Babamızın Sonbaharı”, Asturias’ın “Sayın Başkan”ının yakın akrabası sayılmalıdır.
Günümüzde, anayasa ve hukuk tanımayan, kendini “mutlak otorite” olarak gören, kendinden farklı görüşteki insanları “vatan haini” ilan eden “başkanların var olduğu ülkelerde yaşananların ışığında okunduğunda, Yordam Edebiyat’ın yıllar sonra okurla yeniden buluşturduğu “Sayın Başkan”ın, Güney Amerika anakarasının sınırlarına sığmayan, yazıldığı 1940’lı yıllardan bu yana eskimek şöyle dursun durmadan tazelenen bir roman olduğu görülecektir.
(Cumhuriyet, 16.06.2016)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN