Fikret İlkiz
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, devleti ve hükümeti Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanabilir mi? Hayır, yargılanamaz.
Türkiye Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Sözleşmeyi imzalamadı ve Roma Statüsüne taraf değildir. Sözleşmeden doğan herhangi bir yükümlülüğü yoktur. Türkiye Cumhuriyeti devleti veya hükümeti UCM önünde yargılanamaz. Zaten Mahkeme sadece bireyleri yargılar, devletleri yargılamaz. Türkiye’nin kendi vatandaşını yargılanmak üzere UCM’ sine verme yükümlülüğü de yoktur.
Roma’da düzenlenen Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulmasına Dair Birleşmiş Milletler Diplomatik Konferansında Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü hakkındaki Sözleşme 120 devletin lehte, 7 devletin aleyhte ve 21 devletin çekimser oyu ile 17 Temmuz 1998 tarihinde kabul edildi. 60 devletin “onamı” ile 1 Temmuz 2002’de Uluslararası Ceza Mahkemesi görevine başladı. 139 Devlet Sözleşmeyi imzaladı ve 2013’de Fildişi Sahilleri’nin Roma Statüsü’ne taraf olmasıyla mahkeme üye sayısı 122’ye yükseldi.
Kurulduğu 1 Temmuz 2002 tarihinden sonra işlenen suçlar bakımından geçerli olan yargı yetkisi; toplumları derinden sarsan ve etkileyen savaş suçları, insanlığa karşı işlenilen suçlar, soykırım suçu ve saldırı suçuyla sınırlıdır. Başka suçlara bakmaz. Saldırı suçu hakkında yargılama yetkisi, Uganda Kampala Konferansı’nda alınan kararla 2017 yılı sonrasına bırakılmıştır.
UCM, sürekli kurulu olan uluslararası nitelikte bağımsız bir mahkemedir. Ulusal mahkemeleri tamamlayıcı nitelikli yargı yetkisine sahiptir. Sayın Aybay’a göre UCM’nin coğrafi yetkisi Roma Sözleşmesi’ne taraf devletlerin ülkeleriyle sınırlıdır. Ancak üç istisnai durumda TC vatandaşları UCM önünde yargılanabilir. İlki, Türkiye Sözleşmeye taraf olmasa bile belli somut bir olayla ilgili olarak UCM yetkisini kabul etmişse, ikincisi BM Güvenlik Konseyi tarafından havale edilmiş durum varsa… Üçüncüsü ise bir Türk vatandaşının UCM’nin yetki alanına giren bir suçu Sözleşmeye taraf yabancı bir devletin ülkesinde işlediği ileri sürülür ve vatandaş yabancı ülke yetkililerince yakalanıp UCM önüne çıkarılırsa… (Rona Aybay. Türkiye UCM’de yargılanabilir mi? Güncel Hukuk. Mart 2016/3-147). Bütün bu istisnai haller zorun zoru olan şartlardır.
Başbakan 6 Ekim 2004’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşmada; iç hazırlıklarını tamamladıktan sonra Türkiye’nin yakında, Roma Statüsü’nü onaylayacağını, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bir parçası ve tarafı olacağını açıklamıştı. Açıklandı ama öylece kaldı ve vazgeçildi…
Hatırlayalım… Tam bu açıklamaların yapıldığı 2004 yılında UCM Statüsü’ne uyum için Anayasada değişiklik yapıldı ve Türk Ceza Kanununda benzer düzenlemeler yer aldı. 07.05.2004 kabul tarihli 5170 sayılı Kanunla Anayasa değiştirildi. Gerekçesi Kopenhag Siyasi Kriterlerine ve 24.07.2003 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Program”a uyum çabasıdır. Anayasanın 90. maddesine ünlü ek yapılmış, ölüm cezası ve DGM’ler kaldırılmıştır. Anayasanın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38 inci maddesindeki değişiklikle maddeye son bir fıkra eklenmiştir: “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.”
Madde gerekçesine göre; “…Öte yandan Avrupa Birliği Müktesebatının parçası olan Uluslararası Ceza Divanına Türkiye’nin katılması ve Divan statüsüne taraf olması halinde…” belli durumlarda yargılanmak üzere kendi vatandaşlarını Divana teslim etme yükümlülüğünü üstleneceği için 38 inci maddenin son fıkrasındaki değişiklikle söz konusu yükümlülüğün yerine getirilmesi” amaçlanmıştır (TBMM Dönem 22, Yasama Yılı 22. Anayasa Komisyonu Raporu 2/278).
Anayasanın 38. maddesinde değişiklik yapılan TBMM’deki tartışmalar sırasında Anayasa Komisyonu Başkanı şöyle söylüyordu: “Önemli bir değişiklik, Uluslararası Ceza Divanı meselesi. Şimdi, bu Divan hakkında kısa bir bilgi vereceğim; ama neden bu gündeme geldi; bildiğiniz gibi, vatandaşlar, yurt dışına verilemez, başka ülkeye iade edilemez, teslim edilemez. Peki, özellikle ağır suçlar, savaş suçları gibi suç işlemişse ne yapacaksınız; işte, buna istisna getirerek “bu hal hariç, verilemez” şeklinde bir düzenleme getirmiş oluyoruz. (…) Peki, bu Divan, imzalamış olsak, bize ne gibi sıkıntı getirir; bize bir sıkıntı getirmez. Neden imzalamadık şu ana kadar diye baktığımız zaman; biz diyoruz ki, bu Divan terör davalarına da baksın; teröre bakmıyor; hâlbuki terör Türkiye için çok önemli bir realite. Maalesef, bulunduğu bölge itibariyle de çok ciddî tahrip edici bir durum. Bu bakımdan, bizim buradaki kanaatimiz, teröre bakmayacak olan bir mahkeme bizim çok işimize yaramaz…” (Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu. (İstanbul) – TBMM Genel Kurul Tutanağı 22. Dönem 2. Yasama Yılı 83. Birleşim 04/Mayıs /2004 Salı)
Çok geçmedi ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 29.09.2004 kabul tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanununa aynı gerekçelerle ve UCM’ye uyum amacıyla “Uluslararası suçlar” başlığı altında soykırım, insanlığa karşı suçlar, örgüt suçları konuldu. Hatta ve hatta TCK’nin “Geri verme” başlıklı 18. maddesinin (2) fıkrasına göre; “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere, vatandaş suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.” düzenlemesi de aynı amaçla yapıldı.
Peki, sonra ne oldu? Günümüzde Uluslararası Ceza Mahkemesi neye yarıyor?
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 27 Kasım 2015 tarihinde kamuoyuna “Basın Açıklaması” YAPTI. Can Dündar ve Erdem Gül’ün MİT Tırları ile ilgili haberleri hakkındaki soruşturmanın basın özgürlüğü ile ilgisi bulunmadığını ifade ederek; FETÖ/PYD silahlı terör örgütünün “…nihai amacı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını sağlamak” olarak tespit edilmiştir” denildi ve sonuç olarak gazetecilerin de bu nihai amaca uygun haber yaptıkları iddia edildi.
Can Dündar ile Erdem Gül’ün amaçlarının ne olduğu hakkında ise 25.01.2016 tarihli İddianamelerinden (Sayfa 191) sadece bir örnek vermek yararlı olur. İddianameye göre “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Devleti’ni El Kaide Terör Örgütü’ne yardım ediyor kurgusu ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılatma amacı doğrultusunda, çekilen görüntülerinin ve bu malzemeler hakkında hazırlanan inceleme raporlarını 7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimlerden 1 (bir) hafta önce Cumhuriyet Gazetesi’nin 29.05.2015 ve 12.06.2015 tarihli sayılarında ısrarla yayınladıkları tespit edilmiştir.”
2004 yılında UCM Statüsüne katılma iradesi vardı, artık yok. Gelecekte UCM’nin yargı yetkisi kabul edilerek Sözleşmeye taraf olacağız ve yükümlülüklerimiz olacak düşüncesiyle Mahkemenin sadece adı kanunlara yazıldı! Şimdi bu amacın yerinde yeller esiyor… UCM’nin adı unutulmuş, kanun değişiklikleri unutulmuş… Mahkeme hakkındaki maddeler ise 12 yıldır kanunlarda durup duruyor ve “iddialar hariç” hiçbir işe yaramıyor, öylece duruyor…
Hani, UCM terör suçlarına bakmıyordu, böyle dediniz. 2004 yılında Anayasa Komisyonu Başkanı bu yüzden Sözleşmeyi imzalamadıklarını Meclis’te söylememiş miydi? Şimdi UCM yargısında teröre yardım suçu arıyorsunuz! Tuhafsınız, dediklerinizi unutmuşsunuz!
Kim ne derse desin ve ne yazarsa yazsın… İnancım odur ki; gereksiz ve saçma sapan korkularından dolayı Anayasa’nın 38’inci maddesinde yapılan değişikliğin amacına aykırı olarak Türkiye, hâlâ Roma Statüsü’ne taraf olmadı. Olmalıdır…
Uluslar arası Ceza Mahkemesinin görev ve yetkisini, Türkiye’nin UCM’yi kuran Sözleşmeyi imzalamadığını ve taraf olmadığını, Mahkemenin sadece adı yazılı olan Anayasanın 38 inci maddesinin niçin değiştirildiğini ve Türk Ceza Kanunda kabul edilen uluslararası suçlar ile 18 inci maddesinin neden kabul edildiğini bilmiyorsanız eğer; bunun adı bilgisizliğin daniskasıdır.
Başka bir şey söylemek çok daha yakışır ve sözle söylenmiştir ama yazmak yakışmaz.
Bir olasılık Uluslararası Ceza Mahkemesinin ne olduğunu ben bilmiyorum. Adalet, hukuk ve kanun adına yazanlar; belki siz haklısınız. Bu Mahkemeyi ve iç hukukumuzu çok iyi biliyorsunuzdur ve iki gazetecinin birkaç haberi ve yazısı yüzünden veya BM Genel Kurul kararı ile Türkiye UCM’de yargılanabilir. Gazeteciler için bu durum nasıl bir nihai amaç ispatıdır ve ama onlar bile bu amacı bilmiyor!
O zaman benim yaptığım cahilliktir! Cahil olanların, merhameti ve lütfu azdır (Mevlâna)… Ben bir cahilim ve merhametsizce davranıp size bir şey öğretmeye kalkıyorum.
Olsun, yine de Voltaire’in dediği gibi “Size hiçbir şey öğretmediğimi söylüyorsunuz, bir cahil olduğumu belirttiğimi hatırlayın.”
18 Nisan 2016
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN