Jacques Derrida Bağışlamak adlı kitabında bağışlamanın ahlâki imkânlarını, nedenlerini ve koşullarını tartışıyor. Bağışlamak, aslında dinî ve ahlâki olanın kesiştiği bir kavram olarak filozofun metninde anlam kazanıyor. Günümüzün toplumunda şiddet, cinayet, vahşet, sömürü, istismar, hırsızlık o kadar ileri boyutlarda ki, hepimizi içine alarak duyarsızlaştırmış ve derin bir umarsızlığa gömmüş halde. Her gün şiddet, katliam, soygun haberlerinin bombardımanına maruz kalıyoruz. İlk anda sarsılıyoruz, üzülüyoruz, şoke oluyoruz, hayret ediyoruz, utanıyoruz, öfkeleniyoruz… Hatta dijital teknolojinin sağladığı imkânlarla tepkimizi ifade ediyoruz. Bir şiddet olayı varsa, hemen bir kampanya başlatıp, mağdurlara sms ile yardım gönderiyoruz. Bunlar bizi bir nebze teselli ediyor, büyük insanlığa olan inancımızı koruyor, vicdanlan rahatlatıyor.
Kayseri’de dört ve yedi yaşlarında iki çocuk, üvey annelerinden işkence görüyorlar. Muhtemelen böyle daha nice olay var. Her gün işlenen kadın cinayetlerine çoktan duyarsızlaştık zaten. Kadın olmak ontolojik olarak şiddete, cinayete, tacize, tecavüze açık olmak anlamına geliyor. Bazı coğrafyalarda bazı halkların durumu da aynı. İsrail’de bir düğün töreninde, 18 aylık Filistinli bir bebeğin kundaklama sonucu ölümünü bazı Yahudiler dans ederek kutluyor. Suriye’de “Müslüman cihatçılar”, Ezidi ve Hıristiyan kadınlara tecavüz ediyor, erkekleri öldürüp organlarını satıyor. Bu şiddet olaylan her gün defalarca yaşanıyor ve defalarca unutuyoruz, bir zaman sonra görmezden geliyoruz.
Peki, bu olaylann failleri başta olmak üzere, görmeyenler, duymayanlar, konuşmayanlar bağışlanabilir mi? Bugün için bundan daha önemli sorun, suçlu olanın suçunu kabul edip, kendini bağışlanmayı dilemek zorunda görmemesidir, pişman olmamasıdır. Bu, büyük insanlık ideali bakımından ve ahlâki ilkelerin tutarlılığı ve devamı bakımlanndan büyük bir sorundur. Varoluşçuların hep tekrarladıktan, ama bugün anlamsızlaşmış bir önerme vardır: “Tanrı olmasaydı her şey mubah olurdu.”
Çağdaş etik tartışmalan gösteriyor ki din. ahlâkın olmazsa olmaz bir temeli değildir. Dindar olmak tek başına ahlâklı olmanın şartı olamaz; ama tutarlı bir dindar olmak için ahlâk şarttır. Sosyolojik veriler, seküler toplumlarda içselleştirilmiş ahlâkın, dinsel toplumlardan daha fazla olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla din ve ahlâk arasında birebir karşılıklılık ilişkisi yoktur. Ahlâki olarak kabul edilemeyen dinsel olarak kabul edilebileceği gibi (kölelik, SÜREYYA SU cariyelik), dinsel olarak kabul edilemeyen de ahlâki olarak kabul edilebilir (kürtaj, eşcinsellik). Dolayısıyla dinsel olarak bagışlanamayan ahlâki olarak bağışlanabilir ya da tersi olabilir.
BAĞIŞLAMANIN NİTELİĞİ
Jacques Derrida, Bağışlamak adlı kitabında bağışlamanın ahlâki imkânlarını, nedenlerini ve koşullarını tartışıyor. Bağışlamak, aslında dinî ve ahlâki olanın kesiştiği bir kavram olarak onun metninde anlam kazanıyor.
Derrida’nın belirttiği gibi bağışlamak, günahın bağışlanması gibi dinî bir anlama sahip olmakla beraber, kusur ve suçun affedilmesi gibi etik bir anlama da sahiptir. Burada bağışlamak, kimden bağışlama dilendiği, kimin bağışladığına, yani bağışlama hakkına kimin sahip olduğuna göre anlam kazanmaktadır. Bu bağlam, bağışlamanın niteliğini belirlediği gibi, meşruluğunu da tanımlar. Bağışlanan suçlu mudur, suç mu? Bağışlanan tekil midir yoksa kolektif mi? Bağışlayan bir kişi midir yoksa bir topluluk mu? Bir i suçu, mağduru adına başkasının bağışla- . ması mümkün mü? Bu sorular, bağışlamanın adaletle ilişkisi açısından sorunlarını ortaya çıkarmaktadır.
Derrida’nın kitabında polemik yaptığı Vladimir Jankelevitch‘in haklı olarak vurguladığı gibi, bir günahın, suçun bağışlanması ceza mantığına meydan okumadır. Türkiye siyasetinden de gayet iyi bildiğimiz gibi, hükümetler tarafından kullanılan af mekanizması adalet kurumunu yozlaştırmaktadır. Derrida, bu durumla ilgili olarak, kitabında Paul Eluard‘ın bir şiirinden iki dize alıntılar:
“Yok kurtuluş yeryüzünde, Cellatlar bağışlanabildiği sürece.”
Jankelevitch, kesin olarak bağışlamanın olanaksızlığını, uygunsuzluğunu ve ahlâk dişiliğini ileri sürmektedir. O, özellikle kurbanlar adına bağışlamaya karşıdır. Çünkü Jankelevitch’e göre, bağışlama suçun en canavarca işlenmesiyle ölmüştür. Suç çok ağır olduğunda, radikal kötülük ya da insani olan çizgisini aştığında artık bağışlama söz konusu olamaz. Üstelik af dilenmediği yerde bağışlama tamamen gereksizdir. Derrida ise bağışlamanın tam da bitmiş gibi, imkânsızmış gibi göründüğü yerde başladığını söyler. Bağışlama, ancak bağışlanamaz olanı, telafi edilemez olanı bağışlamak şeklinde olabilir. Derrida’ya göre, bağışlanabilir olanı, küçük günahlan, mazur görülebilir olanı, her zaman bağışlanabilir olanı bağışlamak, bağışlamak değildir.
(Zaman Kitap, 04.01.2016)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN