Sungu Çapan
Fatih Akın‘ın prömiyeri Venedik Festivali’nde yapılan ‘Kesik’ filmi sinemalarda.
Osmanlı’nın “sadık tebası”nın Büyük Felaket’i yaşadığı 1915’te, Mardin’de başlıyor Fatih Akın’ın merakla beklenen son filmi “The Cut-Kesik.”
Karısı Rakel (Hindi Zahra) ve küçük ikiz kızlarıyla yaşayan demirci ustası Nazaret (Tahar Rahim), bir gece vakti evini basan Osmanlı askerlerince apar topar yatağından alınıp götürülüyor, kentteki 15 yaşından büyük bütün Ermeni erkekleri gibi ve zorla, kayalık arazideki yol inşaatında çalıştırılıyor.
Arkadaşlarının öldürülmelerine tanık olarak aç susuz, köleden farksız, her an zulüm, şiddet, hakaret ve sövgülere maruz kalarak hayatta kalıyor.
1916’da hurmalar saçarak çıkagelen Diyarbakır valisi temsilcisinin (Önder Çakar), Müslüman olanların derhal serbest bırakılacakları vaadini çoğu Ermeni tutsak gibi reddeden Nazaret, İslamiyeti kabullenmeyenlerin, kurşun harcanmaması gerekçesiyle boyunlarının kesildiği o dehşet verici kıyımdan, sesini kaybederek sadece delinmiş boğazındaki bir kesikle kurtuluyor, onu kurtarıp kaçıran, özünde iyi bir Türk olan celladı Memet (Bartu Küçükçağlayan) sayesinde.
Kadınlara tecavüz eden Kürt eşkıyalarla, asker kaçaklarıyla, tehcir kurbanlarıyla dolu yollardan, ceset dolu kuyulardan, ölüm kamplarından geçip yürüyerek Ayn el-Arab’a (Kobani’ye) varan Nazaret, ölü zannettiği ailesinden iki kızının da hayatta olduğunu, eski çırağı Levon’dan öğrenince 1915’ten 1923’e dek, yaklaşık on yıl boyunca, inatla, ısrarla ikizlerinin izini sürüyor; Halep’ten Lübnan’a, Küba’dan Amerika’lara değin.
Kariyerinin en iddialı tasarısına soyunup bir Türk yönetmen olarak Ermeni sorunu ve sonuçlarıyla yüzleşmeyi göze alan F. Akın’ın büyük bir bütçe ve uluslararası bir kadroyla üç kıtada çektiği, Alman-Türk-Kanada-İtalya ortak üstünyapımı “Kesik”, konuşamayan Nazaret’in doğudan batıya süren, yaklaşık 2.5 saate yayılmış, zorlu, uzun yolculuğunu onun gözünden, bölüm bölüm, sinemaskop western formatında ve arka planda dönemin tarihsel bir panoramasını da çizerek anlatan bir “yol filmi” kısacası.
Kabaca 2 bölümde seyreden “Kesik”in kanlı Ortadoğu coğrafyasında geçen ilk bölümünde, dehşet, vahşet, kıyım, ölüm kampları, vs. gırla.
Sonra kızlarının peşine düşmüş babanın arayış yolculuğuna dalıyoruz doludizgin. Büyük Felaket’le yol açtığı sorunların da haleti ruhiyesine dahil edildiği, Nazaret’in destansı hikâyesi, tarihimizin Ermeni tehciri sorunsalına insancıl ve yer yer tabu kırıcı bir tavırla yaklaşıyor.
Seyircinin, ikizlerini arayış yolculuğuna çıkmış babayla ister istemez empati kurduğu “Kesik”, Amerikan sinemasına özgü, klasik tarihsel dramları andırsa da western’vari anlatımıyla öne çıkıyor.
Dönemin özenle, ince ince ayrıntılandırıldığı, mekân-dekorlarından montajına, giysilerinden sanat yönetimine ve karakterlerine dek birinci sınıf bir iş çıkmış ortaya. Nazaret’in yoluna çıkan, o Halep’teki şeytan icadı bir açıkhava sinemasında Şarlo’nun “Yumurcak”ını seyrederken kerhanenin yolunu tutan kankası Krikor (Simon Abkarian), Havana’daki her derde deva berber Agop (Kevork Malikyan), iyi kalpli sabun imalatçısı Arap ve Kuzey Dakota’daki dayanışmacı Ermeni demiryolu işçileri gibi yan karakterleri, Martin Scorsese’nin senaristi Mardik Martin imzalı senaryosu, başarılı görselliği (kameraman Rainer Klausman) ve yönetmenin demirbaş müzikçisi olagelen, 1980’lerin Einstürzende Neubauten grubundan tanıdığımız Alexander Hacke’nin hüzünlü melodileriyle sonuçta gönül tellerimizi titreterek bizi 100 yıl kadar öncesine götüren bu yol filmine ilgisiz kalmak ne mümkün?
Yalnız Cezayir kökenli genç, sempatik oyuncu Tahar Rahim’in, Nazaret Manukyan rolü için iyi bir seçim olmasına rağmen onca acı, eziyet, meşakkat çektiği on yıl süresince hiç yaşlanmayışı biraz göze battı doğrusu.
Ermenilerin kendi dillerinin yanı sıra İngilizce konuştuğu filmde Türkçe, Kürtçe, Arapça, İspanyolca da eksik değil tabii ki.
Özetle açık ve samimi yaklaşımı, sinemasal yanları kadar genel hümanist bakışıyla da bizi etkileyen, “Duvara Karşı”yla “Yaşamın Kıyısında”nın yönetmenine yakışan bir epik “Kesik”kanımca.
Travmatik geçmişimizle yüzleşebilmek için bunca yıldır hâlâ azınlıklarımızla ilişkilerimizi yoluna koyamadığımız şu 2015’in eşiğinde, böylesi akıcı, dokunaklı ve sürükleyici bir uluslararası filmi beceriyle kotarmış Fatih Akın’ı tabii ki bundan böyle de izlemeye devam! Vaktiyle Elia Kazan’ın tam değeri verilmemiş başyapıtı “America America” tadında ya da çok bilinen bir David Lean klasiği“Arabistanlı Lawrence” çizgisinde sürerek seyirciyi 135 dakika boyunca perdeye bağlayan, üstünde epeyce uğraşılmış, emek verilmiş bu ana akım sinema ürünü “Kesik”, kuşkusuz seyre değer bir üstün yapım bence.
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN