ALİ BAYRAMOĞLU
İş kazaları ülkenin üzerinde karabasan gibi dolaşıyor. Soma’da yaşanan korkunç maden kazasının üzerinden daha 1 yıl geçmedi. Bir kaç gün önce İstanbul’da lüks bir inşaatta meydana gelen, kaza kelimesiyle tarif edilemeyecek olayda 10 işçi hayatını kaybetti.
Değişim, çağ atlama, ekonomik devrim, yeni Türkiye pek çok tabir ve iddia siyasi hayatta boy gösteriyor.
Ne bu iddialar insan hayatının ‘ucuzluğu’na dair ürpertici tabloyu ortadan kaldırıyor, ne de bu tablo söz konusu iddiaları doğruluyor.
Haber Anadolu Ajansı’nın:
“İstihdamın 2 milyona yaklaştığı inşaat sektöründe, 5 yılda meydana gelen iş kazası 35 bin 846. Bu kazalarda 1754 işçi öldü, 1940 işçi sakat kaldı. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, iş kazalarının yaklaşık yüzde 10’u yapı iş kolunda gerçekleşiyor. Yapı iş kolunda meydana gelen kazaların yaklaşık yüzde 5’i ölümle sonuçlanıyor. İş kazalarında ölümlerin yaklaşık yüzde 30’u yapı iş kolunda meydana geliyor…”
İş kazalarında Avrupa birincisiyiz, dünyada ise ilk 10’dayız…
Dünden bugüne, oraya buraya, gelişmişlikten, insana saygıya ölçüm yapmak istiyorsak, bu da bir kriter…
İnsan hayatı, en değerli kriter…
Buna karşın tablonun vahameti kronik ve sürekli…
Bu topraklarda 1946-2010 arasında toplam 59.300 kişi iş kazasında hayatını kaybetmiş. Yılda ortalama 880 insan…
2001-2011 arasında toplam 735.000 iş kazasında 10.804 işçi hayatını kaybetmiş, 14.665 işçi sakat kalmış.
Bunlar kayıtlı rakamlar…
Nitekim TÜİK’in, 2007’de yaptığı Hanehalkı İşgücü Anketi içinde iş kazaları ve işe bağlı sağlık problemleri araştırmasına göre, istihdam edilenlerin yüzde 3’ü, madencilik sektöründe istihdam edilenlerin ise yüzde 10’u son 12 ayda en az bir kere iş kazası geçirdiğini beyan ediyorlardı. Madenciliği yüzde 7.7 iş kazası oranıyla elektrik, gaz, su sektörü izliyor, imalat yüzde 5.2 ile üçüncü, inşaat yüzde 4.6 ile dördüncü, taşımacılık yüzde 3.7 ile beşinci sırada yer alıyordu.
Bardak yıllardır taştı, göl oldu…?
İstanbul’daki inşaat kazasının Türkiye’de ilk kez sokak eylemlerini ve protestoları tahrik etmesi, toplumsal tepki şaşırtıcı değildir…
Sorunun sahibi iktidardan muhalefete, iş adamından yargıya değin tüm bir sistemdir…
İnsel, Soma olaylarından sonra şu haklı tespitte bulunmuştu:
“Şirket sorumluları para cezası ödeyerek, maktüllerin ailelerine biraz tazminat, davacı olmamaları için elden para vererek kendilerini kurtarıyor. Çoğu zaman kazanın sorumluluğu bilirkişi raporları ve işveren yandaşı sendika temsilcilerinin tanıklık ve destekleriyle, ölen kişinin ihmaline veriliyor…”
1 Ocak 2014 itibarıyla iş yerlerinde iş güvenliği uzmanı bulundurma zorunlu…
Ne var ki, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’nün rakamlarına göre 630 bin iş yerinden sadece yüzde 25’i bu zorunluluğu yerine getiriyor.
İş Sağlığı ve Güvenliği Profesyonelleri Derneği Başkanı Levent Kavlak‘ın şu sözlerine kulak vermeli:
“Bizim aktif olarak, ‘çok tehlikeli’ ve ‘tehlikeli’ dediğimiz iş yerlerinde 20 bin iş güvenliği uzmanından 7-8 bini görev yapıyor, çünkü işverenler henüz olayın ciddiyetinin farkında değiller. İş kazalarındaki tahribat adeta savaş bilançosu gibi yaşamını kaybeden çalışanlar, yargıyla karşı karşıya kalan işverenler, iş güvenliği uzmanları, sakat kalan işsizler, öksüz kalan çocuklar… Bunlar birer yara. İşveren, bunu mali yük gibi görüyor…”
Sivil örgütler bu sorunun çözülmesine toplumu seferber ederek gayret etmelidir.
Parlamento, kurumlar, iktidar bu sorunu ana insani güvenlik meselesi, hatta tehdidi olarak ele almalıdır.
Yoksa ‘ilerleme’nin anlamı ne olur?
(Yeni Şafak, 09.09.2014)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN