Kanuni düzenlemeler kanun koyucunun takdirindedir. Kanun yapma yetkisi yasa koyucunun işidir, ama bu işin de bir sınırı vardır.
Demokratik hukuk devletinde, devletin sahip olduğu güç dahi, insan temel hak ve özgürlükleriyle sınırlı bir güçtür. Çünkü “özgürlüklerimizi koruyan, biçimsel anlamda yasalar değil, haklardır”.
Hukuk devletinin varlık nedeni kişi haklarını koruyan ve güvence altına alan bir hukuk düzeni kurmaktır. Devletin kendisini bağlı gördüğü hukuk düzeni, herhangi bir hukuk düzeni değil, kişilerin hak ve özgürlüğüne dayanan bir hukuk düzenidir. Hukuk devleti, sadece kanunlara bağlı devlet demek değildir ve böyle bir anlayışla hukuk devletinin şekli anlamda kanuniliğe indirgenmesi yanılgıdır ve tehlikelidir.
Hukuk devleti ilkesinin temel öğesi, yasalar da dâhil olmak üzere, Devletin tüm organlarının faaliyet ve işlemlerinin hukuka uygun olup olmadıklarının yargı denetimine tabi tutulmasıdır. Bizim ülkemizde en istenmeyen de aslında budur.
Sadece kanun çıkarmakla yetinen kanun devleti olmamak gerekir. TBMM Ekim ayına kadar tatile girdi. Tatil sonrası gündem bir hayli yoğun ve hukuk devletinin alabildiğine sorgulanacağı “kanuni düzen” tartışmaları yaşanacak.
En yakıcı ve güncel sorunlardan birisi “demokratik açılım” ve “süreci” olacaktır.
2009’da Kürt sorunun çözümünde atılacak adımların ne olacağı İçişleri Bakanı tarafından TBMM’de (23. Dönem 4. Yasama Yılı 18. Birleşim, 13 Kasım 2009) demokratik açılım projesi olarak tanıtılmıştı. 15 Ocak 2010’da yapılan basın toplantısı ile “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak yol haritası çizildi. Ama anımsayalım, TBMM’de bu tanıtım yapılmadan önce 14 Nisan 2009 günü 53 kişinin Diyarbakır’da gözaltına alınmıştı. Ardından başlayan KCK davaları Türkiye’nin gündemine oturdu.
Türkiye hakkındaki 10 Ekim 2012 tarihli İlerleme Raporu’nun 7 inci sayfasındaki tespite göre; “Kürt meselesini ele almayı amaçlayan 2009 tarihli demokratik açılımın devamı gelmemiştir.”
Diyarbakır’daki KCK davası dışında Adana, Erzurum, Van, İzmir’de ve İstanbul’da açılan ceza davalarının çoğu sürüyor. Bu davalarda insanlar ifade ve örgütlenme özgürlüğü, dernek, sendika, oda, siyasi partilerde örgütlenme, siyasi parti çalışmaları, yerel seçimlere katılmak, aday olmak, seçilmek, yerel yönetimlerde faaliyette bulunmak, toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi siyasi ve medeni hakların kullandıkları için suçlanıyorlar.
Bir soru önergesine verilen yanıta göre 14.04.2009’da başlayan KCK soruşturmaları kapsamında süren 113 kamu davası vardı ve bu davalarda 992’si tutuklu olmak üzere 2 bin 146 kişi yargılanıyordu. Yargılananların 274’ü muhtar, siyasi parti il ve ilçe başkanı, belediye meclis üyesi ve milletvekili (Radikal. 04.08.2012 )…
Tutuklu olarak yargılananlar özgürlüklerine kavuştu ve tahliye edildi ama haklarındaki ceza davaları sürüyor. Bir yanda demokratik açılım süreci, diğer yanda devam eden ceza davaları. Sanıklar hakkındaki iddialar ortadan kalkmış değil… Bu davaların nasıl ortadan kalkacağı da belli değil…
Bu ceza davaları sorun yaratacaktır. Hatta demokratik açılım sürecinin ortaya koyması beklenen “Geçiş Dönemi Adaleti” için çok daha önemli sorunlar yaratacaktır. Yeni adli yılın açılması ile bu davalar nitelik olarak çok daha ağır biçimde siyasi tartışma konusu olacaktır.
Geçiş Dönemi Adaletinden beklenen; demokratik toplum ve güven temelli bir kanuni düzene geçişin sağlanmasıdır. Bunun için, eski rejim tarafından gerçekleştirilen ihlallerin ortaya çıkarılması hedeflerden biridir ve sonrasında amaçlanan yeni rejimin temelleri ise barış ve uzlaşıdır.
Geçiş Dönemi Adaletinin sağlanması; hukuk devletinin varlığına ve işlemesine bağlıdır.
Tekrar altını çizerek belirtelim ki; sorun üretmeye elverişli kanun yapmak yerine, eskimiş ve anlamını yitirmiş olan örneğin 12 Nisan 1991 kabul tarihli 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu hemen yürürlükten kaldırılmalıdır.
Aksi düşünülüyorsa Terörle Mücadele Kanunu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerinde yer alan hukuki normlara, AİHM kararlarına ve özellikle Uluslar arası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine uygun hale getirilmelidir.
Yeniden anımsayalım… Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin Türkiye’nin Başlangıç Raporuna ilişkin olarak 106.Oturumunda kabul edilen sonuç gözlemleri (15 Ekim – 2 Kasım 2012) içinde yer alan Terörle Mücadele Kanunun uygulanması ile ilgili dikkat çekici tespitlerine göre; “Komite, 1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan bazı hükümlerin Sözleşme ile bağdaşmamasını kaygı ile karşılamaktadır.
Komite, özellikle;
(a) terör eylemi tanımındaki muğlâklık;
(b) adil yargılanma hakkı üzerindeki geniş kapsamlı kısıtlamalar;
(c) oldukça yüksek sayıda insan hakları savunucusu, gazeteci ve hatta çocukların fikir ve düşüncelerini özellikle de Kürt sorununa dair şiddet içermeyen tartışmalar bağlamında özgürce ifade etmelerinden dolayı Terör Mücadele Kanunu kapsamında yargılanmasından kaygı duymaktadır.” (Birleşmiş milletler İnsan Hakları Komitesi 102. oturum. Cenevre. 11-29 Temmuz 2011. Genel Görüş No:34.Bakınız İHOP web sayfası.)
Geçiş Dönemi Adaleti (GDA) kolay sağlanmaz. GDA devletin vatandaşlarına baskı uyguladığı ya da farklı gruplar arasında çatışmaların yaşandığı bir dönemden daha demokratik ve güven temelli bir geçişte söz konusu olan adalettir. (Gülener, Serdar. Madakbaş, Elif. Güncel Hukuk, Kasım 2012/11-107 sayfa 28-3o)
Bu yüzden Geçiş Dönemi Adaleti’nin sağlanmasında örneğin 6551 sayılı kanunla getirilen “sorumsuzluk” veya “cezalandırmama” düzeni yerine, sorun üreten ceza kanunlarının yürürlükten kaldırılması ile işe başlanmalıdır.
Demokratik ve güven temelli bir geçiş süreci için adımlar böyle atılır.
8 Ağustos 2014
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN