20. YÜZYILDAN SESLENEN ÜÇ KLASİK
Edebiyatın bir evrensel yönü de insan aklının sınırlarını zorlamak, insanın ruhsal ve maddi yaşantısının çelişkilerini kurcalamak ise 20. yüzyıl dünyası bu yönü alabildiğine kışkırtan yapıtlarla öne çıkıyordu.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Modern Klasikler Dizisi’nin yayımladığı son üç kitap işte bu sahayı okuyucuya açan ve bugünün popüler kültürünü belirleyen yapıtlardan seçildi.
Boileau-Narcejac’dan Şeytani ile Soğuk Ter ve Jack London’dan Yol, ilkel hırsları, etik ikilemleri ve özgürlük deneyimiyle yeni bir insana ayna tutuyor.
GERİLİMDE FRANSIZ EKOLÜ
Ortak yayımladıkları yapıtlarıyla polisiye ve suç romanı türünün çığır açan örneklerini vermiş olan Pierre Boileau ile Thomas Narcejac (namıdiğer Pierre Ayraud) henüz 1930’lu yıllardan itibaren ayrı yayımladıkları kitaplarıyla büyük ses getirmişlerdi.
Boileau 1938 yılında, Narcejac ise 1948 yılında, dönemin önemli edebiyat ödüllerinden olan Macera Romanı Ödülü’nü almıştı.
Ortak kaleme aldıkları kitaplarında ise Boileau olay örgüsünü üstlenirken Narcejac karakter yaratma ve atmosfer üzerinde yoğunlaşıyordu.
Çalışmaları psikolojik gerilim ekolünün gelişmesinde öncü rol oynadı.
İnsan ruhunun aykırı görünen özelliklerini, manipülasyon, hırs ve ihanetle harmanlanmış korku öğelerini doğaüstü atmosferlerden çıkarıp sıradan insana ve gündelik yaşantıya ustalıkla işleyen Boileau-Narcejac ikilisi, bu yönleriyle Alfred Hitchcock ya da Henri-Georges Clouzot gibi sinemacılara esin kaynağı oluyordu.
Şeytani (1952) bu bağlamda ikilinin belki de en önde gelen ve kimi eleştirmenlerce ustalık eseri sayılan kitapları olmuştur.
Satış temsilcisi Fernand, doktor sevgilisi Lucienne’le birlikte hayat sigortasından kalacak parayla evlenip güney Fransa’ya yerleşmek için karısı Mireille’den kurtulmaya karar verir.
Lucienne’le basit ve sağlam bir cinayet planı yaparlar. Ama her Boileau-Narcejac kurmacası gibi burada da işler planlandığı gibi gitmez ve iyi ile kötüyü, kurban ile suçluyu ayıran sınırlar giderek bulanıklaşır.
Olayların sıradan mantığı zorlayan seyri Fernand’ın dengesini de bozacak ve gerçeklikle bağını giderek zayıflatacaktır.
Yapıtın sürprizlere açık kurgusu, onun birkaç kez sinemaya uyarlanmasını da beraberinde getirmiştir.
Yayımlanışından hemen üç yıl sonra, 1955’te Henri George Clouzot’nun çektiği Les Diaboliques, 1991 yılında SSCB’de Yuri Belenki’nin yorumu ya da 1996’da ABD’de Jeremiah S. Chechnik yönetmenliğinde Isabelle Adjani, Sharon Stone gibi yıldızların yer aldığı uyarlama, Boileau-Narcejac’in verimlerinin farklı zamanlarda ve sanat biçimlerinde gücünü nasıl koruyabildiğini gösterir.
Şeytani, cinayet ve manipülasyonu harmanlayan başka bir toplum keşfetmiş gibidir, özgün yapısıyla insan doğasının karanlıklarına inerken Soğuk Ter psikolojik gerilimi yeni bir zirveye yerleştirir, okurları derinden etkiler.
1954 yılında Ölüler Arasından başlığıyla yayımlanan bu kara roman, saplantı, tamahkârlık ve ahlaki kriz üzerine yazılmış bir başyapıt kabul edilir.
Nitekim roman kısa süre içinde korku sinemasının ustası Alfred Hitchcock’un Vertigo filmine esin kaynağı olacak, bundan sonra Soğuk Ter adıyla yeniden yayımlanacaktır.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında zengin işadamı Gevigne, hukuk fakültesinden arkadaşı olan, eski polis Flavieres’den karısı Madeleine’i takip etmesini ister.
Madeleine son zamanlarda gittikçe tuhaf davranmakta, zaman zaman adeta transa geçerek tamamen içine kapanmaktadır. Madeleine kendisiyle aynı gizemli hastalığa yakalanmış ve aynı yaştayken intihar etmiş olan büyük ninesinin ruhu tarafından ele mi geçirilmiştir?
Madeleine’in bir çan kulesinden düşüşüne tanık olan Flavieres hızla baş döndürücü bir olaylar girdabının içine yuvarlanır.
Kitabın sürükleyici anlatımı, karmaşık olay örgüsüyle desteklenen gerilimi hep yüksek tutarken yapıt bir cinayet romanı olmanın ötesine geçer, insanın aklının kendisine nasıl ihanet edebildiği üzerine bir sorgulamaya dönüşür.
YOKSUNLUK İLE ÖZGÜRLÜK ARASINDA JACK LONDON
Boileau-Narcejac ikilisinin vicdan, tutku ve varoluş kaygısı arasında gidip gelen, ince örülmüş dünyası karşısında Jack London’un Yol yapıtı insanlık durumunu daha kendiliğinden, kaotik ve daha esnek bir yapıyla sergiler.
1907 yılında yayımladığı bu yarı biyografik yapıtında London, 1890’ların ağır ekonomik krizi sonrasında işsiz ve evsiz kalıp Kuzey Amerika coğrafyasında amaçsızca dolaşan başıboş gezginlerin, yani hoboların dünyasına bizi götürür.
Henüz on sekiz yaşında, dünyayı keşfetme fikrinin büyüsüne kapılarak işini gücünü bırakıp giriştiği bu çılgınca serüvende yazar, trenlerde kaçak yolculuk ederek aynı coğrafyada bambaşka bir Amerika ve bambaşka bir toplum keşfetmiş gibidir.
London’un kaleminden yansıyan bu yeni Amerika, derinden etkiler.
Demiryolu görevlileri, haydutlar, polisler gibi pek çok otorite ve karmaşık sosyal ilişkiler arasında hobolar üzerinden Yol, insanlara hayatta kalabilmenin özgün yollarını gösterir. Toplumun kenarına itilmiş insanlar arasındaki dayanışma, yoldaşlık ilişkileri, bu insanların kendine özgü dayanma güçleri, üstelik kanunla, açlıkla, soğukla mücadele ederken geliştirdikleri ilkeleri, okuyucuyu özgürlüğün nice felsefelerde es geçilmiş biçimleriyle buluşturur.
Çağımıza damga vurarak modern klasikler arasına girmiş her üç yapıt da toplumu kuşatan ahlaki, ruhsal, kültürel çatlakları farklı açılardan ele alarak okuyucuyu ”normal” olanı sorgulamaya, insanı çelişkileri için de düşünmeye sevk ediyor.
(Cumhuriyet Kitap, 31.10.2024)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN