Belma AKÇURA
Son yıllarda artan çocuk cinayetleri, toplumun aile yapısını ve ebeveyn rollerini derinlemesine sorgulamamızı gerektiriyor. Son olarak bir babanın üç çocuğunu öldürmesi olayının ardından medyada sıkça kullanılan “cani baba”, “acılı anne” gibi klişe ifadeler, toplumun yaşadığı travmanın derinliğini yansıtmakla birlikte, meselenin derinliğini hala kavrayamadığımızı gösteriyor.
Olayın detaylarına bakıldığında, babanın işyerinde geçirdiği bir kaza sonucu görme kaybı yaşadığı, akciğer kanseri teşhisi konduğu ve psikolojik sorunlarla boğuştuğu anlaşılıyor. Üç ay önce kendisini terk edip boşanma davası açan eşini eve dönmesi için ikna edemeyince çocuklarını öldürüp intihar ediyor. Ancak yaşam koşullarının zorluğu ne olursa olsun hiçbir koşulda vahşet haklı çıkarılamaz.
Bu ülkede benzer ekonomik ve sosyal zorluklarla karşılaşmış, eşleri tarafından terk edilmiş fakat çocuklarına hem anne hem baba olmayı başarmış pek çok ebeveyn tanıdık. Yoksulluk ve sefalete rağmen çocuklarını büyütüp okutan, iş sahibi yapan anne ve babaların hikayelerine ortak olduk. Onlar da eşleri tarafından terk edildiklerinde çocuklarına kıysalardı, bugün bu ülkenin yarısı evlatsız kalabilirdi.
***
Bugün eşlerin kendi anlaşmazlıkları ve kişisel problemleri yüzünden çocuklarına zarar verecek noktaya gelmeleri, aile içi bağların ne denli zayıfladığını ve ebeveynlik sorumluluğunun içselleştirilmediğini gösteriyor. Toplumun aile yapısına yönelik baskıları, ekonomik zorluklar ve bireylerin yaşadığı psikolojik buhranlar, bu tür trajedilerin arkasında yatan nedenler arasında sayılabilir. Ancak hiçbir anne babanın kendi sorunlarını çocuklarına yansıtmaya hakkı olamaz.
Bu noktada bir soru sormak gerekiyor: Bir anne, bakamayacağı, boşanmak istediği bir adamdan dört çocuk dünyaya neden getirir? Kendi öncelikleri hasta bir babaya çocukları bırakacak kadar önemli mi? 2 yaşındaki çocuğunu bile geride bırakıp evi terk edecek kadar ne yaşamış olabilir? Neden kadın ya da erkek terk eden eşlere duydukları öfkenin faturasını çocuklara kesiyor? Bu sorular, içi boşalmış anne baba kavramının yeniden ele alınmasını zorunlu kılıyor. Toplum olarak, ebeveynlik kavramını daha geniş bir çerçevede tartışmalı ve yeniden tanımlamalıyız.
***
Dolayısıyla bu trajediye ilişkin en doğru tepki, cenaze namazını kıldıran Salihli Müftüsü Ali Çebi’den geldi. Olayın vicdani ve etik boyutunu gözler önüne sererek üç kız kardeşin tabutuna baktı ve kimseden helallik istemedi. İnsaflı davrandı. Çünkü belki de öldürülen çocuklardan helallik istememiz gerekiyor. Mesela annelerinin terk ettiği babalarının da öldürdüğü bu çocuklara sormalıyız: Sizi dünyaya getiren ana babalarınıza hakkınızı helal ediyor musunuz? Birbirleriyle inatlaşıp, anlaşamadıkları için sizi terk eden, okula gitmeniz, oyun oynamanız, sevgiyle büyütülmeniz gereken bir yaşta, sizin yaşam hakkınızı elinizden alan anne ve babanızı affedebilir misiniz? Daha da önemlisi sizin bu travmatik hayatlarınızın seyirci olan bu topluma hakkınızı helal ediyor musunuz?
***
Medyanın bu tür trajedileri sorgulamadan uzak, yüzeysel bir şekilde ele alması da sorumlu habercilik anlayışının sorgulanmasını gerektiriyor. Çünkü biz ne kadar gündeme getirirsek getirelim bu olayların önü arkası kesilmiyor. Bu da toplumsal bir bilinçlenme ihtiyacını daha da belirgin hale getiriyor. Tam da bu nedenle yanlış kararlar almasın diye çocuklarına sürekli “hakkı mı sana helal etmem” diyerek baskı yapan ana babalara da sormak gerekir:
Bir sorun bakalım, çocuklarınız da size hakkını helal ediyor mu?
(Milliyet, 01.09.2024)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN