Post image
Kate Winslet’tan diktatör desleri

 

BluTV’de de gösterilen “The Regime” dizisinde, Winslet’ın canlandırdığı Elena, adsız bir Orta Avrupa ülkesinin lideri… Diktatör karakteri Elena Vernham’da aşina olduğumuz otokratlardan izler var. Taktikleri Putin’e benziyor, Esad gibi o da Batı kültürünü seviyor

 

Orta Avrupa’daki isimsiz bir ülkenin yanardöner lideri Elena Vernham seyyar bir oksijen odasıyla sarayın içinde gezdiriliyor. Babasının mumyalanmış cesediyle sohbete dalıyor. Kate Winslet‘ın yıldızlaştığı prodüksiyondaki peltekliği ve huysuzluğu “Charlie’nin Çikolata Fabrikası” filmindeki afacan Veruca Salt’u hatırlatıyor.

Bugünlerde gösterime giren “The Regime” adlı dizinin merkezinde Elena’nın maskaralıkları, aşkları ve işgal harekatları yer alıyor. Dizi alelade bir yapım gibi görülebilir, ama otokrasiyi hicvederken ciddi tespitlerde bulunuyor.

Elena ve ülkesi gerçek insanların ve yerlerin incelikli bir karışımı. Çavuşeskular dönemindeki komünist Romanya’dan ve devlet televizyonunda “Kuğu Gölü”nün yayınlandığı 1991’deki başarısız Sovyet darbesinden izler var. Elena’nın resmi saç stili Ukraynalı asi kadın Yuliya Timoşenko’yu andırıyor. Ancak en büyük ilham kaynağı Vladimir Putin Rusyası. Olaylar Matthias Schoenaerts’in canlandırdığı Herbert Zubak adlı kaba saba onbaşının saraya gelişiyle başlıyor.

Şantaj sırları

Onbaşı bir katliamdaki rolü sebebiyle “Kasap” lakabıyla anılıyor. Dizide otokrasiye dair ilk ipucu bu: Herbert rezaletine rağmen değil onun sayesinde terfi etmiş. Her otokrat gibi Elena da açığı olan kişilerin daha kolay kullanılacağını biliyor. Böyle sistemler karşılıklı şantaja dayanır. Saraydaki herkes birbirine çamur attığından dürüst insanlar işe yaramaz. Tıpkı Putin’in televizyonda savaş çığırtkanlığı yapmak üzere yanına topladığı kodamanlar gibi, herkesin eline kan bulaşmış olmalıdır.

Seyyar oksijen odasına da dikkat. Elena’nın hastalık hastalığı, kendi refahına düşkünken vatandaşlarınınkini görmezden gelen mikrop fobili liderleri hatırlatıyor. Ancak tuhaflıkları aynı zamanda güç gösterisi. Sesi berbat, ama şarkılarını herkes alkışlıyor. Putin’in buz hokeyi maçlarını kazanmasına izin veren yalakaları hatırlayın.

Amaç kimseyi bu fantezilere inandırmak değil: Emrindekileri bunları sindirmeye zorlayarak otokratın gücünü pekiştirmek. Kremlin Aleksey Navalni’yi Rusya’nın gulaglarında öldürdüğünü inkar ettiğinde inanmanız gerekmiyor. Çünkü inanırsanız cinayetin vermek istediği korkunç mesaj törpülenir.

Elena televizyon konuşmalarında tebaasına “canlarım” diye sesleniyor. Her otokrat gibi halkıyla arasında gizemli bir bağ olduğunu iddia ediyor ve argümanlarında onlardan güç alıyor. Gerçekte ise onları hödükler olarak görüyor ve bir araya gelmekten nefret ediyor. Çoğu yönetici gibi makul tartışma bitince halkın sadakati de bitecek diye korkuyor.

Akşam yemeğinde Friends izliyor

Elena’nın sadık adamlarından biri kendi vatandaşları için, “Amerika’nın tokatlandığını görmeyi çok seviyorlar” diyor. Görece küçük birçok ülkede olduğu gibi Elena Amerikan müdahalesiyle bazen flört halinde bazense kavgalı. Washington ile Pekin’i birbirine düşürmeye çalışıyor ve Washington’a otarşi lehine üstünkörü teklifler sunuyor. Ama Amerika’yı kınasa da pop kültüründen vazgeçmiyor. Tıpkı Suriye çökerken iTunes hesabına tutunan Beşar Esad gibi Elena da akşam yemeğinde “Friends” dizisi izliyor.

Komşu ülkeden biraz toprak alsak?

Batı’yı yerden yere vurmanın yanı sıra zorda kaldığında otokratların sıkça başvurduğu iki taktiği uyguluyor. Kendi deniz aşırı zulasından dem vurmadan yolsuzlukla mücadele reklamı yapıyor ve komşu ülkelerdeki topraklardan kendine bir dilim koparıveriyor. Ama bu, tekrar edelim, bir işgal değil. Sonrasındaki yaptırımlar sonucu Miami’deki garsoniyerine gidemeyeceğini anlayan bir saraylı epey huzursuz oluyor. Şartlar kötüleştikçe yandaşların ne zaman kaçacaklarını iyi hesaplaması gerekiyor. Kahire’den Caracas’a kadar her yerdeki yandaşların aşina olduğu ikilemler.

Dizinin sanatsal açıdan kusurları var. Karakterlerle dalga geçerken onları umursamanızı sağlamaya çalışması boşa düşüyor. İğneleyici diyaloglar “Succession” dizisindeki hakaretler kadar eğlenceli değil. Ama otokrasiyi ele alma açısından hedefi on ikiden vuruyor. Her şeyden önce, bu tür bir iktidarın başlı başına çarpık bir performanstan ibaret olduğunu yakalıyor.

Bir oligark kamuoyu önünde küçük düşürülünce aynı saraylı “Belki de tiyatrodur!” diyor. Ne var ki böyle rejimlerde tiyatro en temel siyaset tarzıdır. Konu sadece “görünenin” olayların özünden daha önemli olması değil. Otokrat siyasi rekabetin yerine ritüelleri ve seyirlikleri koyar (Rusya’daki absürt seçimlerde olduğu gibi). Siyaset demokrasinin bir taklidi, herkesin aynı şaka içinde yaşamaya zorlandığı satirik bir pantomim. Başka bir deyişle, otokrasi çoğu zaman trajik bir ciddiyet içeren saçma sapan bir gösteriden ibaret. •

The Economist’ten alınmış, Oksijen tarafından çevrilerek lisanslı olarak yayınlanmıştır. Orijinal metne www.economist. com adresinden ulaşabilirsiniz.

(Oksijen, 22.03.2024)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN