ÖZLEM AKALAN
(ozlemakalan@gmail.com)
Samimi ve keyifli bir işe imza atmış yazar Ava Dellaria bu ilk romanında. Yer yer kahkaha attıran ama çokça duygulandıran “Postacı Kapıyı Çalmayacak”, Laurel adlı bir genç kızın ölülere yazdığı mektuplardan oluşuyor.
Birbirine bağlantılı, günlük gibi yazılan mektuplar, bir ders yılı boyunca genç kızın kendini, arkadaşlarını, ablasını ve hayatı tanıma yolundaki yolculuğunun ayrılmaz birer parçası oluveriyor.
Her şey İngilizce öğretmeninin daha okulun ilk günlerinde verdiği ödevle başlıyor: “Bir ölüye mektup yazın.”
Laurel için pek de kolay bir iş değildir bu zira birkaç ay önce kendisinden iki yaş büyük ablası May ölmüştür. Laurel okurun kendisinden beklediği gibi ablasına yazmıyor; her ikisinin de çok sevdiği Nirvana grubunun solisti Kurt Cobain‘e yazıyor ilk mektubunu. Ardından hayatında önemli bir yeri olan diğer ünlülere hitaben yazıyor; Janis Joplin, Jim Morrison, E. E. Cummings, John Keats, Elizabeth Bishop, Judy Garland, Amelia Earhart, Heath Ledger, Amy Winehouse, Allan Lane ve River Phoenbc.
Ablasının ölümünün ardından annesi Califonria’ya yerleşince babası ve teyzesinin evi arasında mekik dokumaya başlayan Laurel, kimsenin onu tanımadığı, yaşadığı acıyı bilmediği bir liseye başlar. Çünkü acısını anlatacak kelimeleri, duyguları bulmakta güçlük çekmektedir. Kısa sürede Hannah ve Natalie ile arkadaş olur. Hannah’nın etrafında pervane olan erkekleri, Laurel’in ilk aşkı Sky’ı, Hannah’ya âşık olan Natalie’yi, Tanrı ve İsa‘yı ağzından düşürmeyen teyzesi Amy‘yi, kendisini bırakıp gittiği için kızdığı annesini, iyi görünmeye çabalayan babasını, May ve May’in ölümüyle ilgili bildiği sırrı hep Laurel’in mektuplarından öğreniriz. Üstelik, sadece kendi hayatını değil mektup yazdığı ünlü kişilerin hayatlarını da kendisininkiyle kurduğu paralelliklerle aktarır genç kız.
Gerçek hayatta olmasını hiç dilemediğimiz, ama Hollywood filmlerinde sıkça karşılaştığımız şiddet, taciz, intihar ve elbette ölüm bu romanın merkezine oturmuş gibi görünse de aslında herkesin acıyla yüzleşirken düştüğü bocalamaları anlatıyor. Yazar, tüm boyutuyla ergen olmanın getirdiği zorlukları anlatırken bir de buna hayatta en değer verdiği kişiyi kaybetmiş bir kızın hikâyesini ekliyor. Ancak bu işi hiç de karamsar olmadan, okurun duygularıyla oynamadan yapıyor.
Daha ilk sayfalarda okuru içine çeken roman benzer acıları yaşamış olsun ya da olmasın Laurel’in ve diğer gençlerin duygularını, kaygılarını, kararlarını, doğru ve yanlışlarını okura son derece sağlam temellere dayandırarak aktarıyor. Özellikle Laurel’in neler hissetiğini ve kendini keşfetme yolunda attığı dev adımları çok iyi algılayabiliyorsunuz.
Romanına önce kendi sevdiği birkaç önemli kişiye Laurel’in ağzından mektuplar yazarak başlamış Ava Dellaria. Roman ilerledikçe ve Laurel karakteri geliştikçe ünlüler listesi değişmiş ve uzamış. “Laurel’i dinledikçe yazdığı kişilerle olan bağlarını da keşfediyordum” diyor yazar ve ekliyor:
“Mesela kendisini cesur hissetmek istediğinde sıklıkla Amelia Earhart’a (Atlas Okyanusu’nu uçakla tek başına geçen ilk kadın pilot) yazıyor. Annesinin yokluğu hakkında Judy Garland’a (oyuncu); aşk ve ilk ilişkisinde zorlandığı zamanlar da River Phoenbc’e (oyuncu) yazıyor. Ve en önemlisi de yazdığı herkes onda ablası May’in bir hatırasını canlandırıyordu.”
Güçlü dili, merak uyandıran hikayesiyle son derecce başarılı bir ilk roman. Üstelik Twitterve Facebook kullanıcılarına birkaç ay yetecek kadar özlü sözler içeriyor.
“Laurel karakterinde benden çok şey var”
İlk romanı ile büyük ilgi gören Ava Dellaria, başkahramanı Laurel’in kendisinden pek çok iz taşıdığını söylüyor:
“Romanım kurgu olsa da Laurel’i yaratırken o yaşlardaki hatıralarımı su yüzüne çıkardım; arkadaşlarımdan, ailemden ve kendimden çok şey koydum hikâyeye. Mesela, Laurel ile May’in oynadığı peri oyununu biz de kız kardeşimle oynardık. Ortaokuldayken kaybettiğim teyzem Amy, bana Laurel’in teyzesini yazarken ilham kaynağı oldu. Laurel ablasının kaybıyla yüzleşmeye çalışırken ben de birkaç sene önce kaybettiğim annemin acısıyla yüzleşiyordum. Laurel’in hikâyesi benim de acımla yüzleşmemi sağladı.”
Kitaptan bir bölüm:
” …periyiz,” diye fısıldadı May.
May bana ailemizin her yedi kuşağında bir çocukların sihir kullanma gücüyle doğduklarını anlattı. Bu bizim genlerimizde vardı. Peri olduğumuz için, görünmez kötü cadılarla savaşma gücüne sahiptik.
“Hadi gel!” dedi beni yataktan çekerek. “İlk büyünü öğrenmeye hazır mısın?” Evin karanlığının içinden geçip malzemeleri toplamak için arka kapıdan bahçeye çıktık.
(…) Üç tane boş salyangoz kabuğuna, biraz ince kuma, bir avuç yaban mersinine ve bahçenin sonunda kendi kendine çıkmış olan küçük karaağacın kabuğundan bir parçaya ihtiyacımız vardı. Hepsini bir kovaya koyup odaya getirince May hepsini karıştırıp sihirli sözleri söyledi.
“Bam-bun-bin-bam-bun-bin-bütün cadılar gitsin!” Bunu söylerken sanki parmak uçlarından küçük yıldızlar çıkıyormuş gibi ellerini sallıyordu.
“Gördün mü?” dedi bana dönüp. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. “Hepsi gitti.”
Gerçekten de gitmişlerdi.
İksirimizi yatağın altına sakladık. May, o orada durduğu sürece cadıların yanımıza yaklaşmaya cesaret edemeyeceğini söyledi. Ve ben o an May yanımda olduğu sürece her şeyin yolunda gideceğini anladım.
Artık May yanımda olmadığına göre sihir yapmanın başka bir yolunu bulmalıyım… (VATAN KİTAP, 15.05.2014)
Postacı Kapıyı Çalmayacak
Ava Dellaria
Çev. Heves Berksu
Martı Yayınları
25 TL
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN