Fikret İLKİZ
Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 2023/12611 Esas ve 2024/1 D.İş sayılı 3.1.2024 tarihli kararında “5-Hukuki Değerlendirme ve Sonuç” başlıklı bölümde; Yargıtay “hukuki görüşünü” açıklıyor…
Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi arasındaki gerekçeli kararlar tartışmasında – daha doğrusu gerekçeler çatışmasında– Yargıtay’a göre; Anayasa Mahkemesi “Gelinen noktada Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa ve kanunlar ile çizilen görev ve yetki sınırlarını” aşmıştır. Örneğin Can Atalay hakkındaki kararları ile “hukuk dışı kararlar vermek suretiyle” kendisine “belirsiz ve sınırsız bir misyon” yüklemiştir.
Yargıtay, Anayasa Mahkemesinin “……vermiş olduğu hukuk dışı kararlara uyulması konusunda Anayasa ve yasalarda bulunmayan ve hukuk literatüründe de yer almayan “sadakat” kavramının arkasına sığındığı” kanaatindedir.
Ayrıca Anayasa Mahkemesinin; “hukukun genel geçer bir ilkesi olan kesin hüküm kavramını görmezden geldiği” için “bu minvalde yüksek mahkemelerin temyiz incelemesinden geçerek kesinleşen kararlarını işin esasına girip, tekrardan ele alarak değerlendirdiği” görüşündedir.
Hatta Yargıtay Anayasa Mahkemesinin “…bazı kararlarında olağan kanun yolları tüketilmeden görev ve yetkisi olmadığı halde, sulh ceza hakimliği, ilk derece mahkemesi, istinaf mahkemesi ve hatta Yargıtay gibi davranarak önüne gelen başvuruları değerlendirdiği” gerekçesiyle; “Anayasa Mahkemesi’nin bu uygulamalarının hukuk güvenliğini tehdit ettiği ve kaos oluşturduğu anlaşılmıştır.” görüşüşündedir.
Yargıtay 3 Ceza Dairesindeki beş yüksek dereceli yargıcın imzasıyla yayımlanan bu görüşünden hareketle sonuç olarak Yargıtay’a göre; Anayasa Mahkemesi hukuk güvenliğini tehdit etmektedir, kaos yaratmaktadır!
Devam edelim ve kararın 32-33 sayfalarına bakalım…
Yargıtayın görüşüne göre; Anayasa Mahkemesi süper temyiz mahkemesi olarak vesayet makamıdır… Kararları Resmî Gazetede yayımlanınca böyle oluyor çünkü!
Neden ve nasıl mı? Okuyup öğrenelim Yargıtay görüşünü…
“Anayasa Mahkemesi tarafından önüne gelen başvurular arasında sübjektif nitelikte sonuç doğurması gereken bireysel başvurular sonucunda verilen kararların, Resmî Gazete ‘de yayımlanma zorunluluğu mevcut değildir. Bu zorunluluk söz konusu olmadığı halde, Anayasa Mahkemesi’nin yasal yetkilerini aşarak ve hukuki değerden yoksun şekilde bireysel başvurular sonucunda verdiği bazı kararların Resmî Gazete ‘de yayımlanması ile Anayasa Mahkemesi kararlarının objektif etkisine sığınılmakta, bu kararlar denetimden yoksun kalmakta ve bu durum, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’dan almadığı bir yetki ile yargı kurumlarının üzerinde bir süper temyiz merci olarak vesayet makamı haline gelmesini sağlamaktadır.”
Yargıtay’a göre; bireysel başvurular subjektif nitelikte sonuç doğurur, AYM kararları Resmî Gazetede yayımlanmamalıdır, Anayasa Mahkemesi kararları hukuki değerden yoksundur ve Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede yayımlanmakla denetimsiz kalmaktadır.
Öz olarak “hukuki görüş” adı altında “gerekçe” olarak yazılan bu sonuçlar yargıda ortaya çıkan “kibir hallerinin” sonuçsuz görünümünden ibaret bomboş değerlendirmelerdir.
Kararın devamında yer alan örnek ise bu görüşlerden daha tuhaf ve anlamsız…
“Dairemiz de 08.11.2023 tarihinde verdiği hükümlü Şerafettin Can Atalay hakkındaki değişik is kararı ile bu denetimsizlik nedeniyle adeta juristokrasiyi andırır şekilde yorumla Anayasa hükümlerini uygulanamaz hale getiren keyfi kararlar verilmesi ve bu keyfiliği denetleme konusundaki yasal boşluk haline dikkat çekmiştir.
Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa hükümlerini işlevsiz hale getiren kararlarının denetlenemeyeceğinin ileri sürülmesi ve sınırsız yetkilerle donatılması, bazı büyük tehlikeleri de bünyesinde barındırmaktadır.”
Yukarıda açıklandığı gibi özü bakımından Can Atalay kararı ile ortaya çıkan böyle “denetimsizlik” yüzünden Anayasa hükümleri “ adeta juristokrasiyi andırır şekilde yorumla” Anayasa Mahkemesi keyfi kararlar vermektedir.
Bu ne demektir? Yargıtay’a göre bu durum juristokrasidir. Yani, yargıçlar yönetimidir, demokrasiye zıt bir kavramdır ve oligarşik yönetim biçimidir.
AYM kararları bünyesinde bazı tehlikeler barınmaktadır! Nasıl tehlikeler?
Yargıtay bu duruma örnek vermektedir…Örneğin, 2022 yılında Pakistan!
“Pakistan’da Meclis’te çoğunluğu ele geçiren muhalefet tarafından güvensizlik oylaması yapılarak, seçilmiş ve meşru Başbakan İmran Han değiştirilmek istenmiş; bunun üzerine siyaseti dizayn etme çabasının bir ürünü olarak Pakistan Anayasa Mahkemesi, Başbakan İmran Han tarafından alınan Meclis’in feshi ve erken seçim kararını yok saymak suretiyle güvensizlik oylamasının yapılmasına karar vermiştir. Siyasi krize neden olan bu karar sonucu yapılan güvensizlik oylamasında İmran Han, Pakistan’da görevden alınan ilk başbakan olmuştur. Böylece Pakistan’da Meclis çoğunluğunu ele geçiren muhalefetin, Anayasa Mahkemesi kararı sayesinde yaptığı güvensizlik oylaması ile İmran Han’ın başbakanlığı düşürülmüştür.
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Şerafettin Can Atalay hakkında vermiş olduğu hak ihlali kararlarındaki hukuki kabul ve mantığın kabul edilmesi durumunda vahim sonuçların ortaya çıkması da mümkündür.”
Acaba bu örneği verenler “Pakistan” örneğini incelemiş midir?
Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah’dır. Ölümünün ardından Liyakat Ali Han iz bırakan Pakistan halkının liderlerindendir. Pakistan’da parlamenter rejimin ve demokratik düzenin ilk adımları onun döneminde atılmıştır. 12 Mart 1949’da Pakistan’ın ilk anayasal taslağı olan Hedefler Kararı ilan edilmiştir ve gelecek yıllarda hazırlanacak anayasalara yol gösterici niteliktedir… Temel İlkeler Komitesi kurulmuştur. 28 Eylül 1950 tarihinde Başbakan Liyakat Ali Han tarafından Komite kararları sunulmuştur. Temel İlkeler Komitesi rapor hazırladı ve bu rapor çok eleştirildi. Bunun üzerine Pakistan’ın çeşitli dini mezheplere mensup önde gelen otuz bir uleması, Allame Seyid Süleyman Nadvi başkanlığında 21 Ocak ile 24 Ocak 1951 tarihleri arasında düzenlenen toplantılarda “Yirmi İki Hedef” başlığıyla bildiri hazırlandı. İslam ışığında oluşturulacak anayasaya temel olacak yirmi iki madde hükümete önerilmiştir. Ulema’nın önerileri arasında “Devlet Başkanının oluşturduğu hükümet, diktatörlük değil istişare ile karar alan nitelikte olacaktır. Devlet başkanı, halkın seçilmiş temsilcilerine danışarak sorumluluğunu yerine getirmesi yükümlülüğündedir” ve “Devlet başkanının, anayasanın tamamını veya bir kısmını feshederek ülkeyi yönetme hakkı yoktur.” gibi kararlar yer almıştı.[i]
Bir başka örnek daha ve yine Pakistan…
Otoriter rejimlerde “yargı bağımsızlığı anayasada güvence altına alınsa da alınmasa da hükümet yargıya müdahale etme eğiliminde olacaktır.” Tıpkı Pakistan’da olduğu gibi…
“Yukarıda ileri sürülen bu savı daha iyi anlamak için 1999-2009 yılları arasındaki Pakistan yönetimini örnek olarak gösterebiliriz. 1999 yılında Pervez Müşerref’in askeri darbe ile başa geçmesinden 2009 yılına kadar geçen sürede Pakistan otoriter rejim ile yönetilmişti. 2007 yılında Müşerref Parlamento tarafından tekrar Cumhurbaşkanı olarak seçilmeyi beklerken Pakistan Anayasa Mahkemesi, Müşerref’in hem cumhurbaşkanı hem de ordunun başında olmasının anayasaya aykırı olduğunu belirtince Müşerref, Anayasa Mahkemesi başkanını görevden almaya çalıştı.
Mahkeme karşı koyup Müşerref’in parlamento tarafından seçilmesini erteleyince, Cumhurbaşkanı olağanüstü hâl ilan etti, anayasayı değiştirdi, Anayasa Mahkemesi üyelerini görevden aldı ve muhalefet parti liderlerini hapse attı.
En son ordudaki görevinden istifa ederek sivil bir cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin önündeki tüm engelleri kaldırdı ve Seçici Konsey tarafında tekrar Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak Şubat 2008’de yapılan genel seçimlerde Pervez Müşerrefin partisi kaybetti. Şerif ve Zerdari arasında koalisyon hükümeti kuruldu. Yeni hükümet tarafından Müşerref’i görevden almaya yönelik pek çok suçlama başlatılınca Cumhurbaşkanı Ağustos 2008’de istifa ederek yurt dışına kaçtı (Musharraf, 2008).
Pakistan’ın anayasasına baktığımız zaman yargının bağımsız ve tarafsız olduğunun açıkça ifade edildiği ve üst mahkeme yargıçlarının görev süresinin ve maaşlarının yine anayasa tarafından güvence altına alındığını görüyoruz. Ancak yukarıda sıralanan olaylar zinciri bize otoriter rejimlerde siyasi gücü elinde bulunduranların yönetimde kalabilmek için üst mahkeme yargıçlarını görevden almadan anayasayı değiştirmeye kadar bir dizi girişimde bulunabileceklerini gösteriyor.
Halk 2008 yılındaki seçimlerde hükümet partisine oy vermeyerek tepki göstermiş olsa da 1999-2008 yılları arasında hükümetin halktan gelebilecek tepkileri göz ardı ederek yargıya saldırdığını görüyoruz.
Pakistan toplumunun yargıya duyduğu güven ve medya bağımsızlığına baktığımız zaman hükümetin neden bu tepkiyi göz ardı etmiş olduğunu daha iyi anlıyoruz. Dünya Değerler Araştırması’nın 2012 verisine göre Pakistan halkının yüzde 52,3’ü yargıya güvenmiyor. Medya bağımsızlığının da çok düşük olması halkın farkındalığını olumsuz etkiliyor. Bütün bu faktörler otoriter rejimlerde anayasal güvencelere rağmen siyasilerin neden yargıya rahatça müdahale edebildiğini gayet net bir şekilde açıklar.”[ii]
Durum bu ama Pakistan Anayasa Mahkemesi tehlike örneği!
Pakistan’da Başbakan Nawaz Sharif dönemi… Londra’da gayrimenkuller edindikleri Panama Belgelerinde açığa çıkınca 2017 yılında yolsuzluk gerekçesiyle Navaz Şerif, 2017’de Anayasa Mahkemesince görevinden alındı ve istifa etti. Tutuklandı ve 10 ay cezaevinde kaldı. Şerif, Kasım 2019’da sağlık sorunları nedeniyle Kasım 2019’da tedavi için Londra’ya gitti. Aralık 2020’de İslamabad Yüksek Mahkemesi, yolsuzlukla yargılandığı davalara katılmayan eski Başbakan Şerif’i “adalet kaçağı” ilan etti. Pakistan’a geri dönebilmek için hakkındaki mahkeme kararlarına karşı itiraz eden Şerif, 1990-1993, 1997-1999, 2013-2017 dönemlerinde 3 defa başbakanlık görevinde bulunmuştu.
Gelelim Pakistan’da İmran Han örneğine ve tehlikeli Anayasa Mahkemesine…
Yargıtay İmran Hanı örnek veriyor. Pakistan Anayasa Mahkemesi kararını tehlikeli buluyor…
İmran Han 1996 yılında Pakistan Adalet Hareketi kurucusudur. Kasım 2002’de milletvekili seçildi. 2013’te Pakistan parlamento seçimlerinde ulusal mecliste 35 sandalye kazandı. Hayır işleri örgütü olan Asia Society tarafından İmran Han 2012 yılında Asya’da Yılın Adamı olarak seçildi. Pakistan milli kriket takımının kaptanlığını yaptı.
Pakistan’da 25.07.2018 tarihinde yapılan genel seçimlerini Pakistan Adalet Hareketi kazandı. 18.08.2018 tarihinde Pakistan Başbakanı olarak göreve başladı.
Pakistan Anayasa Mahkemesi 7 Nisan’da aldığı kararla, “Ulusal Meclis’in feshedilmesinin ve güvensizlik oylamasının yapılmasının reddedilmesinin anayasaya aykırı olduğuna” karar verdi (2022). Mahkeme oylamanın yapılması yönünde hüküm verirken, ayrıca Meclis’in feshedilmesi kararını ‘yok’ saydı. Başbakan İmran Han’ın görevden alınması halinde meclisin yeni başbakanı seçeceğine işaret eden Anayasa Mahkemesi Başkanı Ömer Ata Bandial; yaptığı açıklamada Meclis Başkan Yardımcısı Kasım Suri’nin Başbakan Han’a karşı güvensizlik oylamasını reddetmesinin hatalı olduğunu belirtti.
10 Nisan’da Meclis’te gerçekleştirilen güvensizlik oylaması neticesinde İmran Han, 174 aleyhte oyla düşürüldü ve Başbakanlık görevinden azledildi. Parlamentoda bir gensoru önergesi ile görevden alınan ilk başbakan oldu.
21.10.2022’de, Pakistan Yüksek Seçim Komisyonu, İmran Khan’a yabancı ülkelerin liderlerinden ve temsilcilerinden aldığı resmi hediyeleri yasa dışı bir şekilde sattığı gerekçesiyle 5 yıl boyunca siyasi yasak getirdi. 9 Mayıs 2023’te İslamabad Yüksek Mahkemesi içinde yolsuzluk suçlamasıyla tutuklandı. 5 Ağustos 2023’te Ravalpindi’deki Adiala Hapishanesi’ne gönderildi. Eski Dışişleri Bakanı Şah Mahmud Kureyşi de benzer sebeple 19 Ağustos 2023’te cezaevine gönderilmişti.
Pakistan Anayasa Mahkemesi eski Başbakan Han’ın tutuklanmasının “yasa dışı” olduğuna ve bir an önce tahliye edilmesine hükmetti. Anayasa Mahkemesi Başkanı Ömer Ata Bandial, İmran Han’ın, İslamabad Yüksek Mahkemesi kompleksi içerisinde tutuklanmasını “ülkenin yargı kurumuna karşı yapılmış büyük bir saygısızlık” olarak nitelendirdi.
İmran Han, yurtdışındaki diplomatik ziyaretler sırasında alınan devlet mülkiyetindeki hediyeleri satmak için görevini kötüye kullanmaktan suçlu bulundu. 5 Ağustos 2023’te üç yıl hapis cezasına çarptırıldı. 29 Ağustos 2023’te Pakistan temyiz mahkemesi, Han’ın üç yıllık hapis cezasını askıya aldı ve kefaletle serbest bırakılmasına karar verdi. Ancak Han, devlet sırlarını sızdırmakla ve Resmi Sırlar Yasası’nı ihlal etmekle suçlandığı diplomatik bir şifre davasından dolayı hapisten çıkamadı. 30 Ocak 2024’te özel bir mahkeme, Han’ı Pakistan’ın Washington büyükelçisi tarafından İslamabad hükümetine gönderilen gizli bir telgrafın içeriğini kamuoyuna duyurmaktan suçlu buldu ve 10 yıl hapis cezasına çarptırdı.
Yargıtay örneğine dair kısa bilgiler bunlar…
Yargıtay 2022 yılında Pakistan’da olan bitenlerle ilgili yorumunda diyor ki; muhalefet partileri tarafından meşru Başbakan İmran Han değiştirilmek istenmiştir. Bunun üzerine; “siyaseti dizayn etme çabasının bir ürünü olarak Pakistan Anayasa Mahkemesi” Başbakan İmran Han tarafından alınan Meclis’in feshi ve erken seçim kararını yok sayan bir karar vererek “güvensizlik oylamasının yapılmasına” karar vermiştir. Siyasi krize neden olmuştur. Yani, Yargıtay’a göre Anayasa Mahkemesi kararı yüzünden İmran Han’ın başbakanlığı düşürülmüştür.
Yargıtay’a göre meşru Başkan İmran Han haklıdır. Meclisi fesih kararı doğrudur. Siyaseti dizayn etme çabası içinde olan Anayasa mahkemesi muhalefet yanlısı olduğundan verdiği karar yanlıştır, tehlikelidir.
Anayasa Mahkemelerinin bu kadar tehlikeli olduğu bilinmiyordu…
Örnekler başka kararlara gerekçe olursa nasıl bir “tehlike” doğabilir acaba?
5 Şubat 2024
[i] Arş. Gör. Dr. Davut ŞAHBAZ. Kuruluş Döneminin İlk Yıllarında Pakistan’ın Karşılaştığı Zorluklar ve Ülkedeki Öncül Anayasal Çalışmalar. Özgün Tarih Araştırmaları-1. İksad Yayınevi Şubat 2021 Ankara
[ii] Dr. Öğr. Üyesi Aylin Aydın Çakır (Yeditepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) Siyaset Bilimi Perspektifinden Yargı Bağımsızlığı: Bir Kuramsal Model Önerisi. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 75, No.3, 2020, s. 973 – 995
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN