Fikret İLKİZ
Günümüzde yeniden başlatılan tartışmaların konusu anayasa…
Daha doğrusu nasıl bir anayasa olacağını anlatılıyor ve nasıl yapılacağını Mecliste dinleyen milletvekilleri Cumhurbaşkanı konuşması alkışlarla karşılıyorlar…
Cumhurbaşkanı hem Mecliste hem AK Parti 4. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “Cumhuriyeti gerçek demokrasiyle kucaklaştıracak sivil, özgürlükçü ve kuşatıcı bir anayasa” olacağını açıkladı.
Cumhuriyet üzerine ve (1689) Montesquieu ile başlamalı…
Montesquieu’ya 1748’de Kanunların Ruhu Üzerine adlı eserini Cenevre’de yayımlar. İki yıl sonra 1750’de engizisyonun ve Sorbonne’nun saldırıların karşılık vermek zorunda kalır. 1751 yılında kilise Kanunların Ruhu Üzerine adlı kitabı “tehlikeli kitaplar” arasına koyar. Kanunların Ruhu’nun Savunması adında bir kitap daha yayımlar.
275 yıl önce tehlikeli kitaplar arasında sayılan Montesquieu’nun Kanunların Ruhu Üzerine adlı kitaptaki Cumhuriyet tarifine bakalım:
“Üç çeşit hükümet vardır; Cumhuriyet, Saltanat, İstibdat…”
“Üç çeşit tarif, daha doğrusu üç olay düşünebiliyorum” diyor Montesquieu…
Birincisi, “Cumhuriyetle idare, milletin tümünün birden ya da milletin bir parçasının idareyi elinde bulundurmasıdır;
Saltanatla idare, bir kişinin, ama sabit ve yerleşmiş kanunlarla idaresidir….
İstibdatla idare ise bir kişinin hiçbir kanun ve kurala bağlı olmadan kendi istek ve heveslerine göre idaresidir”
Böylece Montesquieu; Aristo’dan bu yana hükümetlerle ilgili geleneği yıkmaktadır. Neydi yıkılan gelenek; birincisi istibdat idaresi şeklini almak suretiyle bozulan saltanat idaresi, ikincisi oligarşik idare şeklini almak suretiyle bozulan asilzadeler idaresi… Üçüncüsü ise demogojik idare şeklini almak suretiyle bozulan demokrasi idaresi…
Montesquieu’ya göre eski çağlarda Cumhuriyet idaresi Roma veya Atina’dır…
İstibdat doğu ülkelerindeki imparatorluklardır, saltanat idareleri ise Roma İmparatorluğunun kalıntılarından meydana gelen devletlerin tümüdür…
Cumhuriyette, idare yetkisi tüm milletin elinde olursa buna “demokrasi” denir.
İdare yetkisi milletin bir kısmının elinde olursa, buna Aristokrasi adı verilir.
Montesquieu şöyle söylüyor: “Cumhuriyet hükümetinde bütün vatandaşlar eşittir; istibdat hükümetinde de bu böyledir, birincisinde insanlar eşittir, çünkü insan her şeydir; ikincisinde de insanlar yine eşittir, çünkü insan hiçbir şey değildir” [1]
Montesquieu’nun anlatımıyla; “İstibdat idarelerinde kanun diye bir şey yoktur; hâkim kendi kendinin kuralıdır. Saltanat idarelerinde ise bir kanun vardır; bu kanunun kesin olduğu yerde hâkim onu uygular; kesin olmadığı yerde kanunun ruhunu aramakla yetinir.
Cumhuriyet hükümetine gelince, burada hakimlerin kanun metinlerini olduğu gibi uygulamaları, devlet yapısının niteliği gereklerindendir. Malı mülkü, şerefi ya da canı söz konusu oldu mu, bir kanun, hiçbir vatandaşın aleyhinde yorumlanamaz.”
Geçmiş dönemlerde, yüzyıl önce…İkinci Dönem TBMM’de Devlet başkanlığı görevi, Mustafa Kemal Paşa tarafından yürütülüyordu. 25 Ekim 1923’te hükümetin istifasıyla bunalım ortaya çıktı. 28 Ekim 1923 akşamına kadar hükümetin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü’nde arkadaşlarına “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz.” dedi ve o gece, İsmet İnönü ile 1921 Anayasası’nın bazı maddelerini değiştiren kanun tasarısını hazırladı. Buna göre;
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Ulusal işlerin fiili idarenin yönetim şekli halka dayanmaktadır. Türkiye Devleti bir cumhuriyettir.
Türkiye Devleti’nin dini İslam, resmi dili Türkçedir.
Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, Genel Kurulun toplantısında bir yasama dönemi süresi için kendi üyeleri arasında Millet Meclisi tarafından seçilir. Cumhurbaşkanı görevini halefi seçilene kadar sürdürür. Geçmiş başkan yeniden seçilebilir.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Türk Devleti’nin başıdır. Bu sıfatıyla gerekli gördüğü zaman, Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulunun başkanlığını yapar.
Kurul Başkanı, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri arasından seçilir. Diğer bakanlar yine milletvekilleri arasında, Kurul Başkanı tarafından seçilir. Kurulun listesi Büyük Millet Meclisinin onayına, Cumhurbaşkanı tarafından sunulur.”
Meclis, 29 Ekim 1923 Pazartesi saat 18.00’de İsmet İnönü başkanlığında toplandı. Anayasa Komisyonu tarafından sunulan ve anayasa değişikliğini içeren teklif acilen görüşülmek üzere gündeme alındı.
29 Ekim 1339 (1923) tarih ve 364 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun ile 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun altı maddesinde (1, 2, 4, 10, 11 ve 12. maddeler) değişiklik yapıldı.
Anayasanın birinci maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: “Hâkimiyet, bilâkaydü şart Milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir.”
Böylece İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Ekim 1923 günü gerçekleşen oturumunda Türkiye Devleti’nin yönetim şekli cumhuriyet oldu.
Meclis hükûmeti sisteminden vazgeçilerek parlamenter sisteme geçildi. Cumhuriyet ilanının ardından gizli oylamada 158 milletvekilinin tamamının oyunu alan Gazi Mustafa Kemal, TBMM tarafından yeni Türk devletinin ilk cumhurbaşkanı seçildi
Cumhuriyetin ilanı; Türk toplumunu çağdaşlaştırmayı amaçlayan Türk devriminin bir parçasıdır, diğer yenileşme ve reformların da önünü açan bir siyasal inkılap hareketidir
Türkiye’de hukuk alanında laikleşme ve kanunların birleştirilmesi çabaları Tanzimat döneminde başlamıştır. 1922’de saltanatın kaldırılması ve 1923’te de Cumhuriyetin ilanı ile egemenlik kayıtsız şartsız millete geçti. 1924 yılında Hilafetin ilgası ile devletin teokratik yapısı kesin olarak son buldu.
1925 yılında Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen inkılaplar çerçevesinde, hukukta devrim kararı verilerek, dinsel hukuk tümüyle kaldırıldı. 1926 yılından itibaren başta Medeni Kanun olmak üzere laik esaslara dayanan bir dizi kanunlar kabul edildi. 1928 yılında Anayasadaki teokratik nitelikli hükümler de kaldırıldı. Laiklik ilkesi 1937 yılında kesin olarak Anayasaya girdi.
Kabul edilen kanunlar ve diğer inkılaplar sayesinde Türkiye Cumhuriyeti tam manası ile laik bir devlet hüviyetine kavuştu. Hukukun kaynağı artık ilahi irade değil, aklın ve bilimin önderliğinde beşerî irade idi. Hiçbir dinin kuralı hukuka kaynaklık etmiyor, bütün yasalar din ayrımı görmeksizin, tüm vatandaşlara uygulanıyordu.
Kısacası, artık Türkiye de çağdaş laik bir hukuk sistemi kurulmuştu.
Bütün bunlar Cumhuriyetin kazanımlarıdır.
Anayasa bu kazanımları “İnkılap Kanunlarının korunması” başlığı altında düzenlemiştir.
“Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz. (Madde 174)”
- 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
- 25 Teşrinisani 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun;
- 30 Teşrinisani 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;
- 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medeni nikah esası ile aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;
- 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun;
- 1 Teşrinisani 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki hakkında Kanun;
- 26 Teşrinisani 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına dair Kanun;
- 3 Kanunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.
1982 Anayasasında Cumhuriyet’in Nitelikleri sayılmıştır:
Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Geçmişle örülü 100. Yıl Cumhuriyet kazanımları korunmalıdır!
Cumhuriyet kazanımlarının reddi demek demokrasinin, insan haklarının ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin reddi demektir.
İleri demokrasi dediler, gördük…
Şimdi sıra “gerçek demokrasi” dönemiyse eğer…
Söylendiği gibi; 100. Yılında “Cumhuriyeti” gerçek demokrasiyle kucaklaştıracak bir anayasa istemek demek; cumhuriyetin tüm kazanımlarının reddi olmasın sakın!
9.10.2023
[1] Montesquieu. Kanunların Ruhu Üzerine. Seçkin Yayınları. 2014. Sayfa 110.
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN