Post image
Hamao ve Kuçuradi ile toplumsal şiddet üzerine

Themis heykeli | Fotoğraf: Tingey Injury Law Firm/Unsplash

 

Ayşen ŞAHİN
@temcikterelelli

Yola gidiyordum; marketten su alırken bir de kitap aldım. Evet marketten.

Bir Japon Polisiyesi; Shiro Hamao; Şeytanın Çırağı

42 lira verdim; 1.5 saatte bitirdim. Değdi mi?

Kahve alsam 50 liraydı ve on beş dakikada biterdi. Değdi.

Üstelik bana yazıya başlamak için şu paragrafı verdi:

“Kanunlara lanet oku! Hukuk sisteminin iki yüzlü ilkelerine lanet oku. Bu dünyada var olduğu sürece kanunları lanetle. Kanunlar adalet için vardır. Doğru olanın yanında olmakla övünür. Ama kim bilir kaç kanun, adaletsizlik için kullanılmıştır! Dahası adaletsizlik, kanunlardan kim bilir ne kadar güçlü, ne kadar diktatörce faydalanmıştır!”

Bu sözler; bir suçlunun babasından edindiği nasihatti. Suçsuzken kanunlar sayesinde adaletsizliğe uğramış bir babanın nasihati.

Kitabı bitirdikten sonra haber akışına bakınca; kanunların, adaletin, hukukun hepsinin birden sokak sokak lanetlendiğini gördüm. Haberler peş peşe akıyordu:

Taksicinin dövdüğü turist hayatını kaybetti.

Tribünde kavga çıktı, maç 20 dakika ertelendi.

Metrobüste yer kavgası: yolculardan uçan tekme.

Eğlence mekanında kavga: çalışanlar müşterileri darp etti.

Düğünde çıkan kavgaya polis müdahale etti.

Polisin bir kişiyi yere yatırıp açık alanda işkence etmesi olaya şahit olan biri tarafından kaydedildi.

Vesaire, vesaire…

İoanni Kuçuradi’nin Ahlak, Etik ve Etikler kitabına değineceğim bu yazıda sıklıkla;

“Neden yargının etiğe dayanmasını istiyoruz? Acaba hukuk, haksızlıklarla savaşmak için yetmiyor mu?” sorusunu koyalım önümüze ve aradığımız etiğe hiçbir alanda rastlanamadığının altını çizelim.

Herkes için adalet diyorduk, adalet bir zümreye hizmet etmeye başlarsa tüm toplumda yangına dönüşür diyorduk. Hukuk, adaleti gözetmezse kendi adaletini uygulamaya başlayan toplumda şiddet sarmalı olur diyorduk.

Oldu.

“Herkes her durumda kendini haklı sayıyor dünyamızda. Ve insanların birçoğu, çıkarlarını da hak sayıyorlar” diyor Kuçuradi.

Çıkan kavgaların birçoğu bundan çıkmıyor mı? Yol ve yolcu seçmeyi hak sayıyor taksici, mekân sahibi hesabı şişirmeyi hak sayıyor, metrobüsteki koltuğu kendi hakkı sayıyor yolcu, yetkisi var diye orantısız kaba kuvveti hak sayıyor kolluk.

Çünkü demokrasi bilinci 22 senedir sistematik saldırıyla yok edildi. Sürekli seçim gündemi yaşayan memlekette seçmen kimliği baskın, seçmen için artık kendisi ile aynı görüşe sahip olmayana her şey mübah, seçimden galip çıkana her şey hak. Onun çıkarı kazandı, çıkar kazandı, çıkarcılar kazandı.

Hukukta adalet, yargıda etik, suçta ceza, suçsuzlukta özgürlük kalmadığından bu haldeyiz elbet.

Depremde her şeyini kaybedip bir bardak su bulamayan insanların yıkılan evininin enkazını ihale ile satıp pimapenlerine bile çöken bir düzenden bahsediyoruz.

Cezaevinden çıkan mafya liderlerinin ilk iş parti merkezine gidip fotoğraf çektirdiği adam iktidarın ortağı.

Kadın cinayetlerinde rekor sayıya rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan iktidarın, canlı canlı yakılarak öldürülen bir kadının adını; idam talebine zemin yapma niyetini yaşıyoruz.

Nereden buldun parayı sorusu olmadan gayrimenkul satılıyor, herkese. Alanlara da vatandaşlık veriliyor, dünyada duyulmuş şey değil.

Kim bu insanlar, paraları ve sicilleri temiz mi? Bilmiyoruz.

Akla gelmez ülkelerin mafyaları metropolün farklı köşelerinde hesaplaşıyor, halkın gücü evden çıkıp bir çay içmeye yetmediğinden yorgun mermiler bizi bulmaz sanıyoruz. Buluyor.

Ekvatorla aramızda kuş uçuşu 12 bin kilometre var, biz nasıl Ekvator uyuşturucu kartellerinin rotasına girebildik?

Parseline özel çıkarılan kanunlar, ihale yasaları, sermaye koruyan düzenlemeler karşısında doğayı korumaya çalışan halka kolluk şiddeti, işçi direnişlerinde grev kırıcı rolünde devlet yetkilileri, sosyal cinayetlerde hiç kimsenin hesap vermemesi ve aynı sosyal cinayetin yeniden ve yeniden işlenmesi…

Bir soralım bakalım, kaç sair yurttaş hayatın olağan akışı içinde hakkını alabildi sosyal düzenden ya da yargıdan?

Hak tanımını kim yapıyor peki?

“Sosyal adaletsizlik durumunun ortaya çıkmasının temelinde yalnızca “var”ların eşitsizce paylaştırılması değil,”yok”ların da eşitçe paylaştırılmaması bulunuyor” diyor Kuçuradi. Kıtlık varsa bize, kuraklık bize, sefalet bize, adalet bile bir bize yok, bölüşüyoruz aramızda adaletsizliği.

“Acaba şiddeti ve öldürmeyi bunca doğallaştıran nedir? Ana nedenlerden biri, kitle iletişim araçlarının sorumsuzca kullanılması: insan öldürmeyi ve dövüşmeyi yaşamın doğal bir parçası olarak, sıradan bir davranış, bazen de kahramanlaştıran bir davranış biçimi olarak sunulmasıdır” diye yazıyor kitap.

“Haddini bildirdi” manşetlerinden kaç tane görüyoruz gün içinde?

Şiddet illa fiziksel de değil, tv programlarında bilhassa kadınlara giyim ve yaşam şekilleri üzerinden sözle dağıtılan yargı da şiddete dahil.

Şiddet haberi üzerine atılan bir tweette geçen “had bildirme” kalıbı da.

Ayrımcılığın palazlandırıldığı ortamda bir yabancıya bağırana tutulan alkış da hak yiyenin yediği dayağa övgü de dahil.

Kadına kalkan elin üzerine çullanan esnaf içimizin yağlarını eritiyor değil mi? Çünkü adalet artık mahkeme koridorlarında değil, şiddeti güzelliyor içimizin yağları, farkında mı?

Adaletsizliğin, hukuksuzluğun kavgası sokağa indi ve adalet gözetmiyor artık. Yasalarla değil, çatışmaya girence çizilen (icat olunan) bir hakkı ve çıkarı gözetiyor.

Sokak hayvanı besleme kavgası yüzünden bir aile silahla katledildi bu ülkede, ev sahibi kiracısını vurdu, kiracı ev sahibini. Hesap yüzünden birbirini vurdu müşteri ile mekan görevlileri.

Toplumsal düzene dair kavgalardı, hukukla çözülmeliydi. Devlet, halkı çözüm konusunda kendi yöntemlerine terk etti.

Şimdi korkunç bir gerçeği paylaşalım burada: Umut Vakfı’nın açıkladığı istatistiklere göre Türkiye’de 4 milyon ruhsatlı ve bunun 9 katı ruhsatsız silah var.

40 milyon silahtan bahsediyoruz!

Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi, Psikiyatri Uzmanı Dr. Ayhan Akcan diyor ki; “silah alanların yüzde 70’i niyetini caydırıcı olsun diye tarif ediyor. Oysa sizde silah varsa sizin de öldürülme olasılığınız 5 kat daha fazla.” Akcan’ın açıklamasına göre; “Silah kullananların yüzde 50’sinde aslında kişilik problemi var. Üçte birinde öfke problemi var. Yüzde 8’inde neredeyse bağımlılık düzeyinde tutku düzeyi var. Yani, çok sık silah değişikliği yapabiliyor. Neredeyse hayatın merkezine silahı koyuyor. Psikolojik olarak da birçok problemleri var. “

Ruhsat verilirken bunları ölçümleyen bir test yapılmıyor.

“Şiddetle savaşmak ancak dolaylı olarak, şiddet kullanmaya ihtiyaç duymayacak insanlar yetiştirmekle olur. Şiddetin hastalık belirtisi olduğunu söylemek, önemli ölçüde doğru olsa da, kolay bir cevaptır. Şiddet eylemde sınır tanımamanın en çarpıcı görünümüdür. Korkunun, bencilliğin, gururun en direkt tepkisidir. Etik cehaletin belirtisi olarak da düşünülebilir. Şiddet ancak insanlarda görülür. “Şiddet hayvansal yanımızla ilgilidir. Ama hayvanların yaptıkları şiddet değildir. Onlar belirli uyarıcılara cevap veriyorlar. Şiddet dediğimiz şey insanlara özgüdür” diyor Kuçuradi.

Hangi eğitim sistemi yetiştirecek, hangi sosyal kampanya yaratacak bu şiddete ihtiyaç duymayan insanı bu düzende, hangi hukukla dayatılacak? Çocuklarına şiddete ihtiyaç duymamayı öğretenlerin çocukları öldürülüyorlar ve katilleri kollarını sallayarak geziyor aramızda?

Döngüye çekiliyoruz istemeden. Evlerde çocuklara neyi nasihat edeceksiniz? “Kavgaya karışma, başına iş gelir, canından olursun ama haksızlığa da sessiz kalma, onurundan olursun. Kimseye kötü davranma, zalimlik utançtır ama ezik de olma, iyice tepene binerler. Sen yine de çok sert karşı çıkma, kim bilir ne ederler… Sağ kalmaya çalış evladım, sağ ve selamet”

Ve son alıntı Kuçuradi’den:

“Normları değil, insanları koruyabilmek için, normlardan çok durumu doğru değerlendirmek ve değer bilgisine sahip olmak gerek.”

İşte burası aslında çıkışı işaret ediyor.

Bize yepyeni bir şey lazım yoksa vurulup gitmek, harcanıp gitmek, suçsuz tutukluluk, sabahları yüz yıkamak kadar rutine dönüyor memlekette.

Bile bile, göre göre içinde debelendiğimiz hal bu yüzden saç baş yolduruyor.

En önemli kriz adaletsizlik.

İktidarı boş tencere götürmedi, adaletsizlik iktidarı koltuğa bağlıyor.

Memleketin sonu da ekonomik krizden değil adaletsizlikten geliyor. Doğaya, insana, yaşam hakkına olan adaletsizlikten.

Adaletsizlik normlarla yenilecek durumda değil. Neye değer verileceğinin altını iyi çizmek gerekiyor.

Hala ana muhalefetin başkanı kim olsun, o mu olsun, bu mu olsun tartışması ile dönen ekranlar saç baş yolduruyor. Ne olacaksa olsun gözüm, kim olacaksa olsun asıl bu adaletsizlik ne olacak?

Biz ne olacağız? Ana muhalefet tasvirimizin onlarca yıldır aynı olması da bir norm değil mi?

Bizim yeni bir “ana muhalefet” yaratmamız gerekiyor, muhalefetin başı yani, hem toplumsal hem siyasi.

Adalet çatısında birleşmiş, bagajlarını bırakmış, odağını belirlemiş, şiddet karşısında yaratıcı bir eylemliğe ulaşmış, şiddetsizliği yeniden bir öğreti olarak oraya koyabilecek bir muhalefet.

Bildik slogan temposundan, bir araya gelip megafonla okunan kağıtlardan, on basın mensubunun izlediği masa etrafına toplanmış kurum temsilcilerinin açıklamalarından, sen de imza ver diye dolaşan ve asla 10 milyonu bulmayan, bulsa da hiçbir işe yaramayan imza kampanyalarından bahsetmiyorum.

Bir etiketi “trending topic”e sokmaktan ibaret bir şey değil.

Keşke tespitlerle saatler harcanan, en iyi sözü söyleme çabasıyla boy gösterisine dönen, bıkkınlıkla bir dahaki gündem anca belirlenip kapatılan seminerler, toplantılar, paneller yerine, gençlerin katılımıyla “Adaletin İnşası” çalıştayı yapılsa. Sert bir moderatör -meclis başkanından hallice- çalıştay kurallarınca, kapatsa mikrofonu geçmişin bagajını açanlara, sözü boşa uzatanlara, herkesin bildiğini yeniden anlatmaya kalkanlara.

Sadece ve sadece yaratıcı çözümler üzerine konuşulabilse.

Adaletsizlik; çıkar kavgası olarak sokağa indi, yumrukları ölümcül, çoğunda beli silahlı.

Birincil önceliğimiz kongreleriniz, genel başkanlarınız, kariyer planlarınız, geçmiş ayrışmalarınız değil. Bu ülkede iyi kalan herkesi ya bir mermi bulacak ya hukuksuz dört duvar.

Adalet için yeni bir oluşum, bir araya gelme gerek. Yeni bir seçim için değil, yerel seçim için değil; hayatta kalmak için.

Bu yazı bitip yayımlanana, siz okuyana kadar biri vurulacak.

Bunu bilerek yazmak zor.

Umarım bunu bilerek siyaset yapmak daha kolay olur ülkenin muhalefetine, kurulmuş ve dağılmış tüm masalarına, mücadele yorgunu sosyalistlerine.

(Evrensel, 20.08.2023)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN