Fikret İLKİZ
Öyle dediler…
Tam ortasından ikiye ayrılmış bir toplumda yaşamak zordur. Bir yanda ötekiler, bir yanda sizi öteki gören ve ötekileştiren, öte yandakiler.
Aynı topraklar üzerinde aynı coğrafyayı paylaşanlar için ikiye ayrılmanın başka bir tarifi daha var; vatanseverler ve vatan hainleri!
Artık toplumumuzun bir kısım yurttaşları vatan haini, bir kısmı da vatansever olmak üzere iki parçalı hale dönüştürüldü. Seçimlerden önce demokrasi tarafını tutanlar vatana hıyanet suçu işlemiş olmakla suçlandılar, vatan haini ilan edildiler. Hakaretler edildi.
Seçimler bitti. Şimdilik bu ayırım rafa kaldırılmış gözüküyor. Ama çok sık kullanılacak bir yapıştırma olarak “hainlik” ve daha ağırı “vatan hainliği” kullanışlı nefret söylemi olarak karşımıza sürekli çıkacak! Çok kullanacaklar!
En elverişli suç atma, en etkili propaganda aracı olan “vatan hainliği” dün, bugün ve yarın kullanılacak geçerli aşağılama aracı olarak siyasetçiler bulmuşlar.
Kırk yıl önceydi, “Aydınlar Dilekçesi” davası başlamadan önce devrin Cumhurbaşkanı Kenan Evren Aziz Nesin’i ve arkadaşlarını vatan hainliği ile suçlamıştı.
Ünlü Manisa konuşmasını yaptığı 28 Mayıs 1984 tarihinde Cumhurbaşkanı Kenan Evren kefil olduğu 1982 Anayasasının orasından burasından delik açtırmam demişti. “Kendilerini aydın zanneden bazı kişiler olduğuna” işaret eden Evren; “Biz çok aydınlar görmüşüzdür, vatan hainliği yapmışlardır. Bazı şairlerimiz vardı, yurt dışına kaçtılar. Ve başka memlekete sığınıp orada öldüler. O aydın değil miydi? Ne yapayım böyle aydını? Aydın damgası kimsenin inhisarında değildir. Bu millete hükmetmek için aydın olmak gerekmez. Son padişah Vahdettin de aydındı. Cahil miydi? Ama memleketi düşmana teslim etti. Ne yapayım öyle aydını”[i] diyerek aydınları vatan haini ilan etmişti.
Aydınlar Cumhurbaşkanına savunmalarında yanıt verdi, herkes duydu.
Aziz Nesin davaya duruşmada savunmasında Cumhurbaşkanına kızgınlığını ifade etti…
“Bir insanı, vatan haini olarak görmekten daha aşağılayıcı ne olabilir? Devlet Başkanının bizleri vatan hainliğiyle suçladığından beri ne yapmam gerektiğini düşünüp duruyorum. Susmam, kabul etmek anlamına mı gelecek? Yoksa korkak ve umarsız olduğum mu sanılacak? İnsan onuru için yaşıyorsa, kime karşı olursa olsun, onurumu korumak zorundayım.
Devlet Başkanı kimi konularda sorumunun bulunmaması, sorumsuz olduğu anlamına gelmez.
Ne yapılması gerektiğini hukukçulara sorup araştırdığım zaman çok şaşılası bir durum ortaya çıktı. Hiç kimse ne yapılması gerektiğini açıklıkla bilmiyordu. Hepimiz Devlet Başkanının sorumlu tutulmayacağını sanıyorduk. Çünkü Cumhuriyet tarihimizin yedi devlet başkanından hiçbiri kamu önünde yurttaşlarını böylesine aşağılamamıştı, yani olayın bir başka örneği yoktur.
Cumhurbaşkanı da bir yurttaştır ve onun da cezai ehliyeti vardır ve onun da sorumları bulunmaktadır. Anayasanın 105. maddesine göre Devlet Başkanının sorumlu olmayışı, salt imzası bulunan kararnameler dolayısıyladır. Bunun dışında Cumhurbaşkanının da tıpkı benim gibi yasalar önünde sorumlu olması gerekir.
Demokrasilerde Cumhurbaşkanlarına sorum düşmemesinin nedeni, yetkilerinin kendilerinden alınıp parlamentoya ve hükümetlere verilmiş olmasındandır. Oysa 1982 Anayasası’na göre bizde Devlet Başkanı geniş yetkilerle donanmış olduğundan, sorumları da o oranda artmış olmalıdır.
Kısacası, beni Türk Ulusunun tanıklığı önünde vatan haini ilan ederek aşağılayan Devlet Başkanı Kenan Evren’i mahkemeye vereceğimi burada bildiriyorum. Borçlar Kanunu’nun 41. ve 49. maddeleri ile Medeni Kanun’un 24. maddesine göre manevi tazminat davası açacağım. Dokunulmazlığı yüzünden şimdiden ceza davası açamıyorsam da dokunulmazlığı kalkınca Türk Ceza Kanunu’nun 480-482 maddelerine göre ceza davası açacağım. Devlet Başkanı Evren’in dokunulmazlığının düşmesine dek yaşamım el vermezse, onu en yüce ve en yansız adalet yeri olan zamanın, yani tarihin yargılamasına bırakıyorum.”[ii]
Ankara Sıkıyönetim Askeri Savcılığı 20 Haziran 1984 tarihli iddianamesiyle 59 kişi hakkında “Sıkıyönetim yasaklarına aykırı olarak bildiri dağıtmak” suçlamasıyla dava açmıştı. Suçlanan “Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlıklı dilekçe metni daha sonra Aydınlar Bildirisi (15 Mayıs 1984) olarak anılacaktır ve yargılananlar 7 Şubat 1986’da beraat ettiler.
Aydınlar yargılandığı davada aklandı. Aziz Nesin davadan sonra; Manisa konuşması nedeniyle Ankara 9. Asliye Hukuk Mahkemesinde Cumhurbaşkanı aleyhine manevi tazminat davası açtı. Mahkeme Cumhurbaşkanının görevi sırasındaki işlemlerinden ötürü sorumsuz olduğunu ve yargı bağışıklığı bulunduğundan Cumhurbaşkanı hakkında dava açılamayacağına karar vererek davayı reddetti. Dava temyiz edildi. Bu kez benzer gerekçelerle Yargıtay 4. Hukuk Dairesi[iii] “Anayasa ve kanunlarda yapılması istenilen değişikliklere yer verilen “Türkiye’de demokratik düzene ilişkin gözlemler ve istekler” başlıklı kendisine sunulan dilekçeyi konu edinen “Cumhurbaşkanının; yurt gezisi sırasında yaptığı açık hava toplantılarında ‘Aydınlar Dilekçesi’ ile ilgili olarak görüş açıklamasının görevi ile ilgili olduğu kuşkusuzdur.” görüşüyle Cumhurbaşkanının esas itibariyle görevi ve eylemleri itibariyle sorumsuz olduğuna karar verdi. Böylece karar onanmış oldu. Konu AİHM’sine taşındı. O tarihlerde kurulu olan Avrupa İnsan Hakları Komisyon’u Aziz Nesin’in Türkiye aleyhine başvurusunu kabul edilemez bulmuştu.
O yıllardaki Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanları sadece vatan hainliği suçlamasıyla yargılanabilirlerdi. Artık hiç yargılanamıyorlar…O yıllarda da Anayasa Madde 105 vardı, şimdi de var! Sorumsuzluk başka bir şey, dokunulmazlık başka, yargılanmak başka!
Vatana hıyanet suçunun veya vatana ihanet tarifi yok! Ama vatana sadakat borcunun ihlali olarak tarif edilmektedir. Bazı suçları sayarak bu suçların vatana ihanet olduğunu düşünenler vardır.
Vatana ihanet suç olarak tarif edilmediği için evrensel ilkeler bakımından “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesine göre böyle bir suçtan ceza davası açılamaz, kimse yargılanamaz.
Daha önce de 1924 ve 1961 anayasalarında “adı” vardı, kendisinin tarifi yoktu. 1982 Anayasasında vatana ihanet suçunun olması önce benimsenmişti, sonra kaldırıldı. Anayasalarda vatana ihanet suçuna ilişkin herhangi bir tanım ise yoktu.
Ama ülkemizde 26 Nisan 1920 tarihli Hıyaneti Vataniye Kanunu vardı ve bu Kanunun 1. Maddesine göre; “Makamı Muallayı Hilafet ve Saltanatı ve Memaliki Mahruseyi Şahaneyi yedi ecanipten tahlis ve taarruzatı defi maksadına matuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, haini vatan addolunur” şeklinde “vatan hainliği” tanımlanmış ve cezası idam olarak düzenlenmişti.
12 Nisan 1991 tarihine kadar yürürlükte kalan bu Kanun 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 23. Maddesinin (a) bendi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Vatana ihanet suçu nedir ve ne değildir sorusu hakkında görüşler çok tartışılmıştır.
Birçok kanunda vatana ihanet suçu tarifi yoktur. İtalyan Anayasasında devlet reisinin vatana ihanet suçlamasından cezalandırılabileceği söylenmişse de ceza kanunlarda tarifi yapılmamıştır.
Eskiden vatana ihanet suçu 1982 Anayasasının “Sorumluluk ve sorumsuzluk hali” başlıklı Madde 105/3. fıkrasında yer alıyordu ama ceza kanunlarında yoktu. Anayasa’ya göre, cumhurbaşkanı vatana ihanet sebebiyle Meclis’in kararıyla Yüce Divan’a sevk edilebilirdi.
Şimdi ise başlığı “Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu” olarak değişti ve içeriği yeni düzene uygun değiştirildi. Cumhurbaşkanı hükümeti var ve önceki hükümet yok, Başbakan yok, parlamenter sistem yok! Anayasanın 105 inci maddesi 9.7.2018 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanı hakkında “bir suç işlediği iddiasıyla soruşturma açmak” Meclisin kararıyla mümkün hale getirildi.
Tam ortadan ikiye ayrılmış toplumda “vatan hainliği” suçu yok ama vatan haini olduğu ileri sürülen yurtseverler var, halkımızın bir bölümü vatan hainliği ile suçlandı. İçlerinde ne kadar çok yazar, romancı, şair, müzisyen, tiyatrocu, sanatçı, aydın varmış, hep olmuşlar…Şimdi kendilerinin vatansever olduklarını zannedenlerin tam karşısında duruyorlar….
“Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim” demişti bizlerin şairi Nazım Hikmet…
15 Ağustos 1951’de vatan haini olduğu gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarılmasına isyanını anlatan şiirini şöyle bitiyordu:
“Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
3 Haziran 1963 günü yitirdiğimiz şair Nazım Hikmet anısına, saygıyla…
Vatan haini misiniz?
Yoksa vatan hainliğine hala devam ediyor musunuz?
05.06.2023
[i] Aydınlar Dilekçesi/Davası. Adam Yayınları. Ekim 1986. Sayfa 501-504 arası
[ii] Aydınlar Dilekçesi/Davası. Adam Yayınları. Ekim 1986. Sayfa 148-149
[iii] Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Esas No. 1987/2865, Karar No: 1987/3701, 27.04.1987 Tarih
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN