Post image
Bu acı çan sesleri uykunuzu kaçıracakBir daha asla!

KAYNAK: KARAR GAZETESİ
9 Ağustos 1945’te Nagasaki’ye atılan atom bombasına tanık olan Takaşi Nagai’nin ‘Nagasaki’nin Çanları’ eseri İthaki Yayınları tarafından ilk kez Türkçeye aktarıldı. Nagai, hem korkunç bir yıkımın biyografisi hem de travmatik bir yaşamın otobiyografisi sayılabilecek kitabında, şehrin bombalandığı ânı ve sonrasında yaşananları birinci ağızdan anlatıyor.
Dehşet verici bir şahitlik olduğu kadar, mükemmel bir edebî eser olan kitabı hangi nedenle okumak isterseniz isteyin, okuduklarınız kâbusunuz olacaktır.

 

Taner AY

Çimoto-san, Nagasaki’nin Urakami bölgesinden aşağı yukarı üç kilometre kuzeydeki Kawabira Dağı’nda çim biçiyordu. Saat 11.01’de tuhaf bir uğultu duyar. Elinde orak, başını kaldırır. Sekiz bin metre kadar yüksekteki bulutun içinden gümüş renginde bir uçağın çıktığını ve Urakami’nin üzerine siyah bir şey bıraktığını görür.

Gümüş renkli uçak 44-27297 seri numaralı ve 393’üncü filoya ait ‘Bockscar’ isimli B 29-35-MO Superfortress model ağır bombardıman uçağıdır. Tinian Adası’ndan sabah saat 03.47’de havalanmıştı. Şehrin Urakami bölgesinin üzerinde bıraktığı siyah şeyse Plütonyum-239 tipi ve ‘Fat Man’ ismi verilmiş olan atom bombasıdır. Üç gün önce Hiroşima’ya bırakılandan ‘Little Boy’ isimli atom bombasından bir buçuk kat daha yıkıcıdır.

Çimoto-san’ın siyah şeyi görmesinden kırk yedi saniye sonra önce muazzam bir ışık parlaması olur, ardındansa dışı beyaz içi ateş topu bir bulut hızla ve sessiz biçimde yayılıp aşağıda akla gelebilecek ne varsa hepsini silindir gibi ezip toza dönüştürür. O bulutun şok dalgası da onca mesafeye rağmen Çimoto-san’ı havaya savurup, beş metre kadar ilerideki bir taş duvara fırlatmıştır. Çimoto-san, ne ateş topuna ne de etrafındaki Kawabira’daki ağaçların ve otların birden yok olmalarına anlam veremez. Nagasaki limanından yedi sekiz kilometre kadar uzaktaki Oyama bölgesinde, Kato-san, dışı beyaz içi ateş topu bulutun mantara benzer şekle büründüğünü fark ettiğinde, üzerindeki giysilerin havaya uçuştuğunu ve birkaç saniye içinde çok zayıfladığını hisseder. Yanındaki ineğinin ise gözleri dehşetten büyümüş, öylece kalakalmıştır. Ama Takasi-san ve ineği onlar kadar şanslı olamayacaklar, Urakami’den iki kilometre kadar uzaktaki Odorise yolunda, ışık parladığında, kendisi de ineği de tutuşup yanacaklardır.

Takaşi Nagai, bir radyologdu. 9 Ağustos 1945 sabahında Nagasaki’ye Plütonyum-239 atıldığında, ayakta tedavi kliniğinin ikinci katındaki odasında, öğrencilere röntgen filmlerini sınıflandırıyordu. Önünde çakan kör edici bir ışıkla savrulur, yıkıntıların altında kalır. Kafasının sağ tarafından akan sıcak kan boynuna süzülürken, canlı canlı gömülmenin hayâl kırıklığı yaratan ve insana kendisini zayıf hissettiren bir ölüm şekli olmasından dolayı dehşete kapılır. Yıkıntıların altından çıkabildiğinde, her gün penceresinin altında gördüğü Sakamoto, İwakava ve Hamaguçi semtlerinin yok olduklarını fark eder. 4982 derece sıcaklıktaki ateş, insanları, hayvanları, ağaçları, çiçekleri, otları ve yapıları kavurarak Nagasaki’yi çırılçıplak bırakıvermiştir. Takaşi Nagai, evlerinin de yıkılıp karısının öldüğünü ancak birkaç gün sonra öğrenebilecektir.

 

 

Plütonyum-239’un patlamasının ardından, tıpkı Hiroşima’da olduğu gibi, iri çekirdekli bir kara yağmur başlar. Damlalar düştükleri yerde, ham petrol lekesine benzer izler bırakıyordu. Havadaki oksijen patlamayla tüketildiğinden ve karbondioksit salınımı aşırı derecede olduğundan, sağ kalanlar nefes almakta zorlanıyorlardı. Aslında, sağ kalanlar ifâdesi de pek doğru değildir, her şeyi küle çeviren 4982 derecedeki ısıdan ve saniyede iki bin metre hızla hareket eden rüzgâr basıncıyla eşdeğerdeki enerjiden çeşitli nedenlerle kurtulan kim varsa, hepsi üç saat içinde radyasyon hastalığına yakalanmışlardır. Onların çoğu bir hafta sonra ölür. Bir kısmında da iki hafta içinde şiddetli kanamalar nedeniyle hayatlarını kaybeder. Dört hafta içindeyse akyuvarlardaki azalma nedeniyle kitlesel ölümler başlar. En fazla da çocuklar ölür. Takaşi Nagai, bir radyalog olarak radyasyona maruz kalanın yaşı ne kadar küçük olursa ölüm ihtimalinin o kadar yüksek olduğunu raporlar.

Nagasaki’de kim sağ kaldıysa, hemen hepsi, kemik iliği denatürasyonundan, lenf bezlerindeki değişimlerle orta çıkan nekrozdan ve üreme sistemi hastalıklarından muztaribtir. Takaşi Nagai de hastalandığını ve ömrünün fazla olamayacağını biliyordu. Bu nedenle radyolojiyi bırakıp yazmaya başlar. 1 Mayıs 1951 günüyse, saat 21.50 sularında, henüz 43 yaşındayken, lösemiden ölür. Otopside, sağlıklı bir insanda 94 gram kadar olması gereken dalağının şişerek 3.410 gram ağırlığa ulaştığı, karaciğerinin ise 1.400 gram olması gerekirken 5.035 grama çıktığı belirlenir.

 

 

Takaşi Nagai’nin ‘Nagasaki’nin Çanları’ isimli eseri ağustos ayı içinde İthaki Yayınları’nın ‘Japon Klasikleri’ dizisinin on dördüncü kitabı olarak çıktı. Dehşet verici bir tanıklığın tutanakları olduğu kadar, mükemmel bir edebî eser olduğu da yadsınamaz. Hangi nedenle okumak isterseniz isteyin, ‘Nagasaki’nin Çanları’ kâbusunuz olacaktır. Kitabı ben bir sabah hastahâne odasında okumaya başladım, o gece evimde bitirdim. İki gece boyunca uykularım acıdan kesildi, aldığım ilâç nedeniyle acıya alışıktım, ama ‘Nagasaki’nin Çanları’nı bitirdiğim gece hissettiğim acının bedensel bir acı olmadığını, bir ruh acısı olduğunu fark ettim. Esmanur Yiğit’in ve Esranur Yiğit’in Japoncadan dilimize çevirdikleri ‘Nagasaki’nin Çanları’nı okuyup bitirdiğinizde, sizlerin de aynı acıyı hissedeceğinizden eminim.

ARALARINDA VİCDAN AZABI ÇEKEN OLDU MU?

Plütonyum-239 patladığında 39 bin kadar kişiyi hemen öldürmüştü. Hiroşima’ya atılanın bir buçuk katı kadar yıkıcı olmasına karşın, ölü sayısının düşüklüğü, şehrin dağlık bir alanda kurulmasına ve semtlerin vadilerde bulunmasına bağlanmıştır. Ama, o yılın sonuna kadar radyasyon hastalıklarından ölü sayısı 75 bine, birkaç yıl içinde de yaklaşık olarak 500 bine yükselecektir. Nagasaki’ye bombayı bırakan B 29-35-MO Superfortress 26 Eylül 1961 gününden beri National Museum of the U.S. Air Force’da sergileniyor. Uçağın mürettebatıysa 9 Ağustos 1945 gününden sonra birer ‘ulusal kahraman’ olarak yaşadılar. Acaba aralarından vicdan azâbı çeken hiç oldu mu? Bilmiyorum. Japonya’nın yenildiği muhakkak iken, Hiroşima’ya ve Nagasaki’ye niçin atom bombasının atıldığıysa çok kişinin kafasını karıştırmıştır. Merâk edenlere, 1975 yılında Altın Kitaplar’dan çıkan Charles L. Mee, Jr’un ‘Yağma’ isimli araştırmasını okumalarını öneririm. Fakat benim midemi asıl bulandıran şey, Amerika’da yüz elli bilim insanı ile yapılan bir anketin sonuçları olmuştur. Çünkü, bilim insanlarının yüzde on beşi bombanın atılmasını savunurken, atom bombası kullanılmasına karşı çıkanların oranıysa sadece yüzde ikide kalmıştı…

(Karar, 04.09.2022)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN