Çiğdem SİRKECİ
Ahmet Ümit‘in heyecanla beklediğimiz polisiyesi “Kayıp Tanrılar Ülkesi”ne Haziran ayında kavuştuk. Okurları olarak sosyal medyada yazarın yaptığı paylaşımlardan romana dair birtakım ipuçlarına sahiptik aslında. Ümit’in sayısız Berlin-Bergama seyahatlerine şahitlik etmiş; yazarın bu seyahatlerden nasıl bir hikâye çıkaracağım merak etmiştik.
“Kayıp Tanrılar Ülkesi”, Berlin’de acımasızca katledilen Cemal Ölmez‘in cesedinin Alman polisince bulunması ile başlıyor. Bergama’dan Berlin’e göç eden Ölmez ailesinin gençlerinden olan Cemal, yazılım mühendisi olmakla beraber resme ve -aile geleneği olarak- mitolojiye de meraklıdır. Eşcinsel olduğu için ailesi kendisi ile görüşmüyor olsa da arkadaşları arasında ve çevresinde neşeli, yardımsever ve başarılı bir genç olarak taranmaktadır. Cemal, kendi evinde, kendisinin çizdiği Zeus resmi altında katledilmiştir. Evini bir atölye gibi kullanan maktul, duvarlara Zeus Altar’ındaki sayısız titan, dev ve tanrıyı ve bunların arasındaki savaşları resmetmiştir.
İlginçtir, son dönemde Türkçe polisiyede bir kadın kahraman furyası yaşanıyor. Sadece kadın yazarların değil; erkek yazarların kadın karakterleri ile de tanışıyoruz birer birer. Edebiyatmızdaki farklı isimlerin farklı kurguladığı, hassasiyetleri farklı bu kahramanlar şüphesiz polisiyemize ve biz okurlara yepyeni bakış açıları kazandırıyor.
‘Kayıp Tanrılar Ülkesi”nde de Yıldız Karasu karşımıza çıkıyor. Politik nedenlerle Almanya’ya göçeden bir Türk ailenin Berlin’de doğmuş, Alman eğitim sistemi ile yetişmiş; Türk kökenini ve kimliğini unutmamış olsa da kendini Alman vatandaşı olarak tanımlayan bir çocuk annesi bir kadın Yıldız. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen evi terk etme pahasına polisliği seçmiş; oldukça da başarılı bir kariyerle başkomiserlik mevkiine yükselmiş. Ailesi ile arasındaki buzlar da zamanla erimiş; özellikle annesini kaybettikten sonra babası ile oldukça yakınlaşmış.
Yıldız’a bu görevinde eşlik eden Tobias Becker, gençliğine ve çevik olmadığını düşündüren iri vücuduna rağmen takip ettiği dosyalardaki başarısı ile göz doldurmaktadır. İkili kısa sürede, birbirlerinin özel hayatına saygılı ve mesafeli olmalarına rağmen bir abla-kardeş ilişkisi geliştirmeyi başarırlar.
Cemal Ölmez cinayeti, kahramanlarımızı, aile içi hesaplaşma, aşk kıskançlığı gibi olası cinayet nedenleri ile oyalasa da, bu cinayeti takip eden cinayetler neticesinde – Cemalin dedesi ve sevgilisi -, davanın ailenin Bergama kazılarında üstlendikleri görevlerle ve mitolojiyle alakalı olduğu kuşku götürmez bir şekilde ortaya çıkacaktır. Ancak ailenin Neonazi isimlerle olan husumeti; cinayet mahallerinde bu gruba ait simge ve silahların olması polisin gerçek suçluya ulaşmasını geciktirecek ve maalesef başka cinayetlerin işlenmesine de neden olacaktır.
Ahmet Ümit, Almanya’daki üçüncü, dördüncü kuşak Türklerin hayatına ışık tutuyor bizler için; görüyoruz ki ekonomik sıkıntılar, adapte olma sorunları kısmen aşılmış olsa da Türklerin entegrasyonu henüz sağlanamamış. Bazı öngörülü aileler çocuklarının eğitimine öncelik vererek Alman toplumuna uyumu kolaylaştırmaya çalışmış; bazısı gettolaşarak kendi içine kapanmış.
Almanya’da doğup büyümüş Türklerin, orada yaşayan Türk yazar ve eleştirmelerin roman üzerine düşüncelerini de çok merak ediyorum açıkçası. Ümit’in biri mitolojik biri polisiye birbirine paralel ilerleyen hikâyeleri tabii ki bir noktada kesişiyor ve yolumuz Bergama’ya da düşüyor. Bu sayede Başkomiser Nevzat’a da bir selam vermiş oluyoruz. Yazarın sonraki romanlarında Yıldız ile Nevzat’ın ortak maceralarını okumayı umabiliriz sanki.
KAYIP TANRILAR ÜLKESİ
AHMET ÜMİT
YAPI KREDİ YAYINLARI, 504 s.
(Dünya Kitap, 09.07.2021)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN