Post image
Okyanusta bir damla: Oya Baydar

Fotoğraf: Murat Şaka

 

Bahar ÇUHADAR

Oya Baydar yaşlanma deneyimini, korona günlerine denk gelen son bir sene içinde yazıya döktü. Ortaya ‘80 Yaş/Zor Zamanlar Günlükleri’ çıktı. Yazarın hem siyaset ve edebiyatla dolu dolu geçen kendi yaşam yolculuğuna bakışını hem korona sürecine dair his ve deneyimlerini hem de geleceğe dair öngörülerini içeriyor ‘Günlükler’. Oya Baydar’ın yaşlılık evresine ve içinden geçtiğimiz günlere dair açık sözlü, geniş ufuklu ve esprili diliyle aktardığı düşüncelerini, sanal ortamda kendisiyle bir araya gelerek konuştuk. Yaşlanma deneyimini kaleme alırken bir yandan da yaşamının muhasebesini çıkaran Baydar, “Her yazdığımız okyanusa bıraktığımız minicik damladır, ben de kendi minik damlamı akıttım diye düşünüyorum” diyor.

‘80 yaş günlükleri yazmak, niyetlendiğiniz bir şeymiş ama koronayla birleşince ortaya korona günlüğünüz de çıkmış…

80 yaşını bitirdim; yaşlanma deneyimini, geriye dönüşlerle, muhasebesini de yaparak yazmak istiyordum. Bir yaştan sonra da insan daha kolay soyunuyor. Kafamda vardı, üstüne korona geldi.

Niyet ettiğiniz gibi de olmuş: Deneyimleriniz üzerinden yakın tarihe bakarken geleceğe dair öngörülerinizi de okuyoruz. Marmara Adası’nda koronanın nasıl geçtiğini de öğreniyoruz… Valla nasıl geçirdik… Ben hekimlik yaptım, Aydın’ı (Engin, eşi) iyileştirdim (gülüyor). İlk zamanlarıydı üstelik, zor bir dönemdi ama geçti…

ZAMANIN KISALDIĞINI HİSSETME DUYGUSU İNSANI ACELE ETMEYE SÜRÜKLÜYOR

Aslında roman üstüne çalışıyormuşsunuz, günlük bir ihtiyaç hissinin sonucu muydu?

Bazı yazarlar iki şeyi birden yazabiliyor, ben de becerebileceğimi sandım. Romana başlamıştım fakat baktım ikisini sürdüremiyorum. Giderek zamanın kısaldığını hissetme duygusu -hele de bir şeyler yapmaya alışmış insanların yaşlılığında- sizi acele etmeye sürüklüyor. Günlükleri bitirir bitirmez romana devam etmeye başladım.

Ömrünü siyasi ve entelektüel olarak dolu dolu yaşamış, üretmiş biri bile “yetişememe ve yetmeme” duygusu yaşıyorsa, biz ne yapacağız diye düşündüm. O kadar çok şey var ki “Yaşlanınca okurum, emeklilikte bakarım” dediğimiz…

Hiç geriye bırakmamak lazım. Çünkü o “Yaparım, yaparım” dediklerinizi, zamanı geldiğinde bir bakıyorsunuz ki yapamamışsınız. O kadar çok okumam, öğrenmem gereken şey var ki… ‘Günlükler’de de adı geçen çok sevdiğim ve kaybettiğim bir arkadaşımla, “Ne yapacağız bunları” diye düşünürdük, “Öteki tarafta belki sorarlar” derdi (gülüyor). Bazen uykum kaçıyor, iki gecede 500 sayfalık romanlar bitirdiğim oluyor, eksik kalmasın diye…

Yazıyorsanız, sanatla ilgiliyseniz, kendinizi geliştirmek üzere okuyorsanız sonuna kadar bırakmadan yapmak lazım. Öteki tarafta ister sorsunlar ister sormasınlar (gülüyor)…

UMUTSUZLUK DEĞİL AMA BIKKINLIK VAR

Kitabın hemen her yerine sirayet eden “Bu hayat bir işe yaradı mı, okyanusa bir damla bırakabildim mi?” sorunuz var. Onun dışında görüyoruz ki sizin sık bahsettiğiniz o, dünyaya karşı sorumluluk duygusu da devam ediyor. Bu saatten sonra “Boş ver, bana ne!” duygusu gelmiyor mu?

Bıkkınlık geliyor bazen. İçinde yaşadığımız dünya ve ülke koşullarında “Bunca yıl, bunca çaba… Bir şeyler yapmaya çalıştık ama şu anda, başladığım noktadan daha gerideyiz” duygusu gelebiliyor. Orada bir usanma olabiliyor ama bırakayım duygusu gelmiyor. Galiba bırakayım duygusu geldiği anda siz bitmiş oluyorsunuz. Bırakmamış olmak, minicik de olsa bir umudun belirtisi. Benim ve kuşağımdan pek çok arkadaşımın en çok canını sıkan, vardığımız noktanın başladığımız noktadan maalesef daha kötü olması. Ne istedik? Barış, adalet, eşitlik istedik… Ama dünya çok daha geriye gitti. Umutsuzluk değil ama bıkkınlık var.

Peki günlükleri tamamladığınızda ‘okyanusa bir damla’ bırakma konusunda kendinize hakkınızı teslim edebildiniz mi?

İyi de kötü de olabilir, ama -savaşı, çatışmayı savunmuyorsak- her yazdığımız minicik bir damladır. Çok büyük yazarlar bile bulundukları çağda damla damla akıtılmış olanların ürünüdür. Ben de kendi minik damlamı akıttım diye düşünüyorum. Mutlaka yazmak da gerekmiyor, hepimiz bir damlayız. Hayatın anlamını da kendimiz veriyoruz. Kimileri için bu para sahibi olmaktır, kimileri için okumaktır yazmaktır, kimileri için dünyaya bir katkıda bulunmaktır… Kendi hayatımı anlamlandırabildiğimi düşünüyorum. Başarısızlıklar, yanlışlıklar, yenilgiler çok oldu belki ama bunlarla beraber anlamlandırabildiğimi düşünüyorum…

Aslolan da yoldur… Biraz klişe olacak ama…

Aslolan yol… Kitabın başına da koyduğum, “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla” mısrasından çıkıyor o. O mısradan daha iyi hayatı anlatan bir şey yok gibi geliyor bana. Kuş ölüyor ama ölüsüne bakmak değil uçuşunu hatırlamamız gerek… Yolu hatırlayalım, zaten kim menzile ulaşabilmiş ki?

 

Fotoğraf: Murat Şaka

Tarihin önemli dönemeçlerine; savaşlara, devrimci hareketlere, darbelere tanıklık ettiniz, aktörü oldunuz… Aklınıza gelir miydi 80’inizde büyük bir dünya krizine daha tanık olacağınız?
Yaşarken tanık olacağım pek aklıma gelmiyordu ama dünya krizinin çok yakın olduğunu görüyorduk. ‘Köpekli Çocuklar Gecesi’ni yazma sürecinde ekolojiye dair araştırma yaparken “Bu iş 500 yıla kalmayacak, 100 yıla kalır mı bilmiyorum ama yakınlaştı” diye düşündüm. Şimdi ayıp olacak belki ama gördüğüme de memnunum. Üç-beş yıl daha kafam yerinde yaşarsam nereye doğru evrileceğini de belki görebilirim. ‘Köpekli Çocuklar Gecesi’nde de bir virüs salgını vardır. Dünyanın ekolojik olarak nereye gittiğine bakınca orada görüyorsunuz… İklimciler kutupların erimesiyle yeni virüsler türeyeceğini de söylüyor.

Korona dönemine dair notlarınızda ‘Hayat Eve Sığar’ söylemine ve insansızlaşmaya hızla alışılmasına dair eleştirel notlarınız var…

Gayet tabii tedbir alınacak. Ama ‘Hayat Eve Sığar’ı bir motto olarak almak, insanların kafasına “Evlere kapanın”ı yerleştirmek… Bu sloganı kim yarattıysa hayat nedir bilmiyor diye düşündüm. Hayat eve sığmaz. Hayat eve sığmadığı gibi, bugünün insanının birbirinden bu kadar ayrı yaşaması da sığmaz. Yıllar önceydi, bir yayınevinin ilk roman jürisindeydim. Gelen romanlardan biri, bir distopyaydı, bayıldım. Vermedi kimse ona oy ama… Bulsam yayımlanması için her şeyi yapacağım. Bütün insanlık bitmiş. Yeni tür çok lüks, çok büyük fanuslarda tek başlarına yaşıyor. İnsanların her işlerini yapan yapay zekâlı android hizmetçileri var. Asla temas etmeden, her şeyi ekrandan yaşıyorlar. Spor saatleri, danslar ekrandan… Bu dünyanın dışına çıkmak isteyen insanın da nasıl tükendiğini çizmişti. Böyle bir dünyaya gidiş var.

Farklı dönemlerde yasaklara tanık oldunuz, işkence gördünüz, yurtdışına göç etmek zorunda kaldınız ve şimdi 65 yaş üstü olarak sokağa çıkma yasağı deneyimliyorsunuz… Sizde bunun duygu olarak karşılığı neydi?

65 yaş üstü meselesini çok büyük haksızlık, adaletsizlik ve anayasaya aykırı bir durum olarak görüyorum. Bu konudaki müracaatlar kabul edilmedi tabii. Bizden başka yerde de yok. Ayrıca saçma, çünkü o 65 yaş üstü insanlar evlerine gelip gidenle zaten temas halinde. Zaten dar olan özgürlüklerin bir kere daha kısıtlanmasının verdiği bir isyan duygusu ve ağırlık var.

YAŞLANMA DUYGUSUNU İKİ SENEDİR HİSSEDİYORUM

‘Günlükler’i okurken bana öyle geldi ki; sanki yaşlanma duygusu size hem bedenen hem ruhen bir-iki sene önce falan gelmiş gibi…

Yavaş yavaş yaşlanıyorsunuz, ama bunlar basamak gibi oluyor. Bir yere kadar bir şey hissetmiyorsunuz, pat bir düşüş, sonra pat bir düşüş oluyor. Bedenen epeyce sağlam biriyim. Bedeni durumu iki senedir hissediyorum. Mesela bahçede artık bütün gün çalışamıyorum. Dengenizde kayıplar oluyor. Eksilmelerimi çok hissederim. Kelimelerimin gittiğini yavaş yavaş hissediyorum. O ufak ufak olan yaşlanma duygusu bir yerden sonra gerçekten geldi. Tabii fiziki olarak yüzünüzün gözünüzün geldiği hali hissediyorsunuz.

‘Günlükler’de iki yerde geçiyor şu ifadeleriniz: “Bundan 500 sene sonra ne Goethe kalacak, ne Shakespeare… Edebiyat bile kalmayacak…” Bu öngörü bana virüslerden bile ürkütücü geldi.

O zaman kimse sizin, benim gibi üzülmeyecek buna. Çünkü bu insanlar da olmayacak… Yazılının yerini görüntü aldı, şimdi ses alıyor. O dönem başka insanlar olacağını düşünüyorum, onlar da kendi dönemini sevecek…

Yoldaki romandan da bahseder misiniz?

Yazarlar ve yazmak üzerine bir roman: ‘Yazarlarevi Cinayeti’. Bizim adada geçiyor. Bir yazarın yazarlık serüvenini anlatıyorum. Yazma ateşiyle yazar olayım, meşhur olayım arasındaki çizgiler… Yayın dünyasını da tartışan bir roman.

80 YAŞ
ZOR ZAMANLAR GÜNLÜKLERİ
Oya Baydar
Can Yayınları, 2021
320 sayfa, 36.50 TL.

(Hürriyet Kitap Sanat, 05.02.2021)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN