Fikret İLKİZ
Eski ve vazgeçilmiş ama vazgeçilmeyen AB hedefi yeniden gündemde, inanmayın!
Bunca yıldır kendi yaptıklarını “reform” adı altında politika yapanların yapacakları bir şey kalmamıştır. Olsa olsa kötünün daha kötüsü olur, çünkü hep öyle oldu.
Kimsenin güveni kalmadı. Baştan beri güveni olmayanları ise düşman ceza hukuku ile cezalandırmaya devam ediyorlar.
Dört yıl öncesinde Türkiye, AB’ye Katılım için Ulusal Eylem Planı (2016-2019) hazırlamıştı.
2016-2019 Dönemini kapsayan AB’ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı, 26 Şubat 2016’da kamuoyuna açıklanmıştı, 64. Hükümet zamanında güncellendi.
Katılım müzakereleri süreci uzun ve zahmetlidir ama zorunludur.
Katılım müzakereleri süreci gündemdeydi, vazgeçildi. Aday ülke olarak AB müktesebatını ne kadar sürede, hangi düzenleme ile kabul edeceğinizi, uygulamayı ne şekilde yapacağınızı müzakere sürecinde belirlemeniz gereklidir. İnandırıcı olmak zorundasınız ve uygulamalarınız inandırıcı olmanızdan çok daha önemlidir. AB müktesebatının tümünü benimsemek için gerekli kanun, yönetmelik vb. mevzuatı çıkarmanız yetmez. 1995 Madrid Zirvesi gereğince mevzuatı en etkin şekilde uygulamanız gerekir, “adli ve idari” kapasiteyi de güçlendirmeniz…
Müzakereye açılacak (veya kapanacak) herhangi bir faslın “tarama sonu raporu” Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanır AB Konseyine sunulur. Konseyde oybirliği ile kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla eğer Komisyon bir faslın tarama sonu raporunda herhangi bir açılış kriteri belirlememiş ise ya da belirlemiş ve aday ülke bu kriteri belli bir süre sonunda yerine getirmiş ise Komisyon faslın müzakereye açılmasını, Konsey’e hazırladığı bir değerlendirme raporuyla önerir. Konseyin tüm üye ülkeleri, Komisyon’un bu önerisini oybirliği ile kabul etmesi gerekir. Aksi takdirde fasıl müzakerelere açılamaz. Aynı süreç bir faslın kapanması için de geçerlidir. 35 faslın tamamında mutabakata ulaşılması halinde, aday ülke için “Katılım Antlaşması” hazırlanılır. Avrupa Parlamentosu’nda basit çoğunluk ve Konsey’de oy birliği ile onaylandıktan sonra, Üye Devletler ve Aday Ülke tarafından imzalanır. Katılım Antlaşmasının imzalanmasını müteakip her üye ülke ve aday ülkenin kendi ulusal mevzuatları çerçevesinde onaylanabilir.
17 Aralık 2004 tarihinde AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının katıldığı Brüksel Zirvesinin sonuç bildirgesine göre Türkiye ile müzakerelerin başlatılması kararı alınmıştır.
Türkiye için 3 Ekim 2005 tarihli Hükümetler arası Konferans ile resmen müzakere süreci başlamıştır. Aynı gün, Türkiye-AB katılım müzakerelerine ilişkin ilkeler, müzakerelerin esası ve usulleri ile müzakere başlıklarını (fasıllarını) belirleyen “Müzakere Çerçeve Belgesi (MÇB)” kabul edilmiştir. Müzakereler 3 temel unsur üzerine kuruludur. İlki, Kopenhag siyasi kriterlerinin istisnasız olarak uygulanması, siyasi reformların derinleştirilmesi ve içselleştirilmesidir. İkincisi, AB müktesebatının üstlenilmesi ve uygulanmasıdır. Üçüncüsü ise; sivil toplumla diyalogun güçlendirilmesidir. Bu çerçevede hem AB ülkelerinin kamuoyuna hem de Türkiye kamuoyuna yönelik olarak bir iletişim stratejisinin yürütülmesidir.
Hemen ifade edilmelidir; hiçbirisi tamamlanmamıştır.
Bu uzun sayılabilecek “müzakere süreci” durdu, şimdi yeniden yola koyulmak istiyoruz!
Türkiye için tarama toplantıları 20 Ekim 2005 tarihinde yapılan “Bilim ve Araştırma” faslı tanıtıcı tarama toplantısı ile başlamış ve 13 Ekim 2006 tarihinde yapılan “Yargı ve Temel Haklar” faslı ayrıntılı tarama toplantısı ile sona ermiştir.
On yıl sonra…
Zamanın Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığında Başbakan Yardımcısı Lütfi Elvan, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Avrupa Birliği (AB) Bakanı Volkan Bozkır, Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın katılımıyla 11 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirilen “Avrupa Birliği (AB) Reform Eylem Grubu” toplantısı sonunda açıklanan ‘Avrupa Birliği Reform Eylem Grubu’ toplantısının sonuç bildirisine göre, 2016 yılının “Reform ve AB odaklı yıl” olacağı açıklanmıştır.
Bu bildiride Hükümet olarak 2023 hedefleri doğrultusunda yapılacak yeni reformlarla hak ve özgürlüklerin genişletilmesine devam edileceği bildirilerek şöyle denilmişti: “64. Hükümet Programı, Hükümetimiz tarafından 10 Aralık 2015 tarihinde açıklanan Eylem Planı ve bu çerçevede güncellenecek olan AB’ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı, 2016 yılının ‘Reform ve AB Odaklı Yıl’ olacağının en güçlü işaretleridir.”
Bildiride Türk vatandaşlarının, Schengen bölgesine vizesiz seyahatini temin için Eylem Planı’nda yer alan tedbirler sıralanmış ve temel kanunların gözden geçirileceği açıklanmıştı.
“Siyasi Reform süreci” başlığı altında ise; “Reform Eylem Grubu toplantısının ikinci en önemli gündeminin siyasi reform süreci olduğu belirtilen bildiride, özellikle Yargı ve Temel Haklar (23.Fasıl) ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik (24. Fasıl) fasıllarının bir an evvel açılmasının AB ile ortak ve öncelikli hedef olduğu” ve Türkiye-AB ilişkilerinin siyasi reform süreci ile 23. ve 24. fasıllar kapsamında devam edecek reform çalışmalarının hızlandırılarak hayata geçirileceği ifade edilmiştir…
Sadece ifade edilmiştir! Zaten ne Sonuç Bildirisi ne “Avrupa Birliği Reform Eylem Grubu” ne Hükümet ve ne Başbakan kaldı… Hepsi bitti, hepsi gitti, yerlerinde yeller esiyor…
Ama geriye kalanlar “reform” demekten hiç bıkmadılar, sürekli eylem planı hazırlıyorlar. Adalette, insan haklarında, yargıda eylem planı hazırlamaktan eyleme zamanları kalmıyor, biri bitiyor birinin hazırlığı başlıyor.
Yargı ve Temel Haklar (23.Fasıl) ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik (24. Fasıl) fasılları öncelikli hedef olarak durduğu yerde duruyor ve kapalı fasılların başında geliyor.
Bir zamanlar var olan şimdi olmayan Avrupa Birliği Bakanlığı’nın Ocak 2016-Aralık 2019 Dönemi “Avrupa Birliğine Katılım İçin Ulusal Eylem Planı” içinde “Fasıl 23: Yargı ve Temel Haklar” bölümü siyasi blokaj nedeniyle müzakereye açılmamaktadır. Bakanlık verilerine göre bu faslın “Tarama Sonu Raporu” resmi olarak Türkiye’ye bildirilmemiş olmasına rağmen gayri resmi bilgilere göre bazı açılış kriterleri öngörülmektedir.
Bu açılış kriterlerinden birincisi; “Türkiye, yargının bağımsızlığını, tarafsızlığını ve etkinliğini daha fazla güçlendirmeye yönelik Yargı Reformu Stratejisini Komisyona sunmalıdır. Bu Stratejide, somut tedbirler, belirlenen hedeflerin gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla ana hatlarıyla belirtilmelidir. Bu tedbirlerin uygulanmasına yönelik zaman çizelgesi gerekli kaynaklarla birlikte Stratejide yer almalı, çizelgeyi takip edecek sorumlu makamlar ve bunların arasında etkili bir koordinasyonun ne şekilde sağlanacağı belirlenmelidir.”
Türkiye, yolsuzlukla daha fazla mücadele konusunda etkili yasal ve kurumsal çerçevenin tesis edilmesi için Komisyona bir Yolsuzlukla Mücadele Stratejisi sunmalıdır.
Bir diğeri; “Türkiye, temel hakların uygulamada tamamıyla gözetilmesini sağlamak amacıyla, temel hakların daha fazla uygulanmasına yönelik bir eylem planını Komisyona sunmalıdır. Eylem planı, gerekli görüldüğü takdirde yasal tedbirler de dâhil olmak üzere, AİHS ve AİHM içtihadı çerçevesinde güvence altına alınan hak ve özgürlüklere tam olarak riayet edilmesini en nihayetinde güvence altına alacak tedbirleri içermelidir. Türkiye, ayrıca temel haklar konusundaki gelişmelere ilişkin bir izleme mekanizması oluşturmalıdır.”
Bir diğer başlık ise; Türkiye “vakıflar mevzuatı ile ifade özgürlüğüne ilişkin mevzuatını, AİHS ve AİHM içtihadına uygun olarak gözden geçirmelidir.”
Bütün bunlara karşın dönüp Türkiye 2016 yılı “İlerleme Raporu” tespitine bakalım.
“Mevcut yasal çerçeve ve uygulamalar, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve internet özgürlüğünün uygulanmasını güvence altına almamaktadır. Anayasa, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına izin vermektedir ve bazı kanunlar Avrupa standartlarıyla uyumlu değildir. Terörle mücadeleyle ilgili yasal hükümler, İnternet Kanunu ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu ifade özgürlüğüne ciddi şekilde zarar vermektedir. Bu kanunlarda yer alan ve Avrupa standartları, AİHM içtihadı ve ilgili uluslararası kuruluşların tavsiyeleri ile uyumlu olmayan söz konusu hükümlerin yürürlükten kaldırılması gerekmektedir. Venedik Komisyonu tavsiyelerinin uygulanması gerekmektedir.”
Neler diyorsunuz, buna karşılık ne yapıyorsunuz? Kuşkusuz hesap vermek konumunda bulunan Avrupa Birliğine “hesap vermeyecek” kadar ileri demokrasi sahibi ülke olduğunuzu söyleseniz bile; uygulamanızda demokratik hukuk devleti değilsiniz.
Hukuk yok, adalet yok ve hak ihlaliniz çok. Bu sonuca ne diyorsunuz?
Şöyle yanıt verdiniz; 2016 yılından iki yıl sonra; 29 Kasım 2018’de yapılan toplantıda konuşan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül “Yeni Yargı Reformu Stratejisi” vizyonunu “Güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemi” olarak açıklamıştı.
2019 “Yargıda Reform Strateji Planı” 30 Mayıs 2019 tarihinde açıklandı.
Yargı Reformu Stratejisi’nin 28’inci sayfasından bir bölüm:
“a) İfade özgürlüğüne ilişkin mevzuat ve uygulama analiz edilerek, bireylerin hak ve özgürlük alanlarını daha da genişletecek düzenlemeler yapılacaktır. b) İfade özgürlüğünü ilgilendiren yargı kararlarına karşı kanun yolu güvencesi artırılacaktır. (…) e) İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da ve diğer kanunlarda yer alan erişim engelleme usulleri, ifade özgürlüğü çerçevesinde ele alınarak gerekli değişiklikler yapılacaktır”
Tutuklama sorununa 2019 Yargı Reformu Stratejisinde yer verildi…
“12. Tutuklama bir cezalandırma aracı değil, ceza soruşturma ve kovuşturmalarının etkinliğinin temini için düzenlenmiş bir koruma tedbiridir. Mevzuata göre tutuklama, istisnai nitelikte olup öncelikli olarak değerlendirilecek husus, adli kontrol tedbirinin yeterli olup olmadığıdır. Tutuklulukta geçen sürenin, makul olması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5’inci maddesinde öngörülmüş temel bir ilkedir. Yargı Reformu Stratejisi ile; a. Tutuklamanın istisnai bir tedbir olduğuna, b. Tutuklamanın zorunlu hâllerde ve ölçülü bir tedbir olarak uygulanmasına, c. Tutukluluk süresinin makul olmasına vurgu yapılmaktadır. Bu kapsamda mevzuatın uygulamayla birlikte değerlendirileceği ve gerekli değişikliklerin yapılacağı iradesi ortaya konulmaktadır.”
Ne irade ama, tutukluluk hali utancımız olmaya devam ediyor.
Yargı Reformu Stratejisi ile kabul edilen ilk kanun olan 7188 sayılı 17 Ekim 2019 kabul tarihli Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yürürlüğe girdi.
Hiçbir işe yaramayan kanun değişiklikleri. Nasıl olsa uygulanmıyor, istenildiği kadar kanun değişikliği yapılabilir. Yargının ve yargıçların usulü ve adaleti, vicdanları kendilerine ve kendilerince yarattıkları hukukla güvenilir adalete ulaşmak bile erişim engelli…
Nafile çabalar olduğu öğrenilen “reformlar” artık umut yaratmıyor. Tam aksine ne zaman “reform” denilse, bakalım başımıza ne gelecek diye duyulan kaygılar gerçek oluyor. Ya birileri tutuklanıyor ya birileri mahkûm oluyor… Ya birileri hakkında ceza davaları açılıyor veya birileri gözaltına alınıyor… Bu mahkumiyetlerin, hak ihlallerinin üstüne basa basa, insanları eze eze yükselenler yükseliyor; yüksek dereceli “seçilmiş” memurlar oluyor…
İfade özgürlüğün kullanılması için esas olan suç yaratmamaktır. Düşüncelerin bile cezalandırılabileceği bir sisteme önce kapı aralayan, sonra hesap sorulamayan ve günışığı görmeyen bir hukuk sistemi adaletli değildir.
Böyle bir yargıya eriştiğinizde sadece cezalandırılırsınız, hiç zahmet etmeyin, zaten kapalı.
Ceza hukukunda düşüncelerinden dolayı insanlar cezalandırılmaz. Ceza hukuku başvurulacak son çaredir. Sürekli ifade özgürlüğü üzerine aynı şeyleri tekrar tekrar değiştirilen kanunların gerekçelerine yazmakla inandırıcı ve güven verici olamazsınız.
2019 yılı Yargı Reformu Strateji Belgesine göre; AB ile müktesebat uyumunun sağlanması için müzakere süreci 35 fasıl üzerinden devam etmektedir. Katılım müzakereleri sürecinde “Yargı ve Temel Haklar”(23. Fasıl) ayrı bir önem taşımaktadır. “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik (24. Fasıl)” ise artık çok daha önemlidir.
Yargı reformu denince sanmayın ki; yargının sorunlarına adaletli, akılcı ve bilimsel çözüm bulunacaktır. Aksine çözümü güç yeni sorunlar yaratacak yol haritaları tekrarların tekrarından ibarettir.
Sonuçları yaratanlara verilecek en iyi yanıt; hesap verin ve gidin demektir.
Yargı Reformu Strateji Belgesinin Avrupa Birliği Perspektifi başlığı altında Bölüm 23’te “Türkiye, Birliğe üyeliği stratejik bir hedef olarak görmekte ve katılım sürecine bağlılığını korumaktadır” yazılı…
Ne yazılana ne söylenene…
Böyle bir bağlılık yoktur inanmayın! Tekrar söylenecektir, yazılacaktır; sakın aldanmayın.
7 Aralık 2020
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN