Post image
‘Oralı Olmamak’

 

Adil İZCİ 

Çağdaş edebiyatımızın Yunus Nadi Öykü Ödülü sahibi yazarı Murat Yalçın, ilk çocuk kitabı ‘Oralı Olmamak‘ta yitirilmiş bir babanın anılarıyla yaşamını sürdüren bir ailenin geçmişten bugüne öyküsünü ironiyle derinleşen zarif üslubuyla anlatıyor. Evin oğlu Sarp’ın ve arkadaşı Gülin’in peşinde akan hikâyeyi Murat Yalçın’la konuştuk…

Murat Bey, psikoloji öğrenimi görmenizin yazarlığınıza önemli katkıları olmalı. Nitekim ‘Oralı Olmamak’ romanınız da -sözgelimi Gülin’in pencereden ders kitaplarını attığı bölüm ve en son bölümle- bu izlenimi yineliyor. Ne dersiniz?

‘Oralı Olmamak’ psikoloji alanına giren bir olaydan yola çıkılarak yazıldı. Romanı bir vaka analizine çevirmeden, bir duygu durumunu, bir davranışı sosyal çevresiyle göstermeye çalıştığım söylenebilir. Liseden sonra psikoloji okuma isteğimin altında yazarlık düşü vardı. Hem beni zorlamasın hem ders kitaplarım zaten okuduğum kitaplar olsun istemiştim.

Birtakım tezleri belirlediniz de mi yazmaya koyuldunuz, yoksa “Kervan yolda düzülür” doğrultusunu mu izlediniz?

Yaşının altında davranışları olan Gülin’i anlatmak isterken öykünün odağı yazdıkça değişti. Sarp’ın çevresinde dönmeye başladım. ‘Oralı Olmamak’ı okuyanlar belki de o yüzden “Gülin’in hikâyesini de yazmalısın” diyor. Nerdeyse her kitap, yazarın tastamam yazmak istediği değil de yazılmış kadar oldu diyeceği bir kitaptır.

‘Oralı Olmamak’ da Günışığı Kitaplağı’nın ‘Köprü Kitaplar’ dizisinden ama Sarp ve Gülin’in yanı sıra yetişkin bireyler de -sözgelimi anne Aysun, abla Pelin, amca Ersel, yenge Nazlı- önemli birer yer tutuyor kitapta. Bunu Sarp ile Gülin bir bütünsellikten algılanabilsinler diye özellikle mi öngördünüz?

Çocukların kendi aralarındaki olaylara odaklanmak yerine nasıl bir ailenin, çevrenin çocukları olduklarına baktım. Çocukluktan çıkarak birey olmaya, toplumsal varlık kazanmaya adım atma çağındaki bocalamaları göstermenin bir yolu da yetişkinlerin onlara bakışını anlatmak olmalı. Kişilikleri zedelemeden davranışları anlamanın önemini vurgulamak istedim.

 

 

‘Yetişkin olmakta herkes aynı başarıyı gösterseydi dünya çok sıkıcı bir yer olurdu’

Büyümenin sancıları, sıkıntıları, belirsizlikleri neden bu kadar yoğun? Bu yoğunluk nerelerden kaynaklanıyor?

Büyüme, gelişme, olgunlaşma çok yönlü, çok katmanlı bir alan. Doğum bir ‘canlı olarak’ dünyaya gelişimiz, ergenlik de ‘birey olarak’ toplumsal doğumumuz diye düşünüyorum. Kişiliğin, kimliğin oluşumu sancılı bir süreç. Geçen yüzyılda, davranışları inceleyen psikoloji bilimi bunun için icat edildi. Buna bir de içinde yaşadığımız kültürün, toplumsal yapının sorunlarını, yani sosyolojiyi eklemeli. Düşünelim ki yetişkinlik dediğimiz toplumsal uyum hiç mümkün olmuyor bazı kişilerde. Bu kişileri iyi okurlar yakından, yani yazın yapıtlarından tanır ve çok severler. Gerçekten de yetişkin olmakta herkes aynı başarıyı gösterseydi dünya çok sıkıcı bir yer olurdu.

Sarp, bir Anadolu kentinde ya da kasabasında büyüyor olsaydı yine bu sancıları, sıkıntıları, belirsizlikleri duyacak mıydı?

Onu bilmiyoruz Adil Bey. Kentsel-kırsal ayrımının giderek yok olduğu bir dönemdeyiz. Bu ayrımı Sarp’ın babasının ve annesinin çocukluğundan kesitlerle vererek hem kuşaktan kuşağa hızla değişen yaşamı göstermek hem köy-kent yaşantısını yan yana getirmek istedim. Yalnız bunu romanda bir çatışma, bir karşıtlık olsun diye yapmadım.

Okulun yöneticileri Gülin’in kabahatini Sarp’a yüklediler, ama amca Ersel direnmedi ya da direnemedi. Kısacası kolayca pes etti ve Sarp’ı okulundan aldı. Bu bir bakıma edilgenlik değil mi? Böylece de hatalı bir ileti sayılmaz mı?

Sarp’ın baba tarafından kalender kişilik yapısına işaret etmek istedim. Amcanın sıradan iş toplantılarında bile gerilimden uzak duran, iç huzuruna düşkün biri olduğunu unutmayalım. Mücadeleci, çatışmacı biri değil. Bir yerde anlatıldığı gibi, okul yıllarında uğradığı haksızlığı sınıf arkadaşları gideriyor, kendisinin bir şey yapmasına gerek kalmadan. Romanda toplumsal olan ana-kız, gerçeklerle yaşayan Aysun’la Pelin. Yaşam kadınların çevresinde dönüyor, Sarp da bir yerde bunu görüyor.

FANTASTİK SERÜVENLER ZİHİN BOŞALMASI SAĞLIYOR

Doğrudan doğruya hayatın kendisi ortalık yerde dururken fantastik serüvenler neden bu kadar ilgi görüyor?

İnsanlar hayatın kendisinden uzaklaşmak istiyor diyebiliriz. Başka dünyalara uçmak yaşamı çekilir kılıyor. Çok rüya gördüğümüz gecelerin sabahında başımız sanki daha hafiftir. Bunun gibi, fantastik serüvenler de zihin boşalması sağlıyor. Bu dünyaya ilişkin, gerçeküstü olmayan anlatılar, belki kendimizi içinde bulduğumuzdan, kafamızı yoruyor. Bazı kitaplarda kendimizi bulur bazılarında yitiririz, ikisi de gerekli.

Gökyüzü, anne Aysun’a da sık sık unuttuklarını anımsatıyor. Gökyüzünün bu etkisi (yoksa gizilgücü mü demeli?) sizce nereden geliyor?

Roman, ‘göğe bakma durağı’ gibi oldu gerçekten. Kitap çıkınca fark ettim bunu. Nitekim, sevgili editörüm Müren de üstünde durdu. Kitabı kışın yazmamın, üstelik salgının ilk günlerindeki kapanmalarda tamamlamamın ya da romanın kış mevsiminde geçmesinin etkisiyle mi oldu, tam kestiremiyorum. Belki de kentlerde dokunulmamış tek doğa parçasının uçsuz, uçaksız gökyüzü olmasından.

ORALI OLMAMAK
Murat Yalçın
Günışığı Kitaplığı, 2020
116 sayfa, 25 TL.

(Hürriyet Kitap, 17.11.2020)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN