Fikret İLKİZ
Suç varsa, ceza vardır. Aksini kimse söylemiyor.
Hiçbir kişi ve siyasal iktidarlar hukuk düzeni dışına çıkamaz, Anayasada yazılı…
Özgürlüklere saygı, hukukun üstünlüğü insanlığın ortak mirasıdır.
10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirisini “uygulamada” hayata geçirmek herkesin görevidir. Başlangıç bölümünde “insanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya zorunlu kalmaması için, insan haklarının hukukun üstünlüğü yoluyla korunmasının zorunluluk” olduğuna inanıyoruz.
İnsanların “zulüm ve baskıya karşı direnme” hakkı var. Çünkü “hukukun üstünlüğü/hukuk devleti” insan haklarına dayanan bir rejimin “önkoşulu değil”, olmazsa olmaz koşuludur.
Bu yüzden adalet hakkında söylenmiş olan aşağıdaki sözler çok çok kıymetlidir.
Adalet Bakanı adaletin olmazsa olmaz koşullarından bahsetmiş… Ne demiştiniz?
“Hukuk devletinin temel şartı 83 milyon vatandaşımızın kendisini emin ve güvende hissetmesidir. Hukuk devleti niteliğinin ayrılmaz parçası da yargının bağımsız ve tarafsız olmasıdır. Bu nedenle hukukun üstünlüğünün daha da geliştirilmesi reform anlayışımızın merkezinde yer almaktadır. Ülkemizde toplumsal barışın, refahın ön koşulu adaletin tesis edilmesidir. Adliyenin kapısı adaletin kapısıdır. Bu kapıya gelen herkes hakkına erişeceğini ve en saygın biçimde muamele göreceğine inanmalı ve yaşamalıdır. Hukuku yaşatacak olan uygulamanın kendisidir. Bir dosyada verilen bir kararla ilgili, ‘Kim olsa aynı kararı verirdi’ dedirtebiliyorsak orada hakikat ortaya çıkmıştır. Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. Yargı konjonktüre, hatıra, birilerin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdana, hukuka Anayasa’ya bakar. Bizim yargı mensuplarından beklediğimiz budur. Adalet yerini bulsun. Ne olursa olsun yargı mensuplarının yanında HSK vardır, millet vardır.” (12 Kasım 2020)
Güzel sözler…Umut veriyor. Dahası çok çok haklısınız. Ama çoğumuz hak sahibi olmayan haksızlarız. Bizler düşman gibi görülenleriz. Hapishanelerde unutulanlarız. Müteahhitleriniz bizi çok severler, çünkü bizler uğruna hapishaneler inşa edilenleriz.
Hukuk devletinin şartı vatandaşların kendisini güvende hissetmesiyse eğer; hissetmeyenler için hukuk devletinin temel şartı yoktur, şart olmayınca hukuk devleti yoktur.
“Hukuk devletinin ayrılmaz parçası yargının bağımsız ve tarafsız olmasıdır.”
Doğrudur. Bu sözlere inandığınıza inanıyoruz. Yapılanlara inanamıyoruz… İnsanların gökyüzünü ve özgürlüğünü tel örgülerle çevirdiniz. Memleketi koca bir hapishaneye çevirmekte mahsur görmediniz. Refah beklenirken, tarlaları hapishane yaptınız, ülkenin ekonomisini cezaevleri inşa etmeyi birinci sıraya alarak batırdınız.
Toplumsal barışın ve refahın ön koşulu adalet mi dediniz?
Ülkemizde toplumsal barışın, refahın ön koşulu adaletin tesis edilmesiyse eğer; toplumsal barışı batıranların, refah yerine yoksulluğu reva görenlerin adaleti midir adalet?
Yargılanan kaç kişi “adaletiniz batsın” diyerek adalet istemekten vazgeçmiştir acaba hiç saydınız mı? Adaletten vazgeçenler sadece onlar mıdır?
Acaba onlardan daha çok adaletten yakınan; onların çocuklarının, annelerinin, babalarının, eşlerinin, yakınlarının, dostlarının mahkemelerde “susun, konuşmayın, alkışlamayın, salonu boşaltırım, atarım sizleri dışarı” lafları altında yaşadıklarına karşı suskunlukları mıdır adalet için ön koşul dediğiniz şey!
Yoksa adliye ve cezaevleri kapılarında donlarına kadar aranarak, kendilerini aşağılanmış hissettikleri zaman gözyaşlarının akmadan kuruması mıdır önkoşul dediğiniz adalet…
Düşman gibi davranılarak kırılmış onurlarını saklayan insanların adliyede ve cezaevlerinde bir lahza yakınlarını görebilmek umuduyla saatlerce bekletilmeleri midir ön koşul?
Ne dersiniz acaba bütün bu eziyetler; adliye kapılarında, hapishane kapılarında yaşanan perişanlıklar ve acılar karşılığı insanların ödedikleri bedellerin diyeti midir?
Devlet terörle mücadele eder, mahkemeler yargılar. Terörle mücadele etmek devletin, suç işleyenleri yargılamak mahkemelerin görevidir.
Adliye kapısı adaletin kapısıdır… Çok doğru!
“Yargı konjonktüre, hatıra, birilerin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdana, hukuka Anayasa’ya bakar.” Haklısınız, öyle olmalıdır. Hukuk, birilerinin dediği midir yoksa?
Dosyalara sıkışmış kalmış vicdanlar mı dediniz? Acaba yargının “vicdana, hukuka ve Anayasaya” nasıl baktığına arada bir baktınız mı?
Düşman belledikleriniz– deyiminizle güncel olaylar ve davalar- adliye kapılarından içeri girdiklerinde bütün kapıları kapattınız. Adliyenin kapıları kapandı ama hapishane kapıları açılıp üstlerine kilitlendi. Hukukun üstünlüğü açamıyor kilitleri…
Savcıların açtığı davalarda mahkûmiyet oranı yüzde 46,8 olmuş, mahkemelerde verilen kararların yüzde 53,2’si ise beraat, hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi kararlarmış.
“Bunlar bizim için çok önemli veriler. Bu rakamlar, özellikle beraat oranları bize Faruk Erem’in ‘Adalet, yanıldığını anlayınca geri veremeyeceğini hiç almamalıdır’ sözünü tekrar hatırlatmaktadır. ‘Pardon’ dediğinizde içeride tutuklu kalan kişinin o günleri, ticari itibarı geri gelmiyor. Asıl olan tutuksuz yargılamadır. Tutukluluk istisnadır.” (12 Kasım 2020)
Ne diyelim doğrudur dedikleriniz! Ve ne acıdır ki “pardon” denilenler bizleriz…
Tutuklanacaksınız, yargılanacaksınız, mahkûm edileceksiniz, en yüksek dereceli ve ulusalüstü mahkemeler hak ihlali var, beraat etmelidirler diyecek kıyamet koparacaksınız ve bilindiği üzere yeniden mahkûmiyet vereceksiniz. Ne hukuk ne üstünlük ne güvendir beklenen…
Şimdi diyorsunuz ki; asıl olan tutuksuz yargılamadır ve tutukluluk istisnadır.
İstisnalardan hangi birini sayalım… Bildiklerinizi mi yoksa bilmediklerinizi mi? 1053 gündür içeride… Kim acaba, sorun adalete bakan adamlara… Dört yılı geçti tutukluluk hali! Adını biliyorsunuzdur… Bilmiyorsanız 16 Ekim 2020 tarihi itibariyle atanmışlara sorun…
Arada bir adalet gelip hapishanenin kapılarını açtığında, yeniden hapsetmek için adliye kapılarının nasıl ve kimler tarafından neden kapatıldığını açıklayabilir misiniz? Anlatalım mı?
Onlar – ki hepsini tanıyorsunuz– çağrıldıkları için kendileri adliyeye geldiler, kaçma şüpheleri yoktu, şüphelerinizle suçlu yaptınız, tutuklanacaklarını biliyorlardı, tutuklandılar.
Kıyamet kopmadı, koparılmadı ve belki de memnuniyetiniz suskunluğunuz oldu.
Öyle ya, konu yargının işiydi, karışılamazdı!
Ama bir zamanlar korunması için zırhlı araçların verildiği eskinin makbul, en itibarlı, anlı şanlı ve şimdinin FETÖ terör örgütü mensubu olduğu iddiasıyla aranan ve öyle olduğunu bildiğiniz ünlü savcılar kaçaklar ve firardalar… Onlar yüzünden hapis yatan yatana, yargılanan yargılana…Ocaklar söndü, insanlar cezaevinde öldü. Adliyenin ve adaletin kapıları onlara bir türlü açılmak bilmiyordu. Biliyorsunuz bütün bunları. Hakikat çünkü.
FETÖ terör örgütü üyesi olmaktan dolayı hakkında açılmış ceza davası Yargıtay’da süren bir sanık savcıya Cumhuriyet gazetesi mensupları hakkında terör örgütü üyesi olmak ve yardım etmek suçlarından soruşturma yapmak, iddianame düzenlemek, gözaltına almak, tutuklanmalarını istemek gibi yargıya ait bilcümle görevler verilmişti. Acaba şimdi hangi adliyenin kapılarında adalet bekleyenler için savcılık görevini sürdürdüğünü de biliyorsunuzdur herhalde! Hakikat bu, dosyasına bakın.
Olmaz dedik, olur dediler, ses çıkarmadılar. Hayret ettiler, ama olağan karşıladılar. Kimse bir şey yapmadı, yapılmadı. Üstünden iki mahkûmiyet geçti. Hatta ve hatta mahkemede bu tuhaflıktan bahsedince sanık savcı için “masumiyet karinesi” dediler unutmadık ve sanıkların tutukluluk halinin devamına kararlar verdiler; sanıkların sanki masumiyet karinesi yoktu!
Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun…
Biz kimseyi tutmuyoruz, kim tutuyorsa onlara sormak gerekiyor. Kıyameti koparıyoruz, adalet yerini bulsun diye; kimse duymuyor, duymak istemiyor bile…Biz körler, onlar sağırlar.
Anayasa Mahkemesi özgürlükler lehine karar veriyor kıyamet koparılıyor…
AİHM’si ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar veriyor kıyamet koparılıyor….
“Bu nedenle hukukun üstünlüğünün daha da geliştirilmesi reform anlayışımızın merkezinde yer almaktadır.” diyorsunuz, demeyin. İnsan ürküyor, tedirgin oluyor.
Böyle dedikçe reformdan bahsettikçe kötü kötü şeyler oluyor… İnsanlar tutuklanıyor, ceza davaları artıyor, hak ve özgürlükler kısıtlanıyor, ulusalüstü mahkeme kararları tanınmıyor, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor. 2019 yılı mayıs ayı sonunda “Yargı Reformu” dediniz, hep tersini yaşadık. Reformlar sınırlandırmalara dönüştü, başta ifade özgürlüğü olmak üzere hak ihlalleri çoğaldı… Temel hakların omurgası olan ifade özgürlüğünden bahsedince kıyametler koparıyorsunuz.
“Esasen milyonlarca dosya içerisinde belli dosyalar gündemi meşgul ediyor, bu konuda bir değerlendirmeye tabi tutuluyor. Aslolan bu konuda, yani güncel meselelerden uzak bir şekilde hukukun, adaletin tesisi. Bu hususlarla alakalı HSK’nin ilke kararları var. Terfide bunlar dikkate alınıyor… (…) İster yabancı ister yerli yatırımcı ister işçi ister çiftçi ister işveren, ne olursa olsun hukuk güvenliğini bu anlamda vatandaş lehine koruyacak, tutuklamaların keyfiliğinden uzak, tutuklamayı istisna olarak değerlendiren, hukuk güvenliğini daha da güçlendiren uygulamaları hep beraber sağlayacağız.”
Olur, hukuk güvenliğini hep beraber sağlayalım… Hak ihlallerinden hemen vazgeçin.
Güncel meselelerden uzak bir şekilde hukukun ve adaletin tesisi nasıl olacak?
Güncel mesele; hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesidir, adaletin tesisidir…
Kabul ederseniz ve uygularsanız sorunlar azalır.
Hakimler ve Savcılar Kurulunun başkanı, bakandır.
Acaba sözünü ettiğiniz HSK’nin ilke kararlarından birisi şu mudur?
675/1 Karar nolu ve 05.04.2017 tarihli Hâkim ve Savcıların Derece Yükselmesi Esaslarına İlişkin İlke Kararı’na Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından hâkim ve savcıların yükselme esaslarına bir ek yapıldı.
Buna göre; “j) (Ek: RG-15/01/2020-31009) Yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkeleri temelinde; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesince yapılan incelemelerde ihlal kararına sebebiyet verip vermedikleri, neden oldukları ihlalin niteliği ve ağırlığı ile ilgililerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa ile teminat altına alınan hakların korunması konusundaki gayretleri,” göz önünde bulundurularak yükselmeye layık olup olmadıklarına karar verilir. İlke kararınız böyle…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesince yapılan incelemelerde ihlal kararına sebebiyet verenlerin kimler olduğunu, nasıl yükseldiklerini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa ile teminat altına alınan hakların korunmasına değil tam aksine ortadan kaldırılmasına ve bu kararların tanınmasına, yok sayılmasına nasıl gayret gösterdiklerini bile bile; gözümüzün içine baka baka… Neler söylüyorsunuz?
16 Ekim 2020 tarihli Resmî Gazeteye göre Bakan yardımcısı atanma mıdır, terfi midir, yoksa derece yükselmesi mi? En iyisi şöyle yapalım; HSK olarak 15 Ocak 2020 tarihli ilke kararından sonra -öncesinden dereceleri yükseltilenlerden vazgeçtim- Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarıyla hak ihlaline sebebiyet verdikleri gerekçesiyle kaç savcının, kaç yargıcın derece yükselmesine layık olmadıklarına karar verdiniz?
Adalet mi dediniz? Hukuk güvenliği mi dediniz? Tutuklamanın keyfiliği mi?
Osip Mahdelştam, 1934 ‘de yazdığı Stalin’i eleştiren sadece dostları arasında okuduğu şiirin ihbar edilmesi üzerine tutuklanarak Kuzey Urallardaki Çerdin’e sürgüne gönderilmesine ve çalışma kampında ölmesine neden olan “Stalin Epigramı” şöyle başlıyor:
“Yaşıyoruz ama hissetmiyoruz artık bastığımız toprağı,
On adım öteden duyulmuyor konuştuklarımız.”
Yıllardır kapılarını sımsıkı kapattığınız adaletin gelmesini bekliyoruz, adliyenin kapısında.
Adliyenin kapılarını tutanlara soruyoruz; ne zaman açılacak adaletin kapıları?
Söz söylemekten, kıymetli laflarınızı dinlemekten öte bir beklentidir ve anlamlıdır; adalet.
Karanlıkta fısıldaşmak değildir…
Yaşıyoruz, ama hissetmiyoruz adaleti ve üzerine bastığımız toprakları…
Yaşamalıyız ve hissetmeliyiz…
16 Kasım 2020
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN