Fikret İLKİZ
Bazı tarihler, insanlık tarihine kazınmıştır. Bazı rakamlar insan derisine…
Hatırlandıkça, geleceğimizin utancı olarak tarihe geçmiştir.
4 Kasım 1950 tarihinin geçmiş tarihi; aktörü insan olan yaşanmış unutulmaz ve affedilmez acıların, kurumuş gözyaşların ve gerçek olayların romanıdır.
İkinci Dünya Savaşı 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırısı ile başlamıştı.
Altı yıl süren savaş Avrupa’da 7 Mayıs 1945’te Almanya’nın teslim olmasıyla sona erdi. ABD’nin attığı atom bombalarından Hiroşima’da 60 bin ve Nagazaki’de 36 bin kişinin ölümünden sonra 14 Ağustos 1945’te Japonya kayıtsız şartsız teslim oldu.
Dünya üzerinde İkinci Dünya savaşı 2 Eylül 1945’te de sona erdi.
Türkiye II. Dünya savaşına katılmadı. Sadece 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek müttefikler yanında yer aldı.
İkinci Dünya Savaşının masrafları 1,5 trilyon, yarattığı tahribat ile maddi kayıp ise 4 trilyon dolardır. 110 milyon kişi silah altına alınmış, 27 milyonu savaşta yitirilmiştir. 5-6 milyonu Nazizm’in kurbanı Yahudi olan halk olmak üzere sivillerden 25 milyon kişi ölmüştür. Almanya’da 1,6 milyon ev yıkılmış, 7,5 milyon kişi evsiz kalmıştır. Rusya’da 6 milyon ev yıkılmış ve 1710 şehir ve kasaba ile 70 bin kadar köy tahrip olmuştur.
- Dünya Savaşından sonra hafızalarda kalan Nürnberg Mahkemesidir…
ABD, İngiltere, SSCB ve Fransa arasında 8 Ağustos 1945 tarihinde imzalanan Londra Anlaşması ile “savaş suçlularının cezalandırılmasını sağlamak” için kurulan uluslararası askeri mahkemedir. Barışa karşı işlenmiş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş yasalarını ihlal eden suçları yargılamak üzere Nürnberg’de kurulan bu mahkeme 20 Kasım 1945’te başladığı davaları 1 Ekim 1946’da sona erdirmiştir.
Sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi ortaya çıkacaktır.
Avrupa Konseyi II. Dünya savaşından hemen sonra kurulmuştur.
5 Mayıs 1949 tarihinde imzaya açılan Avrupa Konseyi Statüsü 7 devletin onaylamasıyla 3 Ağustos 1949’da yürürlüğe girmiştir.
Statünün amacı; Başlangıç bölümünün üçüncü paragrafında “Halkların ortak mirası olan ve her gerçek demokrasinin dayandığı insan özgürlüğünü, siyasal özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin kaynağı bulunan düşünsel ve moral değerlere sarsılmaz biçimde bağlılık” olarak vurgulanmıştır
Ülkemizde, 12.12.1949 kabul tarihli 5456 sayılı “Avrupa Konseyinin Kurulması Hakkında İmzalanmış Olan Statünün Onanmasına Dair Kanun” kabul edilmiştir (R.G. 17.12.1949-7382). 8 Ağustos 1949 tarihinde Avrupa Konseyine katılma kararını bildirmiş olan Türkiye; onay belgesini 13.04.1950’de AK Genel Sekreterliğine iletmiş olmakla bu tarihte Avrupa Konseyi Statüsüne katılmıştır (Geniş Bilgi Gemalmaz, Semih. Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş. Sayfa 915 ve sonrası. Legal Yayınları. 2010).
Avrupa Konseyi’ne üye Devletlerin Dışişleri Bakanları 4 Kasım 1950 tarihinde imzaladıkları İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunması Avrupa Sözleşmesi 03.09.1953 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; insan haklarının ihlalinden doğan zararları gidermek üzere AİHS’ne göre kurulan ulusalüstü mahkemedir.
Sözleşmenin (AİHS) imzalanmasının üzerinden 70 yıl geçti.
Türkiye’de 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanının üzerinden 97 yıl…
Türkiye 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalamıştır.
10 Mart 1954 kabul tarihli 6366 sayılı “İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korama Sözleşmesi ve Buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun” kabul edilmiş (R.G. 19.03.1954) ve onay belgesi AK Genel Sekreterliğine 18 Mayıs 1954 tarihinde depo edilmiş olmakla; AİHS bu tarihten itibaren Türkiye’de yürürlüğe girmiştir.
Sözleşmeye göre öncelikle Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na başvuru yapmak gerekiyordu, Komisyonun “kabul edilebilirlik” kararı vermesi halinde bireysel başvuru Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidebiliyordu. Sözleşme sistemine göre yapılan o yıllarda ilk bireysel başvuru, (X / Almanya) başvurusuydu. 23 Eylül 1955’te Avrupa İnsan Hakları Komisyonu tarafından ilk karar 65 yıl önce verilmiş oldu. Daha sonra Komisyon kaldırıldı.
Türkiye, 4 Kasım 1950 de imzaladığı ve ülkemizde 1954 yılında yürürlüğe giren ulusalüstü mahkemeye bireysel başvuru hakkını 28 Ocak 1987’de tanıdı.
Tarihtir şöyle yazıldı; “Türkiye, 33 yıl sonra bireysel başvuru hakkını tanımış oldu”
Türkiye 1989 yılında, AİHM’sinin zorunlu yargı yetkisini tanıdı.
Böylece Türkiye AİHS’ne imza atıldığı tarihin üzerinden 35 yıl geçtikten sonra 22 Ocak 1990 tarihinde AK Genel Sekreterliğine AİHM’sini tanıma beyanını depo etmiştir.
Tarihe geçen şudur; AİHS’si 66 yıldır Türkiye’nin iç hukukunda kanundur. Temel hak ve hürriyetler bakımından kanunlar bakımından bir çatışma yaşanır ve önce hangi kanunun uygulanacağı sorusuyla karşılaşılırsa Anayasaya göre öncelikle AİHS uygulanacaktır.
AİHM ikincil yargılama yapar, “hak ihlallerini karara bağlayan” ulusalüstü bir mahkemedir
AİHM’de hak ihlalinde birbiri ile yarışan iki ülke var… Türkiye ve Rusya!
2019 yılı sonu itibariyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde Avrupa Konseyi’ne üye 47 devlete karşı toplam 59 bin 800 şikâyet başvurusu bulunuyor…
Bu başvurulardan 15 bin 50’sini Rusya’ya karşı yapılmış, 9 bin 250 ihlal başvurusu ile Türkiye ikinci sırada… Ukrayna 8 bin 850, Romanya 7 bin 900, İtalya 3 bin 50, Azerbaycan 1950, Ermenistan 1650), Bosna-Hersek 1600), Sırbistan 1350), Polonya 1250 ve 7.900 başvuru ile diğer 37 Avrupa ülkesi izliyor (Deutsche Welle Türkçe 29.01.2020 Haberi).
Rusya’ya karşı yapılmış olan bireysel başvurular AİHM’nin iş yükünün yüzde 25,2’sini, Türkiye’ye karşı başvurular yüzde 15,5’ini, Ukrayna’ya karşı olanlar ise yüzde 14,8’ini oluşturuyor. Bu üç ülkeye karşı dava başvuruları AİHM’sinin toplam iş yükünün yüzde 55’ini geçiyor.
Bu üç ülke hak ihlalleri tarihini yazmaktan utanç duymayan devletler olarak AİHM’sinin ve insan haklarının başının derdi…
İnsanların yaşadığı 4 Kasım 1950, tarihtir…
O halde “tarih nedir” sorusuna Paul Veyne’nin “Tarih nasıl yazılır” kitabındaki (Metis.2014) sözleri ile yanıt vermeye çalışalım.
“O halde tarih nedir? Thukydides’ten Max Weber’e ya da March Bloch’a varıncaya dek tarihçiler, belgeler arasından çıkıp “sentez”e ulaşmaya çalışırken tam olarak ne yaparlar? Geçmiş zaman insanlarının çeşitli faaliyetlerinin ve çeşitli yaratımlarının bilimsel bir incelemesini mi? Toplum içindeki insanın bilimini mi? İnsan topluluklarının bilimini mi?
Bu sorunun cevabı, Aristoteles’in haleflerinin bulduğu cevaptan bu yana, ikibin ikiyüz yıldır değişmedi: Tarihçiler, aktörü insan olan gerçek olaylar anlatırlar; tarih gerçek bir romandır. İlk bakışta anlamsız görünen bir cevap…”
İnsanın acıları, kayıpları, kan ve gözyaşlarıyla yaşanmış ve yazılmış olan bir tarihtir, insan hakları…
İlk bakışta anlamsız gibi gözüken, 4 Kasım 1950 tarihi…
3 Kasım 2020
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN