Fikret İLKİZ
Gün ağarırken ışıkta, gün batarken ışığın gölgesinde…
Özgürlüğe dair, haklara dair; soru sormak…
Kişi özgürlüğü ve güvenliği, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü…
Haklar, örneğin herkesin kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma hakkı…
Temel hak ve özgürlükler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlandırılabilir.
Özgürlükleri almak, sınırlandırmak, geri vermek, hakları sağlamak, korumak yargının başat görevi ve yetkisidir. Yargı bu yetkisini, Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemeler eliyle kullanır ve Mahkemeler Anayasa ve yasalara uygun davranır, davranmak zorundadır.
Aksi takdirde Mahkemeler “yasalar üstü” demektir. Hiçbir mahkeme yasalar üstü olamaz.
Ama gördük, mahkemeler verdikleri kararlarla yasalar üstü oldular.
Oldukları zamanda, istisnalar hariç -onlara muhalifler deniyor- kimse sesini çıkarmadı.
Hakkında FETÖ üyeliğinden ceza davası açılmış olduğu halde göreve devam eden ve soruşturmayı tamamladığı gün iddianameyi imzalamayan ve başka göreve verilen savcı vardı.
İddianame hazırlandığında imzalayan ve sonra HSYK üyeliğine tayin olunun savcı vardı.
İddianame hazırladıktan sonra Adalet Bakanlığına tayin edilen var…
İddianameye kabul kararı veren, yargılama yapan, yargılamada verdiği mahkûmiyet kararından sonra Yargıtay üyeliğine terfi eden hakimler oldu.
Tahliye kararı verilen dosyada kararını geri alıp tutuklama veren yargıçlar…
Davaya hâkim olarak gelip tutuklama ve mahkûmiyet kararı verme işini fevkalade yerine getiren Mahkemeler ve Başkanlar vardı.
Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan mahkemeler vardı ve var!
“Yerindelik” diye kanuna aykırı karar veren yargıçlar ve mahkemeler var.
“Mahkemeler kararları ile konuşur” denebilir. Konuşuyorlar…Çok konuştular, yürütme organı olarak hiç sesiniz çıkmamıştı…Çünkü yargıda bu mimari eser sizlerin eseriydi, sessiz kaldınız ve susarak katılmış oldunuz. Şimdiki zamanda muhalif yapıldınız, konuşuyorsunuz.
Kim ve kimler yasalar üstüdür? Hangi mahkemeler yasalar üstü, hangileri değil?
Mahkemeler var, yasalar üstü ve kendi kararlarıyla konuşuyorlar.
Anayasa ve kanunlar insan hak ve özgürlüklerine uygunluk ölçütü ile Anayasadır, kanundur. Sadece kanuna uymak yeterli değildir. Sadece yasalara uygun mahkeme olmak hiç mi hiç yeterli değildir. Sadece görünümde mahkeme gibi karar vermek yetmez.
Eğer mahkeme kararı insan hak ve özgürlüklerini sağlamışsa karardır.
İnsan haklarını, özgürlükleri ihlal etmemiş olsanız bile, hatta ve hatta kararınız kanuna uygun karar olsa bile, ben yasalar üstü mahkemeyim dinlemem derseniz kararınız karar değildir.
Vicdanlara sığıyorsa; adalete uygunsa karardır. Kanuna değil insan haklarına saygılı ise karardır. Karar ister mahkûmiyet ister beraat olsun, herkesin içine siner, saygı duyulur.
Aksi takdirde saygı duyulmasını beklemeyin, mahkemeler kararlarıyla konuşur deseniz bile boştur. Çünkü zamanında yargı işini verdiğiniz mahkemeler şimdi yasalar üstüdür…
Anayasa Mahkemesi üzerinden “demokrasi” tartışılıyor, hukuk ve devlet konuşuluyor…Ceza davaları üzerinden Türkiye’nin demokrasisi tartışılırdı, şimdi Anayasa Mahkemesi kararları üzerinden tartışılması eklendi.
Bir türlü yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanamayan yargı, belki de şöyle söylemek daha uygun düşer; bağımsızlık ve tarafsızlık istemeyen yargının kendisidir ve halinden memnundur. Biz rahatsız zannediyoruz…
Yaşanan gerçeklerin çoğu, zamanında fark edilmez; tekrar, tekrar yaşanır!
Zor olan zihinlere hapsedilen özgürlüktür, tıpkı adaletsizlik gibidir.
Özgürlük ve hapislik birbirinin karşıtıdır. Gün ağarırken ışıkta, gün batarken ışığın gölgesinde…
Işık varsa gölgesi, gölge varsa ışık vardır.
“Gölge solduğu ve yok olduğu zaman, geride kalan ışık bir başka ışığın gölgesi olur. İşte böyle, prangalarından kurtulan özgürlüğünüz, daha büyük bir özgürlüğün prangası olur” (Halil Cibran).
Bilinen hikayedir… El Mustafa, oniki yıl boyunca kaldığı Orphlese kentinde kendisini doğduğu adaya geri götürecek gemiyi beklemiştir. Bir şafak vakti, sisler arasında gemi görünür. Mustafa, yüreğinde sızı ile ayrılacaktır tutsak kaldığı bu kentten…
Dönüş vakti gelmiştir. Halk onu uğurlamaya gelir, limanda etrafını çevirir. Gemi beklenirken, sorular sorarlar… Aşka, yoksulluğa, varsıllığa, sevinç ve kedere, suç ve cezaya, akıl ve tutkuya, acıya, kendini bilmeye, konuşmaya, zamana, iyiye, kötüye dair sorulardır.
Aslında yaşadıkları gerçekleri sorarlar, El Mustafa bir ermiş gibi yanıtlar.
Halil Cibran’ın Ermiş adlı kitabından (İş Bankası Kültür Yayınları) alıntılayarak “özgürlüğe dair” aşağıdaki soru ve yanıtı 24 Eylül 2018’de yazmıştık (Özgürlükler ve Prangalar. Bianet)
Bir soru da “özgürlüğe” dairdir.
“Bir hatip, bize ‘Özgürlükten Söz Et’ dedi. O da yanıtladı:
Kent kapısında ve ocağınızın başında, secdeye varıp kendi özgürlüğünüze tapındığınızı gördüm.
Tıpkı kendilerini katleden bir tiranın önünde eğilip, ona övgüler düzen köleler gibi.
Evet, aranızda en özgür olanların tapınağın korusunda ve kalenin gölgesinde özgürlüklerini birer boyunduruk ve kelepçe gibi taşıdığını gördüm.
Yüreğim kanadı; çünkü özgürlük peşinde koşma arzusu bile sizin için bir dizgin halini aldığında ve özgürlükten bir amaç, gerçekleşmiş bir şey olarak söz etmeyi bıraktığınızda özgür olabilirsiniz ancak.
Günleriniz dertsiz, geceleriniz eksiksiz ve hüzünsüz olduğu zaman değil.
Tam tersine, bütün bunlar yaşamınızı kuşatmışken, çıplak ve tüm bağlardan kurtulmuş olarak hepsinin üzerine yükseldiğiniz zaman özgürsünüz gerçekten. (…)
Özgür olabilmek için çıkarıp atacağınız kendi özünüzün parçalarından başka nedir ki?
Kaldırmak istediğiniz adaletsiz bir yasaysa, o yasayı kendi alnınıza siz yazdınız kendi ellerinizle.
Onu hukuk kitaplarınızı yakarak veya üzerine denizleri boca etseniz bile yargıçlarınızın alınlarını yıkayarak silemezsiniz.
Ve tahtından indirmek istediğiniz bir despotsa söz konusu olan, önce onun içinizde kurulu tahtını ortadan kaldırın.
Bir zorba özgür ve gururlu olanlarla nasıl hükmedebilir, eğer onların kendi özgürlüklerinde bir zorbalık, kendi gururlarında bir utanç yoksa?
Ve üstünüzden atmak istediğiniz bir yükümlülükse söz konusu olan, bu yükümlülük size dayatılmadı, onu siz seçtiniz.”
İdrakimizin şafağında zincirlerimizi kırmalıyız.
“Aslında özgürlük dediğiniz şey bu zincirlerin en sağlamıdır, halkaları güneşte parıldayıp gözlerinizi kamaştırsa da” (Cibran Halil).
Yazmak yerine yazılmışları yeniden yazmak, ışık ve gölgesinin ayrılmazlığı gibi her zamana uymaya başlamışsa, her tartışmaya uygunsa; zihinlerdeki hapislik artmış, özgürlükler ve haklar karanlıklarda kaybolmuştur.
Anayasa Mahkemesi iç hukukumuzda en üst mahkemedir. Hak ihlallerini Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre denetleme yetkisi vardır. Bu yetkisini Anayasadan, AİHS ve kanundan alır. AİHS kanundur. Anayasa Mahkemesi kendisini yasalar üstü gördüğü için hak ihlal eden Mahkemelerin kararlarını yargılar ve karar verir, kararlarıyla konuşur.
Anayasa Mahkemesi ve mahkemelerin hiçbirisi yasalar üstü değildir.
Yargının yargıları; insan haklarından hukuk, insan hak ve özgürlüklerinden kanun yapar, adalet ve vicdan yaratır. İnsan hakları mahkeme kararlarıyla ihlal edilemez.
Özgürlükler ve prangalar…
Gün ağarırken ışıkta, gün batarken ışığın gölgesinde…
İsterseniz gün doğumunda, isterseniz günbatımında…
“Prangalarından kurtulan özgürlükler daha büyük bir özgürlüğün prangası oluyorsa eğer; yüreğimizde mesken tutmuş korkularımızı ve zihinlerimizde kurduğumuz hapishaneleri defetmeliyiz.”
19 Ekim 2020
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN