Mualla UÇMANER
Sansür tarihi belki de yazının bulunması kadar eskidir. Zaten Ertuğrul Mavioğlu da yayımlama özgürlüğü, gazetecilik ve sansür konularını işlediği ‘Cenderedeki Medya Tenceredeki Gazeteci’ kitabıyla ilgili bir söyleşisinde şöyle diyor: “Türkiye’de sansür ne zaman ortaya çıkmıştır? Mürekkep kağıdın üzerine damladığı an sansür ortaya çıkmıştır.”
Sadece Türkiye için değil tüm toplumlar için geçerli bir cümledir bu.
Neredeyse tüm ülkelerde, baskıcı rejimler iktidara gelmeyi başarmış ve yazarları, gazetecileri, edebiyatçıları sansür ile kontrol altına almaya çalışmışlardır. Bu çaba çoğu zaman ters tepse de diktatörlüklerin alameti farikası haline gelmiştir bu eylem.
TARİHİN SANSÜR İMTİHANI
Neredeyse her ülkede sansür bir egemenlik aracı olarak kullanılagelmiştir. Aynı zamanda tarihi olaylar da egemenlik kurmak için kitaplardan vazgeçilmesinin hikâyeleriyle doludur. Mesela Platon ideal devletinde şairleri istemez. Bizans’ın Mısır Valisi Theophilos, Pagan adetlerinin Hıristiyanlığın gelişmesi önünde engel teşkil ettiğini düşünerek İskenderiye Kütüphanesi’ndeki tüm kitapların yakılmasını emreder. Bazı tarihçilere göre daha sonra yeniden kurulan kütüphane bu sefer de Müslümanlar tarafından, Halife Ömer’in emriyle Mısır Fatihi Amr İbnül-As tarafından yok edilir. M.Ö 213’te Eski Çin’de, Çin Seddi’ni yaptıran imparator Shi Huang Di bilimsel olanların dışında kalan bütün kitapların yakılmasını emreder. Komedya türünün babası Aristophanes, Babilliler adlı oyununda Atina’nın iç ve dış politikasını eleştirdiği, yöneticileri küçük duruma düşürdüğü için kovuşturmaya uğrar ve tanrıtanımaz ve gençliğin ahlakını bozan biri olduğu gerekçesiyle öldürülür. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama sansürün bir devlet mekanizması haline gelmesi ve kurumsallaşması için matbaanın bulunması gerekmiştir.
MATBAA BULUNDUKTUN SONRA…
Ve böylece “mürekkebin kâğıdın üstüne damladığı an” konusuna geri döneriz; Cervantes’in Don Quijote’unun ilk sayfalarında krallık konseyinin özel iznini okuruz mesela. İspanya’da bir kitabın yayımlanabilmesi için bu izni almasının zorunlu olduğunu anlarız. Sansür daha kitap yayımlanmadan yürürlüktedir.
Bu yöntem sadece İspanya’nın tekelinde kalmamıştır doğal olarak. Fransa’da da devrim öncesi dönemde yayıncılık sıkı bir denetime tabidir. Her kitap ancak yayın izni alabilirse basılabilir. Ama sansürün bu şekli, kolay bir şekilde delinmiş, yurt dışında basılan kitaplar el altından çoğaltılarak geniş kitlelere ulaştırılmıştı. Bu kitapların devrimin gerçekleşmesinde de önemli rolü olduğu söylenegelir. Devrim sonrasında devrimler ve karşı devrimler çağına giren Fransa’da 19. yüzyılda sansür etkin bir şekilde uygulanagelmişti. Bugünkü liberal demokratik yayımlanma özgürlüğü fikri için 1900’lerin başına kadar beklenmesi gerekmiştir.
HİCİV İLE DİRENİŞ
İngiltere’de ise durum daha vahimdir. Roman türünün ortaya çıktığı 18. Yüzyıl boyunca sansür etkin bir mekanizma olarak varlığını hissettirir İngiltere’de. Bu dönemde yazarlar hapse atılır, teşhir direğinde sallandırılırlar. Pek çok yazar gerçek düşüncelerini yazmak için yollar aramaya başlar: Jonathan Swift’in çok bilinen ama az okunan eseri Gulliver’in Seyahatleri aslında İngiliz toplumunu ve siyasi yapısını hicvettiği taşlama metinleridir. Bu yöntem aynı zamanda daha sonra sıklıkla kullanılan bir direniş tarzını da yaratacaktır. Kapitalizmin kalesi olan İngiltere, konu edebiyat ve sanat olunca, uzun dönem demokrasinin beşiği olmayı başaramaz. Hem kitaplar hem de tiyatrolar üzerindeki sansür 1960’lara kadar devam eder. 1960 tarihi önemlidir çünkü D.H. Lawrence’ın ünlü romanı Lady Chatterley’in Aşığı 1960 yılında, sansürsüz kopyası ilk kez yayına hazırlanırken İngiltere’de dava konusu olur. Kitabın yayıncısı Penguin’e açılan davanın gerekçesi romanın müstehcen bulunmasıdır. Sbylle Bedford’un Lady Chatterley’in Aşığı Yargılanıyor kitabı bir hukuk garabeti olan bu yargılamayı tüm çıplaklığıyla anlatır ve sansürün nasıl zavallı bir çaba olduğunu gözler önüne serer.
ABD’de ise durum karışıktır: Anayasa konuşma özgürlüğünü sınırsızca savunurken eyalet yasaları sansürü kolayca uygularlar. Bir tür tavşana kaç tazıya tut durumu söz konusudur. Sansür uygulamak yasaldır ama aynı zamanda anayasaya da aykırıdır.
KÜLTÜREL ÇÖL
Almanya’da ise görece özgür bir yayımlanma geleneği varken, Nazilerin iktidara gelişi bu geleneğin tüm olumlu kazanımlarını yerle bir eder. Naziler yüzbinlerce kitabı yakar, faşizmi yüceltmeyen her kitap sakıncalı sayılmaya başlanır. Alman kültürünü zehirlediği gerekçesiyle Yahudi yazarların, Nazizimi benimsemediği için muhalif kitaplar yasaklanır. Nazilerin iktidar olduğu on iki yıl boyunca Almanya kültürel bir çöle dönüştürülür.
Rusya ise tüm tarihi boyunca sansür ile anılır. 19. Yüzyıl boyunca Çarların baskı rejimi sansür kurumunun etkin bir şekilde kullanılmasına neden olur. 1900’lerdeki devrimlerden sonra kısa süreli özgürlük dönemleri yaşansa da devrimin katılaşması sonrasında pek çok kitap yasaklı duruma gelir. Doğrudan yasaklanan kitapların dışında, bir daha yayımlanmayarak arşivlerde tutulan, unutturulan, okuyucu yüzü görmeyen kitaplar sosyalizmin tarihsel bir döneminin sona ermesini beklemek zorunda kalmıştır. Andrey Platonov, Mihail Bahtin, Vasili Grossmann gibi pek çok yazar senelerce okur yüzü görmeme tehdidi altında yazmışlar; çoğu zamanda eserlerinin okurla buluştuğuna şahit olamamışlardır.
Sansürün dünyadaki tarihini yazmakla bitirmek mümkün değil. Çünkü egemenler her zaman düşünen, sorgulayan ve başka bir dünyanın mümkün olduğuna inananlara karşı sansür silahını kullanmışlardır. Bu silahın belli bir dönem için etkili olduğunu söylemek mümkün ama egemenlerin unuttuğu şey gerçeklerin her zaman ortaya çıkma gibi kötü bir huya sahip olduğu gerçeğidir.
(Birgün Kitap, 18.09.2020)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN