Bireysel silahlanmadaki artışın en önemli nedeni olarak cezasızlığa işaret eden Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, gazeteci Gülistan Azak‘ın sorularına verdiği yanıtta; “Bu tüm toplumu ilgilendiren bir konu ve ayrıca bir demokrasi meselesi. Şiddet içeren olaylara karşı herhangi bir korumanın söz konusu olmaması hukuka, kamu kurumlarına güvenin yitirilmesine ve kişilerin izole ve tecrit olmalarına yol açıyor” dedi.
Türkiye’de son dönemde şiddet olayları ciddi bir tehdit oluşturuyor. Sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, muhalefet partileri bireysel silahlanma ve şiddet olaylarındaki artışa dikkat çekerek buna karşı önleyici adımlar atılmasını talep ediyor.
Peki, Türkiye’de şiddet neden artıyor, bireysel silahlanmaya ilişkin veriler ne gösteriyor? Türkiye’deki bireysel silahlanma sorununa çözüm üretmek için faaliyet gösteren Umut Vakfı’na göre Türkiye’de bu sorun her geçen gün artıyor.
Umut Vakfı’nın Türkiye’nin Silahlı Şiddet Haritası ve 2019 Raporu’na göre geçen yıl 3 bin 623 silahlı şiddet olayında 2 bin 211 kişi hayatını kaybetti, 3 bin 736 kişi de yaralandı. Aynı rapora göre 2018’de 3 bin 679 silahlı şiddet olayında 2 bin 279 kişi yaşamını yitirmiş, 3 bin 762 kişi de yaralanmıştı.
Bireysel silahlanmanın sonuçlarının en ağır yaşandığı olayların başında ise kadın katliamları geliyor.
Konuya ilişkin Umut Vakfı Yönetim Kurulu üyesi, İletişim Akademisyeni Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu ile konuştuk.
*90’lı yıllara kadar Emniyet Müdürlükleri silah teminindeki istatistikleri açıklıyordu. İstatistikler ‘güvenlik’ gerekçesiyle artık paylaşılmıyor. Sizler araştırmalarınızdaki verileri nasıl sağlayabiliyorsunuz? Öncelikle sizden ülkedeki bireysel silahlanmayla ilgili bir resim çizmenizi istiyoruz. Son yıllarda özel bir artışın olduğu belirtiliyor. Doğru mudur? Ülkedeki bireysel silahlanma ne durumda?
Öncelikle şunun altını çizmekte yarar var. Bireysel silah bulundurmak bir hak değil. Bireysel silahlanma, her an yaşam hakkını ortadan kaldırabilecek bir cinayet aracına sahip olmak ile eş değer bir şey. Bireysel silahlanmaya ve bireysel şiddete karşı mücadele veren Umut Vakfı 2015’ten bu yana her yıl medyada özellikle 3’üncü sayfada çıkan bu haberleri istatistiksel olarak inceliyor. Ve Türkiye’nin bir ‘silahlı şiddet’ raporunu hazırlıyor. Bunu yaparken medyaya yansıyan olaylar üzerinden raporunu yayınlıyor. Yani, medyaya yansımayanlar dolayısıyla raporda yer almamakta. Dolayısıyla bireysel silahlanmadaki rakamların daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Tablo gerçekten vahim. Ülkede her yıl ortalama 4 bin 500 kişi bireysel silahlanma nedeniyle ölmekte. En geniş ve genel olarak kadın cinayetlerinde kullanılan silahların, ‘kıskançlık ve namus’ gerekçelerinin yanı sıra küçük bir tartışmada dahi kullanıldığını görüyoruz.
*Umut Vakfı’nın verilerine göre 2015 yılında 2 bin 175 silahlı olay basına yansımışken 2018 yılında basına 3 bin 679 olay basına yansımış bulunuyor. Yani sonu yaralama ve öldürmeye varan silahlı şiddette yüzde 69 artış dikkat çekiyor. Bu artışı yaptığınız araştırmada neye bağlıyorsunuz?
Bu artışın en büyük nedeninin kültürel faktörler olduğunu görüyoruz. Bireysel ve toplumsal sorunların şiddetsiz biçimde çözülmesi konusunda bir anlayış ve gelenek mevcut değil maalesef. Silah ortaya çıkan sorunların çözümünde akla gelen ilk araç olmadığı gibi, meşru bir araç da değildir. Umut Vakfı tarafından yapılan bir araştırmaya göre, bu bireysel silahlar tamamen öldürme amacıyla ediniliyor. Türkiye’de son 10 yıldır şiddetin çok fazla ön plana çıktığını ve gündeme getirildiğini biliyoruz. Özellikle pandemi sürecinin yol açtığı belirsizlik, çok ciddi birikmiş öfke problemi, çaresizlik, geleceğe dönük umutsuzluk ve güvenlik gibi nedenler ile silah alımının çok daha arttığını görüyoruz. Ve silah ciddi bir tehlike olmaması durumunda dahi birçok gerekçe ileri sürülerek alınan ve kullanılan ilk araç olarak görülüyor. Muhafazakarlığın ve otoriterliğin artmakta olduğu bir toplumsal iklimde korkunun da yükselmekte olduğunu görüyoruz. Kişilerin bu korkularından yola çıkarak devlet veya oy verdiği iktidarı korumak ve bu zemini kaybetmemek için mikro veya makro düzeyde silahlanarak önlemler almak istiyorlar. Bu da gerçekten zaman zaman sorunlu olabiliyor.
* Türkiye’de yüzde 85’i ruhsatsız en az 25 milyon silah bulunuyor. Kişiler ülkede silah temini hangi koşullarda ve ne yollardan gerçekleştiriyor? Bireysel silahlanmanın artışına bir neden olarak da silahın temininin kolaylığını gösterebilir miyiz? Bu konuda araştırmalarınızdan edindiğiniz bilgileri ve değerlendirmelerinizi paylaşabilir misiniz?
Taramalarımıza göre ruhsatlı silah sayısı 2 buçuk milyon kadar. Bu durumda toplam silah sayısı 25 milyon civarında. Ve Türkiye’de silah ruhsatı almak için 21 yaşında olmak gerekiyor. Bireysel silahların ulaşılabiliyor olması, açık hava toplantılarında havaya ateş etmek, tartışmalarda silahların kullanılmasının çok yaygın olması ve evdeki silahlara sahibi dışındakilerin de ulaşabiliyor olması gibi durumlar şiddete davetiye çıkarıyor. Bu çok büyük bir sorun teşkil ediyor.
*Ruhsatsız silah kullanımındaki cezai müeyyidelerin de az ve yetersiz olduğuna da dikkat çekiliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Önleyici tedbirler yeterli mi?
Umut Vakfı’nın araştırmalarına göre 2015 yılında Türkiye’de 2 bin 175 silahlı olay basına yansımış. Bu olaylarda toplam bin 951 kişi ölmüş. Bir kısmı ağır olmak üzere bin 286 kişi de yaralanmış. Bu ağır yaralananların daha sonra ne kadarının öldüğünü maalesef bilmiyoruz. Şimdi bu tabloya göre, 2015 yılında Türkiye’de günde en az 5 kişi ölmüş. Ateşli ve kesici silahlarla işlenen olayların yüzde 71’i tüfek, tabanca, beylik silahı gibi silahlarla, yüzde 29’u ise kesici ve delici aletlerle gerçekleştiriliyor. Yani burada yüzde 71’lik kapsama giren silahlı olayların yüzde 39’u tüfeklerle, yüzde 28’i tabancalarla, yüzde 4’ü ise beylik silahlarla yaşanıyor. Yani beylik silahlarla yaşanan olayların çoğunluğunu polis, asker intiharlarını oluşturuyor.
“Neredeyse tüm vakalarda silaha el konularak düşük bir para cezası veriliyor. Yaptırım uygulanmıyor. Dolayısıyla bu caydırıcı değil, özendirici bir nitelik taşıyor.”
Ancak gerek emniyet gerek ise İçişleri Bakanlığı’nın son yıllarda bilgilerine ulaşılamıyor. Oysa Türkiye’de silahlı şiddetin çokça görüldüğü öyle iller var ki, bu illerin durumu psikolog, sosyolog gibi uzmanlar tarafından masaya yatırılarak enine boyuna tartışılmalı. ‘Çok geç kaldık’ demeden sayıları şeffaf bir şekilde yayarak tüm gerçekliğiyle bu sorunu ameliyat masasına yatırmamız gerekiyor. Kamuoyunu da bilinçlendirerek toplumun, ülkenin huzurunun sağlanması gerekiyor. Çünkü tüm dünya böyle yapıyor. Önleyici tedbirler tabi ki önemli. Ancak yeterli değil. Avrupa’da silahlara ilişkin alınan önlemler kapsamında sayı sınırlandırmasının bizde olmayışı da başlı başına bir sorun. Silahlara sınırlandırma ve denetimin getirilmesi lazım. Yine referans sistemi getirilmeli. Silahın bulunduğu alanlarda yaşayan bireylerin de onayı lazım. Neden? Çünkü evdeki silah aile içi şiddette çok fazla kullanılıyor. Ruhsatsız bir şekilde elde edilen bu ruhsatsız silahların yakalanması halinde kullanıcısına verilen ceza çok düşük biliyoruz. Neredeyse tüm vakalarda silaha el konularak düşük bir para cezası veriliyor. Yaptırım uygulanmıyor. Dolayısıyla bu caydırıcı değil, özendirici bir nitelik taşıyor.
*Bireysel silahlanmanın toplumsal şiddeti arttırdığına dair edindiğiniz veriler kapsamında değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Bireysel silahlanmanın temelinde erkek egemen zihniyet ve toplum yapısı yer alıyor. Yani silah taşıyan insanlar adeta bunu bir ayrıcalık olarak görmekte. Silahlanma ne kadar fazlaysa bu o silahların o denli kullanıldığını gösteriyor aynı zamanda. Yani siz o aracı ortaya koyar erişimini kolaylaştırırsanız onun tabi ki kullanımını özendirmiş olursunuz. Kişiler çok saldırgan oldukları için silahları alıyorlar demek doğru değil. Bilakis silahlandıkları ölçüde saldırganlaşıyorlar.
*Faillerin kadınları büyük oranda ateşli silah ile katlettiğini görüyoruz. Bu fail erkeklerin korucu, polis, vali yardımcısı olması da dikkat çekiyor. Devlet yetkililerinin görevleri gereği temin edilen silahları kötüye kullanmasına ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Bu durumlara ilişkin evde denetim sistemi getirilmeli. Devlet yetkilisi diye silah veriliyor, ancak bu silahı taşıma ruhsatına ilişkin avukat ve hakim referans sistemi getirilmesi gerekiyor. Yine evde silah bulundurmasına dair eş rızasını içeren referanslar sağlanmalı. Sağlık, eğitim, saklama, eğitim gibi koşullara ilişkin denetimlerin sağlanması gerekir. Çünkü bu silahların yüzde evde açıkta bir yerde duruyor. Devlet yetkilisinde güvenlik konusu normal insanlara göre daha fazla. Kendilerinde silahı kullanma hakkını görerek kötü sonuçlara neden olması da yüksek. Dolayısıyla özellikle ellerine silah verilen devlet yetkililerini çok daha sıkı denetime tabi tutmakta büyük yarar var.
*Sevda Noyan’ın katıldığı canlı yayında darbe tartışmalarına yönelik “Bizim aile şöyle 50 kişiyi götürür. Biz bu konuda çok donanımlıyız maddi ve manevi olarak” sözlerinin yankıları sürüyor. Sizler iletişim akademisyeni olarak bu durumu nasıl karşıladınız? Medyanın bu konudaki önemine ilişkin neler söylemek istersiniz?
“Toplumdaki kanaat önderleri bireysel silahlanmaya karşı çağrılarda bulunmalı. Reklamcılar silahlanmayı önleyici içeriklere ilişkin subliminal mesajlar da kullanabilmelilerdir. Silah görüntüleri mozaiklendirilmeli. Yine içinde sözlü şiddetin bulunduğu söylemlere sansür uygulanmalı.”
Hepimizin bildiği üzere hukuk dışı çağrılar, açık veya örtük tehditler, şiddeti teşvik edici sözler taviz verilemeyecek şeyler. Demokrasilerde dünyanın hiçbir yerinde bu duruma taviz vermek, göz kırpmak mümkün değil. Ve meydanın da tabi ki buna alet olması kabul edilemez. Yani bu durumu evrensel etik ilkelerinden dünyadaki gazetecilik etik kodlarına kadar bakın hiçbir yerde kabul edilemez olduğunu görebiliriz. Ekrana çıkarılan kişilerin söylediği her şeyden elbette medya sorumlu değil. Ancak programı sunan kişinin, programda sarf edilen sözlere ilişkin herhangi bir müdahalede bulunmaması, sessiz kalması onu onayladığı anlamına gelmekle beraber suç ortağı olduğu kanaatini oluşturur. Ve kamuoyu da bu yanlış kanaatten beslenmekte. Bu çok tehlikeli. Tamamen medyanın kamusal sorumluluğunu ihlal eden bir şey.
Ayrıca bakıldığında silahlanma sonucu ölüm ve yaralanmaların sayılarını medya maalesef çok sansasyonel veriyor. Halbuki medya halkın bireysel silahlanmayla ilgili risk ve tehlikeleri algılaması, tedbir alma sürecine katkı sağlaması gibi bir sorumluluğu var. 4’üncü kuvvet dediğimiz medyanın sorumluluğu budur. Devlete ve patronuna karşın halkın, bizlerin bilgi edinmesine hizmet ediyor esasında. Burada medyanın izlemesi gereken bireysel silahlanmanın nedenlerini, sonuçlarını araştırmak; nedenlerini ortadan kaldırmak, yaptırımının takibini yapmak ve açığa çıkarmaktır. Televizyonlarda yayınlanan programlarda, dizilerde, müziklerde, internet ortamlarında ruhsatlı veya ruhsatsız hiçbir silahın gösterilmemesi gerekiyor. Buna ilişkin TV’lerde kamu spotları yayınlaştırılmalı. Toplumdaki kanaat önderleri bireysel silahlanmaya karşı çağrılarda bulunmalı. Reklamcılar silahlanmayı önleyici içeriklere ilişkin subliminal mesajlar da kullanabilmelilerdir. Silah görüntüleri mozaiklendirilmeli. Yine içinde sözlü şiddetin bulunduğu söylemlere sansür uygulanmalı.
*Son olarak dikkat çekmek istediğiniz veya eklemek istedikleriniz var mı?
“Cezasızlık işlenen suçlarla ilgili kamuoyunda tartışmayı engelliyor. Suçlar gerektiği şekilde incelenmiyor, kovuşturulmuyor. Bu durum başkalarının da benzeri suçları işlemesini teşvik edecek şekilde faillerin cezasız kaldığı mesajı da veriyor.”
Cezasızlık çok önemli bir sorun. Bilindiği üzere cezasızlık yalnızca maktulü, mağduru ve yakınlarını değil, tüm toplumu ilgilendiren bir konu. Ve bu ayrıca bir demokrasi meselesi. Cezasızlık kültürü geliştikçe de korku nedeniyle her şeye biat etme ve kabullenme durumu normalleşiyor. Cezasızlık işlenen suçlarla ilgili kamuoyunda tartışmayı engelliyor. Suçlar gerektiği şekilde incelenmiyor, kovuşturulmuyor. Bu durum başkalarının da benzeri suçları işlemesini teşvik edecek şekilde faillerin cezasız kaldığı mesajı da veriyor. Failler cezasız kalınca şiddet olaylarının artması çok kaçınılmaz, doğal oluyor. Şiddet içeren olaylara karşı herhangi bir korumanın söz konusu olmaması hukuka, kamu kurumlarına güvenin yitirilmesine ve kişilerin izole ve tecrit olmalarına yol açıyor. Belki de Umut Vakfı olarak adalet ve hukukun üstün kılındığı bir ülke özlemiyle şiddetin en aza indirgenmesini umut ederek çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
İyi haftalar
Umut Vakfı
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN