Edip Mert ARSLAN
Herkesin eline bir ya da birkaç kere Jack London’ın romanlarından biri geçmiştir. Eğer bu güzel olay çocukluk, gençlik aralığında bir yerlerde gerçekleştiyse bu kitabın ‘Vahşetin Çağrısı’ ya da ‘Beyaz Diş’ olması ihtimali epey yüksektir. Daha ileri yıllarda bu kitap ‘Martin Eden’ veya ‘Demir Ökçe’ olabilir. Konu ‘edebiyat ve köpek’ madem, o zaman London’ı en iyi anlatabilecek olan kitap ‘Vahşetin Çağrısı’dır.
‘Malikanenin efendisi’ olan Buck, o yıllarda başlayan ‘altına hücum’ çılgınlığının gönülsüz bir parçası olmak zorunda kalır. Bu sırada yaşadığı ‘efendi’ hayatı geride kalırken bir yandan da içinde atalarının sesi yankılanmaya başlarken hayatında karşı karşıya kaldığı her şey içindeki ‘vahşi’ dürtüleri uyandıracak ve sonunda insanların ‘insanlıkları’ ve bunun dayattıklarıyla bağını tamamen koparacaktır. ‘
Medeni’ köpek Buck, önce Kanada hükümetinin memurları için çalıştırılır, sonra altına hücum edenlere mektup yetiştirmeye çalışan postacılar için kızağa koşulur, akabinde ise iş bilmezliklerinden dolayı ölecek olan ve birkaç köpeğin de ölümüne neden olan altın arayacılarının kızağını çeker. Bir yandan aşamalı olarak insanların zulmüyle yüzleşen Buck, diğer yandan da içinde uyanmakta olan ‘vahşet’le birlikte sürü liderliği için diğer köpeklerle mücadele etmelidir.
Son ‘sahipleri’nin zulmüyle ölüme yaklaşan Buck, en son onu kurtaran insanın gösterdiği sevgiyle birlikte hem yeniden hayata tutunur hem de insanlara olan güvenini tazeler. Bu güzel insan ise hayatının sonlanma nedeni, altın arayışı yolculuğunda karşılaştıkları Amerikan yerlileri olur. Bu noktadan sonra vahşetin çağrısı Buck’ı kucaklar.
BİR ‘MELEZ KÖPEK’ OLARAK LONDON
Bu hikâye London için de geçerlidir denilebilir. Jack London, yalnızca döneminin en iyi ve en heyecan uyandıran roman yazarlarından birisi değildir, aynı zamanda yaşadıklarını veya yaşadıklarından çıkardığı şeyleri yazdıklarında da kullanılabilmesiyle kendine has, özel bir yazar olarak edebiyat dünyasındaki haklı yerini de kazanmıştır. Bunun nedeni hızın ve çeşitliliğin merkezinde bulunduğu zamanımıza göre bile ‘hızlı’ bir hayat yaşamış olmasıdır. London bir midye korsanıdır, sonrasında da midye korsanlarını yakalayan bir zabıta. Uskunayla açık denize açılan bir denizcidir. Çalıştığı fabrikada, diğer işçilerin yaptığı işin iki katını yapan, diğerlerinin aldığı ücretin yarısına ödenen ve bunu fark ettiğinde de işten ayrılan kandırılmış bir işçidir. Okula geç başlamış, kendinden gençlerle okuyan, okuduğu okulda hademelik yapan bir öğrencidir. Meydanlarda tutkulu ajitasyonlarla halka seslenen genç bir sosyalisttir de. ‘Açlar Ordusu’ ile kilometrelerce yürümüş bir eylemcidir. Yaşadığı dönem ortaya çıkan altın arayıcılığı macerasına amcasıyla birlikte katılan maceraperest bir altın arayıcısıdır. Japonya ile Rusya arasındaki savaşı Japonya’da, Meksika İç Savaşı’nı Meksika’da takip eden bir gazetecidir. Ve bizim onu tanımamızı sağlayan kalemi sapasağlam bir yazardır.
Jack London’dan bahsederken bir yandan da Buck’tan bahsediyoruz denilebilir. Kahramanı Martin Eden gibi yayınevlerine sayısız kere yazılar göndermiş, sayısız kere reddedilmiştir fakat nihai olarak edebiyattaki yerini, Buck’ın da sürüsünde yaptığı gibi, dişleriyle ve tırnaklarıyla kazanmıştır.
Bu çeşitliliği nedeniyle her yazdığı romanda veya öyküde neredeyse otobiyografik denilebilecek kesitler halinde anlatılara rastlamak kimseyi şaşırtmaz. O hem alkolik John Barleycorn’dur, sevdiği kadını kollarının arasına alabilmek için gecesini gündüzüne katarak okuyarak, yazarak ve aynı gün içerisinde üç işte çalışarak çağının eleştirel aklı haline gelen Martin Eden’dir. Hayalet’in gaddar kaptanı Wolf Larsen’dır ve aynı zamanda da Larsen tarafından alıkonulan Humprey Van Weyden’dır. Gelin görün ki yazdıkları arasında onun en büyük özelliğini en çok gözler önüne serenin ‘Vahşetin Çağrısı’ olduğu söylenebilir.
ZİNCİRSİZ BİR HAYAT HASRETİ
London, uskunayla açıldığı seferin ardından evine döndüğünde annesinin ısrarı üzerine bir betimleme yarışmasına katılır ve bu yarışmayı kazanarak para ödülü alır. London, bu andan sonra kalemiyle para kazanabileceğini görür fakat hayat yine de kolay olmaz. Tıpkı Buck gibi, yukarıda da bahsedildiği gibi birçok farklı işte çalışması kaçınılmazdır. Neredeyse her girdiği işte ensesinde şaklayan bir kırbaç vardır, tıpkı işçi sınıfının her ferdinin ensesinde şaklayan kırbaç gibi. En temelindeki derdi ise her insanın hasret çektiği zincirsiz, özgür bir hayatı yaşamaktır. Böylesi bir yaşama ancak ölümüne birkaç sene kala sahip olabilmiştir fakat bu yıllarında da sosyalizm üzerine konferanslar vererek mücadelesini sürdürmüştür. Gençliğinden itibaren, aynı Buck gibi, istemediği hayata sürüklenmiştir ve romanlarının merkezi karakterleri de genel bağlamda böyle kişilerdir.
Bunun yanı sıra Buck gibi ‘hakkıyla’ kazanılmış bir liderlikten bahsedilebilir. Daha genç yaşlarında denizin çalkantılı suları ve zalim koşullarıyla sertleşmiş, ondan daha iri, daha güçlü ve daha deneyimli denizcilerin arasında söz sahibi olmuş, onların saygısını kazanmıştır. Yazar olarak tanınmasıyla birlikte bu özelliğini bu yeni sanatçı çevresinde de korumuştur. Bu çevre neredeyse onun gelişiyle heyecanlanır, onun gidişiyle köşelerine çekilir. Jack’ten bahsederken bir yandan da Buck’tan bahsediyoruz denilebilir. Kahramanı Martin Eden gibi yayınevlerine sayısız kere yazılar göndermiş, sayısız kere reddedilmiştir fakat nihai olarak edebiyatın güçlü bir kalemi olarak yerini, Buck’ın da sürüsünde yaptığı gibi, dişleriyle ve tırnaklarıyla kazanmıştır.
ÖZGÜRLÜK TUTKUSU
Diğer yandan Buck, London’ın edebiyatına dair de büyük izler taşır. Romanların pek çoğunda tematik benzerlikler görülebilir. Editör ve yazarken ağır iş yükünden kaçmak isteyen Belew, altın arayıcılığı çılgınlığının başlamasıyla yollara düşer. Martin Eden ise sıradan basit bir denizciyken âşık olması nedeniyle sınıfını geride bırakacaktır. Weyden bir edebiyat eleştirmenidir. Buck ise ait olduğu yerden zorla sökülüp alınacaktır. Fakat her birinde muazzam kişisel değişimler yaşanır ve bir zamanlar içinde bulundukları keyifli yaşam yadırganmaya başlanır. Belew eski sönük kişi değil Alaska Kid’tir, Weyden sıkı bir denizci haline gelmiştir, Martin basit bir denizciden profesörlerle kıvrak bir biçimde sosyalizm tartışabilecek bir entelektüeldir. Buck ise ilk başta koşum takımlarında gurur, lider ve özel bir köpektir. Nihai olarak hepsi bu yolculuklarında uğraklarından tiksinir. Weyden, Larsen’a ihanet edip kaçacak; Martin Eden yaşadığı hayatın sahteliğinden sıkılarak intihar eder. Buck ise yaşadıklarıyla insanlıktan kopar, atalarının çağrısına kulak vererek ‘Hayalet Köpek’ olur, artık malikanenin efendisi değil, doğanın bir parçası, ve belki de, onun gerçek efendisidir. Tüm bu romanlarda okunabilecek olan ‘otobiyografik’ bir şey varsa o da London’ın özgürlük konusunda tutkusundan fazlası değildir.
(Birgün, 21.08.2020)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN