Post image
Zamanı iyi kullanmak üzerine müthiş bir kitap!

 

Ahmet Kemal ŞENPOLAT
Hukukçu

Bu dünyaya bir Aziz Nesin uğradı ve geçti gitti. Bir rüzgâr gibi, bir kasırga gibi, “Yeter artık gerçeklere gözünüzü açın, çok fazla uyudunuz, uyanın” diye diye…

Merak etmeyin, bu yazı onun o hepimizin bildiği yanları, o ütopik dünyası, gerçekleri tespit ediş açısını anlatmak için kaleme alınmıyor. Tam tersine O büyük insanın bugüne kadar kimse tarafından fazlaca bilinmeyen iç dünyasını, oğlu Ali Nesin ile yapmış olduğu yıllar süren mektuplaşmaları değiniliyor. Aziz Nesin Ali Nesin Mektuplaşmalarını adını taşıyan Türkiye’nin kısmen yakın tarihine ışık tutan bu belge kitap sizi müthiş bir zaman yolculuğuna çıkartıyor. Bu mektuplaşmalar ile yıllar öncesinden bir babanın olanca içtenliği ile oğul Ali Nesin’in lise yıllarından başlayıp Sivas olaylarına kadar geçecek sürede, baba oğul arasındaki tüm şeffaflığı, samimiyeti ve masumiyeti ile ve gelecekte yayımlanma olasılığı düşünülmeyerek kaleme alınmış nefis bir başyapıtın ortaya çıkmasına neden oluyor. Dünya mektup edebiyatının en büyük eksikliği belki bu kitap sayesinde tek taraflı ve monolog olmaktan çıkıyor ve okuyucu karşı taraftan gelen yanıtı da aynı kurgu içinde okuduğu için soluksuz bir eğitim periyoduna ister istemez o da katılıyor.

Mektuplarla eğitim

Oysa yıllara dayanan baba oğul mektuplaşmaları Aziz Nesin’in yurtdışında tek başına yaşamak zorunda kalan bir genci mektuplarla oya gibi işleyip nasıl aydın bir insan olarak dünyaya kazandırdığını göstermekte. Tabii ki Ali Nesin’in de delikanlılık çağından bir bilim insanı olana dek mektuplar yolu ile de olsa babasından almış olduğu ilham, öğütler, sorumluluk duygusu onu mektuplaşmaların sonuna gelindiğinde bugünkü bilim insanı Ali Nesin yapmakta. Şunu da belirtmekte fayda var ki, Aziz Nesin’in kimilerince uç fikirler olarak algılanabilecek dünya görüşlerine mektuplarında asla rastlanmamakta ve oğul Ali’ye asla bu yönde bir telkinde bulunulmamakta. Bir genç hiçbir şekilde baskı altında kalmadan yetişirken bu mektuplar bugünün genç anne babalarına yol göstermekte ve hatta birinci derecede eğitim kitabı olmaya aday olduğunu kanıtlamaktadır.

Nesin Usta’nın para kazanmak için karşılaştığı arabesk Türkiye gerçekleri ve zorluklarına karşı bitmez tükenmek bilmez direnci, sonunda onun en büyük hayali Çatalca’daki Nesin Vakfı’nın temellerinin atılmasını sağlıyor. Zaten kendisi de Ali’ye yazdığı mektuplardan birisinde “halkın durumunu gördükçe bu kadar çok para kazanmaktan utanıyorum. Vakıf ancak beni bu utançtan kurtarıyor” der. Ama düşündüğünüz zaman Aziz Nesin gibi bir aydının Türkiye gibi bir ülkede hem para kazanıp hem böyle bir yatırıma kaynak ayırması ve bu çocuk cennetini zaman içinde yoktan varetmesi zordur, mücadele ve direnç gerektirir. Kendisine alçaklık yapanlara kızar, sinirlenir ama onları asla suçlamaz. Ali Nesin ile olan mektuplaşmalarda bir oğulun babaya verdiği manevi destek ve bir babanın iç dünyasını ona en samimi en gerçekçi durumu ile açması belki de tüm mektuplaşmalar boyunca okuyucuyu hırslandıracak ve vakfın bir an önce bitmesi için sayfaları nefessiz çevirmesini sağlayacaktır.

Okuyucu tüm mektuplaşmalar boyunca vakfın bir an önce tamamlanmasını ve Aziz Nesin’in rahata kavuşmasını sabırla beklerken, Ali Nesin’in de yurtdışındaki başarılarının sona ermemesini diler. Aziz Nesin için tek para kazanma yolu olan daktilonun tuşları onunla dünyanın birçok otel odasında, seminerde, panelde, kiralık evlerde, bürosunda, vakıfda hep onunla beraberdir. Vakfı tamamlamak için sistemle mücadeleye kendini adamak zorunda kalmış ve tesbit ettiği bir çok konuda da zaman onun haklılığı ortaya çıkarmıştır.

Tüm mektuplaşmalar boyunca okuyucu Aziz Nesin’in çalışma temposunu gördükçe zamanını nasıl boşa harcıyor diye kendisine bile kızar. Aziz Nesin’in deyimi ile o artık yolun sonuna doğru geldiği için onun zaman kaybetmeye tahammülü yoktur. Bir yandan gazete çıkarır, bir yandan aydınlar dilekçesini hazırlar, bir yandan yazarlar sendikasında yönetici olur, yurdışında yurt içinde panellere katılır, vakfı tamamlamaya oraya her sene biraz daha yetiştirebildiği kadar çocuk almaya çalışır. Yaşı ilerledikçe daha az uyuyup temposunu daha da artırır, zamanını daha tasarruflu kullanmaya çalışır. Çünkü yazacak çok kitap, yapılacak çok iş vardır. Mektuplarının bir yerinde “Yorulmaya hakkım var, ama dinlenmeye hakkım yok; pazarlığım ölüme kadar” der. Ali Nesin en sonunda Yale Üniversitesi’nden mezun olup Berkley Üniveristesi’nde profesör olana kadar aslında yanında hep Aziz Nesin’in eğiticiliği eşlik etmiştir. Mektuplarında hep vurguladığı üzere, bir bilim insanı yetişirken teori içinde kaybolup yok olmamalı aksine pratik hayatta da insanın ihtiyaçlarına da yanıt vermelidir. Üniversitede kendi kendine soyut kavramların peşinde koşan akademisyen topluma faydalı olamaz diyerek kendisinden kilometrelerce uzaktaki Ali’ye bunu mektupları ile işler.

Sorgulatıcı arayış

Burada vurgulanması gereken satır aralarında söylediği şudur belki de:
Bugünkü genç kuşaklarda gördüğümüz modaya uyup parayla yurtdışında sırf kuru bir eğitim alarak üniversite diploması almayı hedefleyen bir genç bir bilim insanı olmamalıdır o….!. Babasından ve ülkesinden kilometrelerce uzakta olmasına rağmen sırf adı olan kuru bir okul eğitimi ile değil ama toplumsal sorumluluğu olan , felsefeden, edebiyattan, sinemadan, sanattan anlayan bir bilim insanı yetişmektedir. Çünkü uygar ve okumuş bir genç sorgulamalı, düşünmeli yaşadığı topluma borcunu ödeyebilmelidir.

Bugünün anne babalarına baktığınızda ise verdikleri onca paralarla aslında çocuklarına eğitim adı altında nasıl onlara boşa zaman geçirttiklerini, sırf başlarından uzaklaşsın ele ayağa dolanmasın diye ana okuldan başlayıp ilerleyen yaşlarına kadar özel okullarda, kurslarda, öğretmenlerde para harcadıkça velilik görevini yaptığını düşünen bir aile türü ile karşılaştıkça bu mektuplaşmalardan sonra okuyucu iyice kahrolmaktadır. O çocukların, kendilerine bir yol gösteren olmadığında nasıl moda kültürü filmlerin, kitapların, arkadaşların peşinde koştuğunu, bir hobi ve çok sesli müzik zevki olmadan ve daha da önemlisi yanlış Türkçe kullanımları ile dolu bir hayatta yaşadıklarını gördükçe bu mektuplaşmalardan sonra insan belki 20-30 yıl sonraki Türkiye’yi düşünerek daha çok üzülüyor.

Karşılıklı öğretmek

Aziz Nesin mektuplarında yeri geldikçe Ali’den bir şeyler öğrenir. Tek yanlı öğretici değil ilerlemiş yaşına rağmen kendini geliştiren meraklı bir öğrencidir de. Dogma kalıplara bağlı olmadığı için oğlunun bildiği her şeyi o da bir şekilde ondan öğrenmek ister. Fakat yaşı artık ilerlemiştir ve acı gerçeği mektuplarından birinde bir kez daha söyler “Unutma” der “Ali’ye” “Ne yazık ki bu dünyada herkes için bir gün yirmi dört saattir!”

Bu mektuplaşmalardan sonra okuyucu görecektir ki aslında bizim Aziz Nesinimiz Ali’si ile küllerinden yeniden doğmuş ve yaşamaya devam etmektedir. Aziz Nesin’ini tekrar keşfedecek ve tekrar hayran olacaktır.

Bir insanın gerçek ölümü onun biyolojik ölümü ile değil onun hakkında dünyada en son konuşacak kişinin ölümü ile olur demesini teyit eder gibi oğul Ali Nesin ve Nesin Vakfı da önümüzde dimdik ayakta durmakta ve hayatınızda görebileceğiniz belki ender kitap kahramanlarından biri de sizi, orada Çatalca’daki çocuk cennetinde beklemektedir.

(Cumhuriyet Olaylar ve Görüşler, 06.08.2019)

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN