Fikret İLKİZ
Kişisel bir yazı ve acıdır yazdıklarım. Kişiselliği ayrı bir utançtır benim için…
Her şey gözümüzün önünde oluyor. Yıllardır mahkûmiyet cezalarıyla bilim insanları biçiliyor, öğütülüyor.
Düzenden yana olmaları için baskılanıyor, korkutuluyor. İfade özgürlükleri yok ediliyor. KHK’larla üniversitelerden atılıyorlar ve hayatları karartılıyor, yargılanıyorlar.
Hukuk fakültelerinde yetiştirdikleri savcılar, Barış İçin Akademisyenler bildirisinde imzası olan hocaları hakkında iddianameler yazıyor, suçluyor. Mezun ettikleri öğrenciler hâkim olmuş; hocalarını yargılıyor, haklarında mahkûmiyet kararları veriyor, cezalandırıyor.
Barış İçin Akademisyenlerden Füsun Üstel hakkında İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesinde mahkûmiyet kararı verildi. Hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini istemedi. Mahkeme mahkumiyeti ertelemedi. 1 yıl üç ay hapis cezası kararını İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi kesinleştirdi.
Mahkûmiyet kararı almasına neden olan ve mahkûm ettiren avukat benim.
Eskişehir’de 8 Mayıs 2019 Çarşamba günü bir meslektaşımla birlikte Füsun Hocayı hapishaneye teslim ettik.
Sorumlusu benim, utanıyorum…
Şimdi, bu kesinleşmiş mahkûmiyet kararı henüz davası açılmamış olan diğer Barış Akademisyenleri hakkındaki iddianamelerde ve mahkemelerde “emsal karar” kabul edilecek.
Bilim insanları hakkında süren ceza davalarında, dayanışma için gelen diğer sanık akademisyenlerin ceza davalarında zaten tek tip kararlarla verilmekte olan mahkumiyetlerin ve hapishanelerin yolunu açmak için bu karar kullanılacak, adına emsal karar diyecekler…
21 yıl önceydi… Prof. Dr. Lütfi Duran’ın vefatı nedeniyle Cumhuriyet gazetesinde yazdığım yazıda (6.12.1998) kendisinden özür dilemiştim.
“Sayın Hocam!.. Çok özür dilerim. Oğlunuzu hapishaneye ben gönderdim. Hukuk fakültesinde idare hukuku dersinizden çakmıştım. Keşke daha çok ders çalışıp bilgi sahibi olsaydım. Keşke avukat olarak görevimi yerine getirebilseydim… Oğlunuzu cezaevine göndermek yerine, beraat karan alabilseydim. Yapamadım.
Hatırlarsınız, oğlunuzun (gazeteci Ragıp Duran) mahkûmiyetine neden olan yazısı hakkında konuşmuştuk. (…) DGM ‘deki savunma sırasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde yer alan hakkı açıklayıp, “ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun en esaslı temel kriterlerinden birini oluşturur” demiştim. Dinletemedik. Benim hatam. Yargıçları ikna edebilirmiydim? Başaramadım. Olmadı. Mahkûm ettirdim.
Oğlunuz Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde (…) herkese gülümsüyordu. Kucağındaki çiçeklerle ve artık “hükümlü” olarak “cezasını” çekmek üzere Saray Cezaevi’ne gitmek için hazırlanıyordu. Onu cezaevine beraber uğurlamıştık. Hocam, yan yana oturuyorduk ve yüzünüze bakmaya utanıyordum. Oğlunuzu iyi savunamamıştım. Elimden tuttunuz ve aklımdan geçenleri okudunuz. Bana özel son sözünüzde “Üzülme böyle şeyler olur, olacak da. Bu defa bize rastladı. Ama bundan hepimiz sorumluyuz. Ülkenin hukuki rejimini bu hale sokanlar utansın!” Unutmuyorum. (…) Ülkenin “hukuk düzenini demokratikleşme değil daha da baskıcı ve faşist sisteme dönüştürenlerden” utanıyorum. Hukukçu ve avukat olarak benim hatam, bağışlayın… Derslerime daha çok çalışacağım… Özür dilerim Hocam! Hoşça kalın…”
Özür dileyecek Hocalarım birer birer azalıyorlar, ama utançlarım yıllardır çoğalıyor.
Bilirler ki; sözlerim Üniversitelerin yüz akı olan akademisyenlere değildir, asla olamaz da. Öfkem, günümüz hukuk düzenin istisnaları olan bilim insanlarına, profesörlere, doçentlere, utanç verici hukuk sistemiyle kavgası olanlara değildir…
Sözlerim; “barış” isteyen “bu suça ortak olmayacağız” diyen bilim insanlarına, Barış İçin Akademisyenler Bildirisini mahkeme salonlarında sanık olarak imzalarıyla ve onurlarıyla savunan akademisyenlere hiç değildir.
Kimdir bu yazının muhatapları?
Eğer yüzlercesi açılmış hukuk fakültelerinde hiçbir bilimsel makalesi olmasa bile yüksele yüksele bir şeyler olanlardan, hala olmak isteyenlerden, düzenlerinin sürmesi için “hukuk” sipariş edilenlerden, “bilimsel görüş” adıyla yazıp çizerek verenlerden, sahibinin sesi olanlardan, barıştan yana bilim insanlarının mahkumiyetlerinden memnuniyet duyanlardan, KHK ile atılanların yaşamlarını karartanlardan, oh olsun diyenlerden, onları vatan haini ilan edenlerden, Üniversiteleri kendi dikenli telleriyle çevirenlerden, savcılar gibi meslektaşları akademisyenler hakkında iddianameler yazanlardan, yargısız mahkum edenlerdenseniz; bu yazının muhataplarısınız.
Yaptıklarınızdan utanın, utanmalısınız.
Barış İçin Akademisyenlerden “sözde akademisyen”, Bildirinin kendisinden “malum bildiri” diye söz edenlerden misiniz?
Asıl “sözde akademisyen” kimler acaba? Siz ve sizin gibiler, kendini bilmek gibi bir irfana sahip olamasanız bile bir gün öğrenirsiniz.
Yoksa bu ülkenin utanılası hukuk sistemine hiç sesini çıkarmayanlardan mısınız?
Yoksa Profesör Füsun Üstel ve Barış İçin Akademisyenler için kılını kıpırdatmayanlardan mısınız?
Keşke; hepinizden özür dileyebilseydim… Keşke Füsun Hocayı hapse gönderen avukat olarak hepinizden çok kötü azarlar işitseydim, keşke beni azarlayabilseydiniz.
Susmak, korkmak, çekinmek bütün bunlar çok insani duygulardır. Kimsenin kimseyi yargılama hakkı olmamalıdır. Ama en ağır eleştiriyi hak ediyorsanız; insafsız olmak benim utancım olsun, razıyım.
Cezaevine atılan bir bilim insanına sadece “geçmiş olsun” demek bile insani bir duygudur.
Bilim insanı akademisyeni hapse atan bu memlekette; iki kelimelik “geçmiş olsun” sözünü, böyle insani bir duyguyu, hukukçu olarak, adınızla, profesör, doçent, dekan her neyseniz akademik unvanlarınızla paylaşmak bile acıları hafifletebilirdi. Gardiyanların “Allah kurtarsın” sözünden çok daha kıymetli olabilirdi.
Füsun Hoca, gerçekten yalnız değildi. Hapse uğurlayanları çoktu İstanbul’da… Üstel “Çok sayıda akademisyen sadece barış talebi üzerinden bir araya gelerek sesini duyurmak istedi. Bu ses sanırım bazı çevreler açısından çok rahatsız ediciydi. Ama şunu bilmenizi istiyorum; sözün bittiği yerde değiliz, henüz sözün başladığı yerdeyiz. Vatandaş olarak, birey olarak haklarımızı, barış içinde yaşam talebimizi yükselteceğiz” dedi. “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalayan akademisyenlerdi onu yalnız bırakmayanlar…
Eskişehir’de onu karşılayanların çoğunluğu KHK’lı atılmışlar, çoğu Barış İçin Akademisyenler davalarının imzacı sanıklarıydı. Bilim insanlarından kimisi hapishane çantasını taşıdı, kimi acı acı gülümsüyordu kederli… Gözlerindeki iki damla yaşla sarıldılar ve uğurladılar Füsun Hocayı gitme vakti geldiğinde…
Başkaları ve suskun kalanlar… Seslerini duymadıklarımız…
Memleketi hapishaneye çeviren hukuk sistemini bu hale getiren, Füsun Üstel’i hapishaneye gönderen düzenin hukukuna karşı bir cevap vermek istemez misiniz? Suskunluğunuz nedendir? Başka akademisyenler hapse giderken de bakacak mısınız sadece?
Hep birlikte basit bir şey yapabilir misiniz ve ne yapabilirsiniz acaba?
Tek tek ve tek başınıza değil, birlikte yapmalısınız. Gizlisi ve saklısı olmadan, açıkça, herkese göstere göstere hukukçu kimliğiniz ve imzanızla, adınızla, sıfatlarınızla; barış istediği, görüşlerini açıkladığı “bu suça ortak olmayacağız” dediği için hapse atılan, bu memleketin siyaset bilimcisi öğretim üyesi meslektaşınız Prof. Dr. Füsun Üstel’e “geçmiş olsun” diyeceksiniz sadece… Bu kadarcık!
Bu iki kelimeden ibaret “geçmiş olsun” sözünüzü esirgemeyeceksiniz, herkes duyabilecek ve bilecek kimin geçmiş olsun dediğini…
İnsani bir şey yani; utanç gibi, utanmak gibi.
13 Mayıs 2019
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN