Siverek’te 17 köyü olan avukat baba ile öğretmen annenin 8 çocuğundan biri olan Yılmaz Karakoyunlu, okul hayatında sınıfının hep en başarılısı oldu. Ancak haşarılığı yüzünden öğretmenlerinden çok dayak yedi. Karakoyunlu, edebiyatta biçimleşmiş ilk ürününü, “Ondan yediğim dayak Tuna’ya köprü olurdu” dediği öğretmeninin yüzünü güldürmek için verdi. Lise eğitimine İstanbul’da devam eden Karakoyunlu, sınavlarda büyük başarı elde edince babası tarafından ev ile ödüllendirildi. Ancak bu ödül “Çocuklar arasında ayrımcılığa neden olduğu” gerekçesiyle annesiyle arasını açtı. Ankara’da Tıp Fakültesi’ne yazıldı. Kaldığı evin sahibi, kızı yerleşeceği gerekçesiyle eşyalarını kapının önüne koyunca, okulu bırakıp, Mülkiye’ye geçti. Karakoyunlu, bir dönem gazete ve televizyonlarda çalıştı. Hiç beklemediği bir anda ise dönemin başbakanı Mesut Yılmaz tarafından siyasete davet edildi ve kısa sürede devlet bakanı oldu. 119 tane besteye imza atan Karakoyunlu’nun eserleri filme çevrildi. Çok emek vererek para kazanan Yılmaz Karakoyunlu ile güzel Urla’daki evinde, yaşamanı konuştuk.
Nasıl bir çocuktunuz?
– Haşarı bir çocuktum. Derslerim iyiydi. Kimse bana ders çalış demedi bir tek gün bile. Aşırı anne sevgisi görmedim. Buna mukabil babamdan çok yakınlık, sevgi gördüm. Evin kurallarını annem koymuş. Yemek en küçükten başlanır. En sonra annem kendisine koyardı. Babamın annesi Ziya Gökalp‘in en küçük kız kardeşi. Babam iyi mekteplerde okumuş. İçişleri Bakanlığına intisap etmiş, valiliğe kadar yükseldi, ama bütün serveti köyden.
Galatasara Lisesi’ne kabul edilmemişsiniz…
– Parasız yatılı imtihanında abim Galatasaray Lisesi’ni kazandı. Kendisinden 3 yıl sonra ben aynı sınava girdim. Abim 17. kazanmıştı, ben birinci olarak kazandım. Okul, “Parasız yatılıda iki kardeş aynı okulda okuyamaz” dedi, Galatasaray’a almadı. Beni Pertevniyal’e verdiler. Bunu iftihar olarak söylemiyorum, ama sınıfın en iyisiydim.
Başarı ödülünüz, cezanız oldu
– İmtihanlarda en iyi dereceyi tutturduğum için babam bana bir ev aldı. Annem bundan çok rahatsız oldu diğer kardeşlerin arasında ayrımcılık yaratıyor diye. Herkes bayramda el öper, öpüşürdü falan. Annem bana el öptürmezdi, laf olsun diye başımı tutar, alnımdan öperdi.
Romanlarınızda annenizi yazdınız mı?
– Annem çok güzel bir kadındı, bakmalara kıyamazdınız. “Yorgun Mayıs Kısrakları”ndaki Nevber Hanım, tiplemesinde annemi anlatırım.
Yeni kitap yazıyor musunuz?
– Yazdım, bitirdim, dinlenmeye terk ettim. “Kısa Kollu Ahtapot” ismi. Polisiye roman yazdım. Bir cinayetin felsefesi.
Neden dinlendiriyorsunuz?
– Romanı yazarım, bilgisayara atarım, 6 ay bekler. Öylelikle kendi yazdığım romanın ilk okuyucusu olarak okumaya başlarım. Sonra ilk eşim Altan Hanım’a iki kırmızı kalemle veririm. Sonrasında yeni baştan tashihlerimi de yaparım, bittikten sonra Altan Hanım’a okuması için veririm.
Altan Hanım’ın Türkçe’sine çok güveniyorsunuz…
– Ondaki Türkçe kimsede yok.
Ne zaman yazmaya başladınız?
– Orta mektebi bitirirken, öğretmenimiz müsamere yapılması için babası şöhretli bir yazı işleri müdürü olan çocuğa, “Baban bize bir oyun yazsın” dedi. Çocuğun babası ise “Çocuk oyuncağı mı bir haftada oyun yazılsın” demiş. Bir hafta içinde oyun yazdım. Gazetecinin kızına da başrolü verdirttim. Gazeteci geldi, seyretti, öğrencinin yazdığını öğrenince çılgına döndü. Görünür, biçimleşmiş ilk ürün, bu oyundur.
En sevdiğiniz romanınız?
– Romanlarımın içinde en çok sevdiğim, Güz Sancısı’dır. Onu çok keyifle yazdım.
Siyasete nasıl girdiniz?
– Bir akşam, telefonum çaldı, açtım, bir hanım bir dakika sayın başbakan sizinle görüşmek istiyor dedi. “Kızım dalga geçecek başka adam bulamadın mı” dedim, telefonu kapattım. Türker İnanoğlu aradı, “Abi Başbakan seni arıyor, kızı tersleyip kapatmışsın” dedi. Sonra arayan Mesut Yılmaz, “Yardıma ihtiyacım var yardım eder misiniz” dedi. Öyle girdim siyasete. Ardından milletvekili oldum. Mali işlerden sorumlu genel başkan yardımcısı oldum. Bakanlığım sırasında da genel başkan yardımcılığım devam etti.
(Sabah Egeli, 07.06.2017)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN