Ali SİRMEN
“Yıllar önce bir ekim günü, ilk karşılaştığımızda, başını eğip koca gözlerini gözlerime dikti. Saydam tenli, beyaz bir kızdım; inatçıydım, gururluydum, pervasızdım, daha sonra onun belirteceği gibi, kovan çevresinde dönüp duran arıları andıran saçlarımla etrafıma yaşam sevinci saçıyordum. Kaçırmadım gözlerimi, ben de meydan okudum ona. Ama içimin ıvıl ıvıl olduğunu duyunca, kızardım, korktum. Korunma içgüdümle aldırmazca çevirdim başımı.
Biliyordum, o hâlâ öyle bakıyordu bana.
Nerede mi karşılaşmıştık?
Bir ortak tanıdığımızın evinde, üniversitenin kayıt kuyruğunda, mahalle sinemasının fuayesinde.
Ne önemi var, öykü hiç değişmiyor ki…
Artık hep çevremdeydi. O beni elde etmek istedikçe direniyordum. Hatta bir gün fakülte dönüşünde bir kitap vermek üzere eve çağırdığında, kimse olmamasından yararlanarak bana sarılmak istediğinde, oracıktaki çerçeveli fotoğrafı kafasına indirdiğimde kocaman gözlerini açmış, şaşkın kalakalışını hiç unutmuyorum.
Keşke hep öyle kalsaydı.
Sonra bir bahar günü kırıldı direncim. İlk kez bir erkek sarıldı bana. Beni ilk öptüğünde yüzünün nasıl olduğunu hatırlamıyorum, gözlerim kapalıydı.
Koynuna ilk girdiğimde utancımdan ve heyecanımdan ne olduğunu bile anlayamadım doğru dürüst. Yalnızca tenimin güneş koktuğunu söylediğini anımsıyorum.
***
Evlendik. Kocamdı artık.
Onu seviyordum, o da beni, sevgimizi geliştirecek, yaşamı acı ve tatlı yanlarıyla paylaşıp birbiriyle dayanışacak iki eşit insan, bir bütünün iki parçası olacaktık.
Olamadık.
Ben her şeyimi paylaşırken, o sinsi sinsi benliğimi teslim almaya çalışıyormuş. Her zaman açıkça dile getirmese bile kendini benim sahibim, efendim, olarak görüyordu. O, hep buyurgan ve önde olmalıydı.
Yaşamın güçlüğünü paylaşıyorduk paylaşmasına da başarı, onur hep onun olmalıydı. Benim tek önemli başarım onun karısı olmaktı.
Tek başına kocamın geliriyle geçinemezdik. Ben de sabahtan akşama işte çalışıyor, akşam yorgun argın eve dönünce, yemek yapıyor, sofra hazırlıyor, bulaşıkları yıkıyor, sonra da üzerimden uyku akarken, ertesi gün giyeceklerini ütülüyordum. O ise yemekten sonra bir köşede otururdu. Benim ne kendime ait bir köşem oldu, ne de kendime ait bir zamanım.
Sonra çocuğumuz oldu. Nasıl yetiştirileceğini o buyurur, ben uygulardım. Evde kuralları o koyardı. Dışarıda da kuralları onlar koyarlardı.
Doğrusunu söylemek gerek, yaşam onun yüzüne de her zaman gülmüyor, kurallar onu da baskı altında tutuyor, eziyordu.
***
Sonra bir gün hapse girdi.
Neden mi, ne fark eder ki! İster kan davasından, ister mera kavgasından, ister düşünce suçundan olsun, bir tutuklunun karısının durumu yüklenen suçun türüyle değişmiyor ki…
Yıllarca hapishane kapılarında koşturdum.
Onun dış dünya ile bağlantısı, eli ayağı, gözü kulağı oldum. Onun için koşturuyor, konuşuyor, davalara giriyor, açıklamalar yapıyor ve başta görüş günleri olmak üzere hep güler yüzlü oluyordum. O yakınmakta, sinirlenmekte özgürdü. Oysa her zaman sakin, kendine hâkim ve güleryüzlü olmalıydı bir mahpusun karısı.
Yıllar sonra çıktı…
Ben etkin rolümden kendi isteğimle çekildim. Âdet böyle gerektiriyordu. Kural böyleydi.
O günler de şimdi çok eskilerde kaldı. Her şey olağan akışında sürüyor yine…
İkimiz de yaşlanıyoruz artık.
Şimdilerde her gece uyandığımda bakıyorum yanımda yatan adama. Ezilmiş, baskı altında tutulmuş, horlanmış ama aynı zamanda beni ezmiş, horlamış, kişiliğimi teslim almaya kalkmış, sevgi sözcükleriyle yaşamımı tutsak etmiş adama.
Biliyorum, beni seviyor ama sevgisi bile bir egemenlik belirtisi, bir başka buyruk. O dilediği gibi yaşadı, benim ise kendime ait bir dakikam, bir köşem olmadı. Onun kendine ait başarıları, anıları olabilir, benim onsuz anılarım olamaz.
Toplum ölçülerine göre mutlu bir çifttik. Ama artık gittikçe sonuna yaklaşan yaşamıma bakınca neleri yitirdiğimi, nasıl bir tutsak ömrü sürdüğümü ve yanımda yatan adamın, kocamın en büyük aşkım ve de düşmanım olduğunu anlıyorum.”
***
Bu mektup e-posta ile 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde geldi. Ben burada yazan kadının adını vermeyeceğim.
Ne önemi var ki, kadının adı Ayşe de olabilir, Fatma da, Songül de, Mine de…
(Cumhuriyet, 10.03.2020)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN