Tuğçe Madayanti ŞEN
Bugün hâlâ derin temaları ve toplumsal eleştirileriyle hafızalarda iz bırakan ‘Yedi’, 4K restorasyonuyla yeniden sinemalarda olacak. Sinema tarihine damgasını vuran bu başyapıtı tekrar izlemek ve incelemek için mükemmel fırsat.
David Fincher‘ın ‘Yedi’ (Seven) filminin, 30 yıl sonra Türkiye’de yeniden vizyona girecek olması sinemaseverler için büyük bir heyecan kaynağı! Brad Pitt, Morgan Freeman ve Kevin Spacey gibi isimlerin başrollerini paylaştığı, psikolojik gerilim türündeki bu klasik, izleyiciyi derinden etkileyen sürpriz sonuyla hâlâ konuşulmaya devam ediyor ve hep edecek. 24 Ocak 2025’te gösterime girecek olan 4K versiyon, filme nostaljik bir dönüş yapma fırsatı sunarken, aynı zamanda yeni nesil izleyicilere de bu kült yapımın etkileyici atmosferini keşfetme imkânı sağlayacak. Siz de bu filmi yeniden izlemeyi planlıyor musunuz? Ben kesinlikle izleyeceğim.
KÖTÜLÜK, SUÇ VE KAYITSIZLIK
Senaryosunu Andrew Kevin Walker’ın yazdığı ‘Yedi’, deneyimli dedektif Somerset’in (Morgan Freeman) emekliliğine kısa bir süre kala, genç dedektif Mills’in (Brad Pitt) ekibe katılmasıyla başlar. İkili, Yedi Ölümcül Günah’ı sembolize eden cinayetleri çözmeye çalışır. Katil John Doe (Kevin Spacey), kurbanlarını günahlarıyla yüzleştirerek topluma mesaj vermeye çalışır. Beşinci cinayetin ardından Doe kendiliğinden teslim olur, ancak olaylar burada bitmez. Doe, Mills’i son iki cinayetin olduğu yere götürür ve Mills, karısının katledildiğini öğrenir. Doe, Mills’i öfkesine yenik düşürerek planını tamamlar. Filmde kötülük, toplumsal yozlaşma ve bireysel zaaflarla iç içe geçerken, aynı zamanda adaletin ve cezanın ne anlama geldiği üzerine derin bir sorgulama başlatılmış olur. Bu anlamda ‘Yedi’, kötülüğün yalnızca dışsal bir olgu olmadığını, insanın içindeki karanlıkla birlikte şekillendiğini ve iyiliğin de bu karanlıkla mücadele etmeye çalışan bir çaba olduğunu gösterir. Kötülük, suç ve kayıtsızlık üzerine ağır sorular soran filmde Mills, Somerset ve John Doe, farklı ahlaki anlayışlara sahip karakterlerdir. Katil, kendi ahlaki anlayışına göre, toplumun yozlaşmış yönlerine karşı bir tür ‘temizlik’ yapmaya çalışır. Ancak bu ‘temizlik’ aslında iyiliğin ya da adaletin sağlanması değil, sadece kötüye karşı bir başka türdeki kötülükle mücadeledir. Somerset ve Mills, adalet peşinde koşarken, bir yandan da kendi içsel karanlıklarıyla yüzleşirler. Somerset, yaşadığı dünyadaki kötülükleri ve umutsuzluğu kabul etmişken, Mills ise bu karanlık dünyaya daha naif bir bakış açısıyla yaklaşır. Brad Pitt, karakterinin öfke ve hayal kırıklığıyla şekillenen duygusal yolculuğunda etkileyici bir performans sergilerken, Morgan Freeman, Somerset rolünde filmin sakin ama derinliğine inen havasını mükemmel şekilde yansıtır. Kevin Spacey’nin John Doe rolündeki varlığı ise, katilin kimliğinin uzun süre gizli kalmasını sağlayarak, filmin sürprizli finaline güçlü bir zemin hazırlar. Spacey’nin karakteri, film boyunca sadece son sahnelerde ortaya çıkar, bu da izleyiciyi sürekli bir merak içinde bırakır.
ZİHİNSEL LABİRENT
‘Yedi’, karanlık ve gotik bir atmosfer içinde, şehre ve onun koşullarına dair izleyiciye dikkat çeken bir deneyim sunar. Yağmurun sürekli yağıyor olması, şehrin umutsuzluğunu vurgular ve Somerset’in düzenli, disiplinli yaşam tarzı bu karanlık dünyaya karşı bir zıtlık oluşturur. İlginç bir şekilde, filmde hiçbir kurbanın ölümü açıkça gösterilmez. Kurbanların nasıl öldüğü, nelerle karşılaştığı izleyiciye anlatılır, fakat görsel olarak bu detaylar gösterilmez ve ekranda olmayan şeylerin izleyiciyi daha çok korkutabileceği kanıtlanır. Bu durum, izleyicinin hayal gücünü devreye sokar ve gerilim, dolaylı yoldan izleyicinin zihninde inşa edilir. Dedektifler, cinayetlerin ardındaki karmaşık yapıyı çözmeye yaklaşırken, film bir tür zihinsel labirente dönüşür. Katilin kimliği ve amacının netleşmesiyle birlikte, izleyicinin kafasında birçok soru doğar ve bu belirsizlik, gerilimi daha da artırır. David Fincher, bu son sahnede bir kez daha görsel olarak gösterilmeyen detayları öyle bir şekilde sunar ki, izleyicinin hayal gücü devreye girer ve akıl almaz bir korku yaratılır. Katilin eylemleri, onun karanlık psikolojisini ve toplumsal mesajını anlamaya çalışan dedektiflerin çabaları, izleyiciyi sadece olayların sonuçlarıyla değil, bu sonuçların gerisindeki anlamlarla da yüzleştirir. Özellikle finalde, John Doe’nun teslim olması ve iki son cinayetle ilgili açıklamalar yapması, izleyiciyi tamamen belirsizliğe sürükler. Fincher, yalnızca cinayetleri değil, katilin amacını ve dedektiflerin ruh halini de ustaca manipüle eder, bu da ‘Yedi’yi unutulmaz bir suç draması yapar.
GÜNAHLARIN İÇINE ÇEKİLMİŞ KİŞİLER
John Doe’nun diğer kurbanları da ‘masum’ sayılabilir mi sorusu, ‘Yedi’nin en derin ve tartışmalı meselelerinden biridir. Doe’nun cinayetlerinde, kurbanlarının her biri, filmdeki ‘yedi ölümcül günah‘ın sembolü olarak tasarlanmıştır. Ancak, kurbanlar bu günahların içine çekilmiş kişilerdir ve Doe onları bu günahları işledikleri için cezalandırır. Bu bakış açısına göre, kurbanlar bir bakıma toplumun yozlaşmış ve ahlaki olarak çürümüş temsilcileridir. Örneğin, açgözlülük temalı cinayet, zenginliğe saplantılı olan bir işadamının ölümüyle temsil edilir. Tembellik temalı cinayette, yıllarca hareketsiz kalan ve sağlık sorunları olan bir kurban vardır. Doe, kurbanlarını bu günahları işledikleri için cezalandırmakta, dolayısıyla kurbanlar, onun bakış açısına göre, toplumun içindeki çürümüş ahlakın simgeleridir. Sonuç olarak, kurbanların masum olup olmadığı, izleyicinin ahlaki bakış açısına bağlıdır. Ancak Mills’in karısının ölümü gerçekten de ‘masum’ bir hayatın kurbanı olmuş gibi görünüyor. Doe’nun toplumsal mesajı, Mills’in kişisel travmasını bir ‘günah’ olarak kullanmasıyla daha karmaşık bir hale gelir. Burada aslında masum bir insanın hayatı, katilin amacını gerçekleştirmek için bir ‘araç’ haline gelmiştir. Bu durum, filmdeki büyük etik soruları ve moral çelişkileri pekiştiriyor. Ama en nihayetinde bu sıradan bir polis hikâyesi değil, daha çok kötülük üzerine derin bir düşünce filmi.
TESLİMİYET VE YÜZLEŞME
Filmin bu tartışmalı finaliyle sinema tarihine geçtiğini hepimiz biliyoruz. Yapımcı New Line Cinema, sonun değiştirilmesini istese de Fincher’in orijinal vizyonunu savunarak bu talebe direnmesi ve filmin karanlık ve çarpıcı finalini koruması, ‘Yedi’yi toplumsal eleştirileriyle 90’ların kült yapımları arasına taşıdı. ‘Yedi’ filminin sonu, izleyicinin kafasında bıraktığı şüpheler açısından oldukça etkileyicidir ancak bana kalırsa ‘Yedi’ filminin en şaşırtıcı ve aynı zamanda derin anlamlar taşıyan anlarından biri kuşkusuz John Doe’nun teslim olmasıdır. Katilin, dedektifleri cinayetlerin peşinden sürüklerken birdenbire bu teslimiyet, John Doe’nun zihinsel ve felsefi amacını gözler önüne serer. Başlangıçta, katil, sadece kendi ahlaki anlayışına göre hareket eden, toplumun yozlaşmış ve günahkâr bireylerini ‘temizlemeye’ çalışan biri olarak görülür. Ancak teslim olması, onun bir noktada daha büyük bir amaç peşinde olduğunu gösterir. Doe, dedektiflere cinayetlerin ardındaki amacını, toplumun yüzleşmesi gereken günahları anlatmak için bir tür ‘sahne’ olarak kullanmak istediğini açığa çıkarır. Teslim olma hareketi, onu sıradan bir suçludan çok, toplumun ahlaki çöküşüne karşı bir tür ‘yargıç’ yapar. Doe’nun ‘yargıç’, ‘tanrı’ olma durumu, suçların ardındaki amacını daha karmaşık hale getirir. John Doe’nun nihai hedefi, toplumun ahlaki çürüklüğünü ve bireylerin günahlara nasıl kolayca yenik düştüğünü gözler önüne sermektir. Ancak onun planının en çarpıcı yanı, bu sürecin parçası olarak kendini de bir günahkâr ve kurban olarak konumlandırmasıdır.
(Birgün, 04.01.2025)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN