Işık ÖĞÜTÇÜ
Orhan Kemal (15 Eylül 1914-2 Haziran 1970) yaşadığı ve gözlemlediği her zaman dilimini kalemiyle yazıya dökerek ülkemizin insan ve toplum ilişkisini, değişimlerini eserlerinde belge olarak geleceğe bırakmıştır. Bize çözüm yolu gösteren eserlerinden insanımızın ve toplumun dönüşümünün sağlanması için faydalanmaya devam ediyoruz. Değerli ustamız 108. yaşın kutlu olsun.
YAŞAMAK VE YAZMAK!
Yaşamın akışı içinde yıllar geçtikçe yazılanların gerçek hayattaki izlerini aramaya başlarsınız. Özellikle bir yazarın yaşamını merak ediyorsanız, bir araştırmacı olarak mutlaka yazdıklarının içinde kendine ait bilgilerin saklı olabileceğini tahmin edersiniz. Orhan Kemal’in (15 Eylül 1914-2 Haziran 1970) eserleri de benim için böyledir.
Onun otobiyografik eserlerini ve mektuplarını ayrı tutarak şiirlerinde, öykülerinde, romanlarında hatta denemelerinde kendisinin yaşamından kesitler bulabilirsiniz. Böylece kendi ailenizi ve yazarın yakın çevresini daha yakından tanıyabilirsiniz.
Yazarın arkadaşlarının bir sohbet sırasında anlattıkları, çocuklarının, kendisinin ve eşinin günlük olarak yaşadıkları karşınıza bir yazı metni olarak çıktığında şaşırmazsınız.
NURİYE ÖĞÜTÇÜ ANLATIYOR: ‘İKİ KÜÇÜK ÇOCUKLA ÜÇÜNCÜ MEVKİİDE MALATYA-ADANA YOLCULUĞUNDAN SONRA GARDA YIĞILIP KALMIŞTIK!’
Bu yazdıklarımı merak edenler için bir söyleşide Orhan Kemal’in eşi Nuriye Öğütçü’nün anlattıklarına kulak misafiri olalım:
“İkinci çocuğumuz Nazım 1944’te doğdu. Son olarak denediği pazarcılık işi de yürümeyince, ailece Malatya’ya gitmeye karar verdik. Oğlumuz Nâzım henüz üç dört haftalıktı. Malatya’daki arkadaşı buraya gel, sana iş buluruz demişti. Neyimiz varsa satıp, yol parası yaptık, Malatya’ya gittik.
Arkadaşı bizi misafir etti. Gerçekten iş de vardı. Fakat iki ay sonra fabrika idaresi ‘Askerlik tezkeresi’ yüzünden işine son verdi. Yine açıkta kalmıştık ve dönüşümüz perişanlıktı. Hayatımızın en acı sahnelerinden biridir bu.
Yetmiş sekiz kuruş vardı kocamın cebinde. İki küçük çocukla üçüncü mevkii vagonda yapılan uzun ve yorucu Malatya-Adana yolculuğundan sonra gecenin bir saatinde garın ortasındaydık. Dördümüz yığılıp kalmıştık oraya.”
‘Tren gecenin on ikisinden sonra şehrin garına girdi. Adam dehşetli yorgun ve uykusuzdu. Bavullarla sepetleri karısı vagonun penceresinden uzattı, o, aşağıdan aldı. Öyle yorgun, uykusuzluktan öyle bitikti ki, nerdeyse yıkılacaktı. Kadın gene pencereden kızını sonra da bir kırk günlük oğlunun kundağını kocasına uzatıp trenden indi.’
‘GECE GİDECEK YERİMİZ YOKTU’
“Gece gidecek yerimiz yoktu. Kayınpederlerim şehirde değillerdi. Yıldız eteklerime yapışmış, ‘Eve gitmeyecek miyiz?’ diye mızırdanıyordu. Nâzım süt saatinin geldiğini hatırlatıyordu yaygarayı basıp.
Raşit yorgunluktan ve sinir bozukluğundan ayakta sallanıyordu. Müthiş zayıflamıştı, yüzü solgun ve çöküktü. Bir şeyler yapmak istediğini, çaresizliğini, kendini yiyip bitirdiğini görüyordum.
Önce bekleme salonundaki sıraların üzerine oturduk. Çok geçmeden kaldırdılar. Yasakmış. Salonu kapatacaklarmış.”
“‘Kocasına baktı, yüzü pek fark edilmiyordu, yalnız, dirseklerine kadar sıvalı kolu görünüyordu, ipinceydi: ‘Ne kadar da zayıfladı!’ Ona tekrar acıdı. Bu sırada, yemenilerini betonda sürüyen bir ayak sesi peydahlandı. Kadının yüreği hop etti. ‘Ya, kalkın burdan derlerse?’
Karşıda, alacakaranlığın içinde daha karanlık bir insan gölgesi belirdi, gölge ağır ağır geliyordu. Kocası ince koluna indirdiği başıyla rahat, sakin uyuyordu. Gölgeyse yaklaşıyordu. ‘Ya, kalkın, derse?’
Gölge geldi, geldi… Eli yüzü kara içinde perişan kılıklı biri, tam karşısında durdu. ‘Ne geziyorsunuz burda?’ Adam daha sert, ‘Uyanırsa uyansın. Yasak burda oturmak! Burası otel değil, kalkın! Burda sabahlamak yasak!’”
Çaresiz dışarda betonun üzeri kalıyordu bizim için. Gece sıcaktı. Beton sert fakat ılık bir yatak gibiydi. Hepsi uyudular. Ben sabahı bekledim.”
“Kadın hafifçe ‘Merhametsizler!’ dedi ve oğlunun kundağını hırsla aldı. İstasyon merdivenine doğru yürürlerken kocası sendeledi… Merdivenleri yavaş yavaş indiler. Dışarda sıcak ve aydınlık bir gece, tertemiz gök ve kuvvetli ayın altında alt alta ve üst üste evler kalabalığı halinde şehir uyuyordu.
Kadın, oğlunun kundağını ılık betona sırtüstü yatırdı. Sonra kızına yer yaptı. Kocasına döndü, ‘Sen de yat!’”
NÂZIM HİKMET’İN ORHAN KEMAL’İN EKMEK KAVGASININ TA KENDİSİ ÖYKÜSÜ ‘DÖNÜŞ’E YORUMU: “İŞTE KÜÇÜK BİR ŞAHESER!”
Dört kişilik Öğütçü ailesinin 1944 yılında yaşadığı bu gerçek olay, kalemiyle yaşamı takip eden yazar için büyük bir fırsat olacak, 1949 yılında öyküde adı “Adam” olarak geçen kişi tarafından Orhan Kemal imzasıyla Ekmek Kavgası kitabındaki Dönüş öyküsünü yazacak, bu da ailemizin yaşadığı hayat serüvenlerinden biri olarak kayda geçecekti. Nâzım Hikmet, Kasım 1949 tarihli mektubunda bu öykü için, “İşte küçük bir şaheser!” diyecekti.
ÇORAP ATÖLYESİNDE İŞÇİLİK VE ‘GREV’!
1951 yılında Adana’dan İstanbul’a gurbet kuşları gibi göç eden beş kişilik Orhan Kemal ailesi Sirkeci’de bir otele yerleşir. Nuriye Öğütçü o günleri şöyle anlatır:
“Birkaç gün sonra İzzetlerin Kasımpaşa’daki kiracı oldukları vakıf dairesine taşındık. Onlar zaten sekiz kişilik bir aileydiler. Biz de beş kişi, evin bir odasına yerleştik. Üç aydan fazla misafir ettiler bizi. İlk önce bana iş bulundu. Sultanahmet’te bir çorap atölyesinde çalışacaktım. Dediklerine göre de haftada yetmiş beş lira alacaktım. Küçükleri, ablaları Yıldız’a bırakır karı koca sabahın erken saatinde yola çıkardık.”
“‘Sabahleyin kocası gene her günkü gibi büyük şehrin apartman, tramvay, otobüs, taksi kalabalığı içinde evinin yitirdiği ekmeğini aramaya gitmişti. Öyle anlıyordu ki Nermin bunu! Akşam kocası gene düşük omuzlarıyla, elleri boş dönünce, kahırlı olmamasına bilhassa dikkat ettiği yumuşacık sesiyle, ‘Yarın işe gidiyorum,’ dedi. ‘Çorap atölyesinde çalışacağım.’”
“Müthiş yoruluyordum fakat hafta sonunu da iple çekiyordum. Yetmiş beş lira alacaktım. Değerdi bu yorgunluğa. Muhasebeden verdikleri zarfın içinden on iki lira çıkınca, nasıl boş hayaller peşinde koştuğumuzu bir defa daha anladık. Bıçak açmıyordu ağzımızı. Hafta başında Raşit, ‘Gitmeyeceksin!’ dedi.”
“‘Hafta sonunda paralar verilmeye başlandı. Bordroyu ötekiler gibi imzaladı, zarfı aldı. Heyecanla açtı. Fakat hayret! Koskoca bir haftada on iki buçuk lira? Elinde zarf, katibin yanına koştu. Hiçbir yanlışlık yoktu. Katip, ‘Ne olacaktı ya?’ dedi. ‘Elli lira mı verecektik sana?’’
108. YAŞIN KUTLU OLSUN USTA!
Orhan Kemal 1954 yılında Grev öykü kitabını çıkaracak içinde “Nermin” adıyla bu yaşadıkları zor günleri öyküleştirecekti.
Orhan Kemal yaşadığı ve gözlemlediği her zaman dilimini kalemiyle yazıya dökerek ülkemizin insan ve toplum ilişkisini, değişimlerini eserlerinde belge olarak geleceğe bırakmıştır. Bize çözüm yolu gösteren eserlerinden insanımızın ve toplumun dönüşümünün sağlanması için faydalanmaya devam ediyoruz.
Değerli ustamız 108. yaşın kutlu olsun.
(Cumhuriyet Kitap, 15.09.2022)
Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.
SİZ DE YORUM YAZIN