Post image
Zeytin Kuşu’nun kökleri

Fikret ESER

Gazeteci kimliğiyle bir dizi araştırma kitabı bulunan Zeynep Göğüş ilk romanı Işık Ülkesinden’de kendi aile tarihinden esintilerle, Rumeli’den İstanbul’a göç eden ve cumhuriyetin kuruluş sürecinde, kent burjuvazisine dahil olan kalabalık bir ailenin öyküsünü anlatıyordu. İkinci romanı Zeytin Kuşu’nda ise kalemini ve düşlerini serbest bırakmış gözüküyor.

Zeytin Kuşu, Türkiye’de edebiyat alanında kendine yer arayan çevre sorunlarına iddialı bir giriş yapıyor. Olay Gemlik bölgesinde geçiyor.

Zeytincilikle geçinen bir köye birileri mermer ocağı açmaya kalkıyor. Köyde arsasını bu güçlü ‘mermerciler’e satanlar da var, direnenler de. Muhtar’ın aksine köyün imamının, direnenlerden yana olması ve Kuran’dan ayetlerle doğayı savunması altı çizilmesi gereken bir nokta.

Romanımızın kahramanı, o köyden yetişen, köyde çiftliği olan, ancak kendisi kentte yaşayan bir kadın: Zeta. Kocasından miras adı Zeytin’in kısaltılmışı. Gençliğinde köyün eski ağalarından birinin oğlu ile evlenen Zeta, eşi ölünce oğlu Bulut, oğlunun kız arkadaşı Seda ve sorunları ile başbaşa kalıyor.

Üniversite eğitimi de almış ve yıllar içinde aydın bir kadın kimliğine bürünmüş olan Zeta birden kendini, bir mücadelenin içinde buluyor. Neyse ki yalnız değil! Kocasının eski arkadaşlarından, ’68 kuşağından Adanalı, Zeta’ya destek oluyor ve gönlünü kaptırıyor. Zeta böylece bir tür post-68 nostaljisi içinde çevre eylemleri arasında kendi ilişkisini de yaşıyor. Fazla kafaya takmasa da, küllenmiş duygularını kışkırtan bu Adanalı erkek, post-modern aşklar-ilişkiler galerisinden çıkıp gelen çok tanıdık bir figür gibi kanlı canlı duruyor romanda.

YENİ BİR HAYAT

Oğlu, hurdalardan heykel yapan arayış içinde genç bir sanatçı.

Eserlerinin meraklıları ve alıcıları var. Ana oğul ilişkisi biraz gerilimli.
Oğlanın kız arkadaşı ile ilişkisi de, günümüzün birçok genci gibi gel-gitli. İstanbul’da oturdukları semtteki eski apartmanları için yıkım kararı çıkınca, oğlan da kendini kentsel dönüşüm kavgası içinde buluyor.

Köyde taşçılara, kentte rantçılara karşı gelişen tepkiler, ana-oğul üzerinden ve yazar-sanatçı-iletişimci çevrelerin desteği ile bir tür dayanışma içine giriyor. Arka planda Ortaköy’de Galatasaray Üniversitesi yangını gibi olaylar, İstanbul’un sosyal tarihinden kesitler sunuyor. Seda’nın olaylarda yaralanması, oğlu Bulut’un her şeyi, ilişkisini, annesini ve kendisini yeniden sorgulamasına yol açıyor.

Köyde olaylar ve protestolar arasında, Zeta’nın mantosunu giymiş olan bir kadının bıçaklı saldırıya uğraması gerilimin dozunu artırıyor.

Romanın bir de kötü adamı var. İstanbul’da genç sanatçıları destekleyen bir koleksiyoncu olarak tanınan Sami Bey’in, zeytinlikte mermer ocağı açmaya çalışan holdingin patronu olduğu ortaya çıkıyor.

Hayatta bu kadar kolay olmasa da, roman bu işi kolaylaştırıyor. Sami Bey, sıkı bir sosyal medya kampanyası ile köydeki zeytinlikten elini çekiyor.

Köyde kurulan açık hava sergisine, Zeta’nın yaptığı, ama o güne kadar gizlediği Zeytin Kuşu heykelinin taşınması törensel bir ayin havasında gerçekleşiyor. Belki de sadece mutlu bir son değil, zor ve maceralı bir başlangıç yaşanıyor.

Farklı tellerden çalan Zeta ve Adanalı yeni bir aşkın, oğlu yeni bir hayat kurmanın, zeytinciler markalaşmanın eşiğinde…

Zeytin Kuşu bir aşk romanı mı? Çevre romanı mı? Yoksa ruhsal planda ana-oğul ilişkisini didikleyen bir kadın romanı mı? Aslında her okur kendi bireysel yaklaşımına göre buna farklı cevaplar verebilir. Çünkü Zeytin Kuşu hepsinin üzerinden bağımsızca uçuyor ve gelecek romanların çekirdeğini toprağa ekercesine bu soruları okurun yüreğinin en derinlerine bırakıyor.

(Cumhuriyet, 10.02.2020)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN