Post image
Yıllar sonra ‘Ölü Adam’

 

Sungu ÇAPAN

Amerikan bağımsız sinemasının uluslararası öneme haiz, en başarılı yazar-yönetmeni Jim Jarmusch’un, geçen hafta yıllar sonra yeniden gösterilen, zaman dışı, siyah-beyaz başyapıtı “The Dead Man-Ölü Adam”dan (1995) söz etmeden haftanın filmlerine başlamak olmaz. Zaten son 2 yazdır (Filmartı sayesinde) sinemalarda “Night on Earth-Dünyada Bir Gece”siyle (1991) “Mystery Train-Gizem Treni”ni (1989) seyrettiğimiz Jarmusch’un en başarılı filmlerinden “Ölü Adam”, 19. yüzyılın ikinci yarısında Vahşi Batı’da bir çeşit “içsel yolculuğa” çıkmış, adını taşıdığı İngiliz şair William Blake’ten habersiz bir gezginle (kuşkusuz kariyerinin en iyi performanslarından birini çıkarmış Johnny Depp) ona kılavuzluk eden, “Hiç Kimse” adındaki bilge bir kızılderilinin (Gary Farmer) ilişkisi ekseninde gelişiyor.

Ölüm, tarih, dil, Amerikan yerlilerinin kültürü-efsaneleri, silahlar, maneviyat, şiddet, yasadışı durumlar, şiir, endüstrileşme vb. gibi temalar arasında dolanan, ruhani bir yolculuk atmosferine daldırdığı seyircide 2 saatlik bir tür “dingin ruhsal arınma”ya da yol açan bu minimalist “epik”imsi düşsel-varoluşçu western’i beyazperdede görmemiş olan yeni kuşak sinefillere salık veriyoruz. Oyuncu kadrosu da müthiş: Robert Mitchum, John Hurt, Gabriel Byrne, Lance Henriksen, Crispin Glover, Michael Wincott ve Iggy Pop.

Acı – acınma bağımlısı

Son dönemde “Köpek Dişi”, “Kutsal Geyiğin Ölümü”, “The Lobster” gibi, absürd mizah tadındaki “tuhaf” filmleriyle başını çektiği Yunan Yeni Dalga’sının tanınmış yönetmeni Yorgos Lanthimos’un senaristi Efthymis Filippou’nun senaryosunu yazdığı, son Torino Festivali’nde FIPRESCI ödülünü kazanmış “Oiktos-Zavallı”, acı çekmekle, hep hüsrana uğramakla mutlu olabilen, keder, acı ve acınma bağımlısı bir avukatın hikâyesi. Hastanedeki karısının durumuna hüngür hüngür ağlayan, her gün aynı saatte işine gidip gelen, komadaki karısını düzenli ziyaret eden, haline üzülen komşu kadının pişirip getirdiği kekleri oğluyla birlikte afiyetle yiyen, halini hatırını soran kuru temizleyicisinin ilgisinden de memnun, deniz kıyısında arkadaşıyla oynayarak vakit geçiren, geniş ferah manzaralı bir evde oturan, kocalık-babalık görevlerini şaşmaz bir dakiklikle yerine getiren, geleceğin piyanisti olmaya aday, mükemmel bir oğlanın babası ve sevecen bir kadının kocası olan bu hali vakti kazancı yerinde, saygıdeğer, mazoşist avukatımız (Yannis Drakopoulos) adeta görünürdeki hep “acı çeken koca” durumundan hoşnut neredeyse. Ancak komadaki karısının iyileşip evine dönmesiyle hayatı tümden tersine değişiyor. Sanki yine acı çekebileceği, birtakım yeni karanlık durumlar yaratması gerek! Müvekkillerinin davalarını sabırla, dikkatle izleyen, feleğin çemberinden geçmiş, ak saçlı babasının nasihatlerine kulak veren, ağlamak için evine biber gazı bile sıkan, bürosunda asılı, sakin, huzurlu bir deniz kıyısı tablosunu düzelteyim derken bozan, acı bağımlısı, takıntılı avukatımız aslında resmen hasta ve seyircinin kolayca özdeşleştiği, ana akım sinemada hep alışageldiğimiz o kahramanlardan hiç değil. Seyirciyi bu filmden iyice soğutup uzaklaştıran, akla ziyan bir finale bağlanan “Zavallı”da yönetmen Makridis, hep mağduriyet halini arzulayan avukatın şirazeden çıkmış ruh halini bir de ara yazılarla vererek pekiştirmeyi seçmiş. 2012’de, gösterildiği festivallerde beğenilmiş “L” adlı filmiyle adını duyurmuş yönetmen Babis Makridis, Yorgos Lanthimos’un gedikli senaristi Efthymis Filippou’yla birlikte senaryosunu kaleme aldığı ve Lanthimos filmlerine öykündüğü “Zavallı”da, sabit planlara, hareketsiz kamera kullanımına, simetrik çerçevelemelere, statik mizansenlere ve sıradışı bir gülmece anlayışına dayanan, durağan ama özgün de olabilen bir sinema anlatımı tutturmuş. Gelgelelim avukatın oğlu dışında tüm aile bireylerini katlettiği, seyirciyi şoka sokan, sakat, çarpık bir finalle noktaladığı bu “Zavallı”, sonuçta ben pek tutmasam da, haftanın ilginç filmlerinden biri sayılabilir yine de. Ayrıca Şilili yönetmen Sebastian Lelio’nun, başroldeki “şahane kadın” Paulina Garcia’ya ödüller kazandırmış, 6 yıl önceki başarısı “Gloria”nın (2013), neredeyse aynen birebir tekrarlanmış, yeni Hollywood versiyonunu Julianna Moore ve John Turturro’yla birlikte çektiği “Gloria Bell” adlı yeni romantik komedisi de, haftanın ilgiye, seyre değer filmlerinden bir başkası.

(Cumhuriyet, 19.07.2019)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN